Ne olacak bu dünyanın hali?

-
Aa
+
a
a
a

Kişisel olarak, her zaman benim “hâlet-i ruhiye”m açısından en iyi göstergelerden biri olmuştur bu soru. Bir çeşit barometre yani. “Moral barometre”. Çünkü, güne “ne olacak bu dünyanın – ya da, biraz daha abartarak, kâinatın – hali?” diye başlamışsam, iyiyim demektir bu: Etrafa dehşet saçan felâket senaryolarımı (atom savaşları, küresel ısınmalar, vb.) büyük bir keyifle şakıyacağım anlamına gelir – adeta sadomazoşistik bir hazla.

 

Yok eğer, memleketin halini sormakla başlamışsam güne, rakı muhabbetlerinin aksine, insanların parmak uçlarına basarak süratle çevremden tüymelerini gerektiren bir moral bozukluğu anlamına gelir bu. (Allah’tan, ikincisi çok daha ender rastlanan bir durum.)

 

Aslında, belki soru yanlış. (İster dünya, isterse memleket açısından sorulsun.) Hatta, çok temel bir çarpıklığa işaret ediyor olabilir: Genel gidişatta bir çarpıklık gördüğümüzü ve bu çarpık gidişâtı birilerinin, ama mutlaka kendimizden başka birilerinin değiştirmesine bel bağladığımızı gösteriyor bu soru. Ve işte asıl bu, bana hem mantıksal, hem de etik olarak yanlış bir dünya kavrayışının yansıması gibi görünüyor... 

* * *

 

Bir siyaset bilimciyim ama ağırlıklı olarak uluslararası hukuk dalında çalıştım. Ülkenin kalburüstü hukuk ve siyaset bilimcilerinden bazılarından feyz aldım. Onlardan edindiğim bilgi ve görgüyü daha sonraları uluslararası alanda kendini kabul ettirmiş hukuk bilginlerinin ders ya da eserleriyle de pekiştirmeye çalıştım; ondan sonraki yıllardaysa, kendi öğrencilerime bunları aktaran bir köprü olmaya çalıştım.

 

Şimdi, bu müktesebatımla şunu söylüyorum: 21. yüzyılın yüzyılın ilk savaşı, hukuken haksız bir savaştır.

 

Bu tespit, benim okuduğum ve okuttuğum temel hukuk kitaplarından açıkça çıkıyor. Dolayısıyla, yapılacak tek şey var aslında: Irak savaşının bütün sonuçları ile haksız ve hukuka aykırı bir saldırı olduğunu alenen ortaya koyup, Amerikan ve İngiliz saldırısına  temelden karşı çıkabilirim ve bu durumda sözkonusu kitapları -- yırtıp atmasam bile -- gözlerden uzak, yüksek raflara kaldırabilirim. İçinde bulunduğumuz koşullarda uluslararası hukuk anlatılamaz, bunu anlatan kitaplar okutulamaz çünkü. Yeni birtakım hukuk ve siyaset doktrinlerini ortaya koyan kitaplar bulup okutmamız düşünülebilirse de, Amerika’nın insanlık tarihinin önüne taze koyduğu ve mevcut uluslararası hukukta hiçbir yeri olmayan “önleyici savaş” doktrinini henüz yazan bir “bilim adamı” çıkmadı, bildiğim kadarıyla; ama çıktığı zaman, onu okutacak değilim ya.

 

Ben, daha “eski”leri okumaktan ve okutmaktan yanayım. Örneğin Grotius’u.

Uluslararası hukukun kurucusu Hollandalı ünlü hukuk bilgini Hugo Grotius, 1625’te yayımladığı anıtsal yapıtı “Savaş ve Barış Hukuku”nun (De Iure Belli Ac Pacis) önsözünde şöyle diyor:

 

“Hem savaşın hazırlanması, hem de yapılması sırasında geçerli olan ve bütün ulusların paylaştığı ortaklaşa bir hukukun varlığına inancımı söylemiştim...Hıristiyanlık dünyasının her yanında, savaşla ilgili öyle delicesine bir başıboşluk görmekteyim ki, bundan en barbar halklar bile utanç duyarlardı. Hiçbir neden olmaksızın, ya da incir çekirdeği bile doldurmaz nedenlerle savaşa atılanlar görülmektedir;bir kez silâh ele alınınca da, Tanrı ya da insan yapısı her türlü hukuk ayaklar altında çiğnenmektedir. Sanki genel bir buyrukla, artık ölçüsüzcesine, her türlü suç işlemeğe izin verilmiş gibi.” (Seha L. Meray çevirisi, Ankara, 1967, s. 11)

 

Amerika’nın “kitle imha silâhları bizi tehdit ediyor” gerekçesi mi?

Grotius, diyor ki: “bir komşu... bunları birgün bize zarar vermek üzere kullanabilir korkusuyla [ona] savaş açmanın haklı bir nedene dayanacağını savunanların görüşüne hiç de katılmamaktayım.” (a.g.e., “Savaşın Haksız Nedenleri”, s.157)

 

“Rejim değişikliği  ve Irak’ı özgürleştirme, demokratlaştırma” gerekçesi mi?

Buyrun Grotius’a: “Bir haksız savaş nedeni de, başkalarını, onların iyiliği için yapıldığını söyleyerek, boyunduruk altına almak istemektir.” (s.158)

 

* * *

 

Bundan neredeyse 400 yıl önce yapılmış bu tespitler “kesmiyor”sa, son yarım yüzyılın ortak hukuk ve meşruiyet alanına, BM çerçevesine bakalım biz de. Örneğin, neredeyse 700 yılı bulan geçmişleriyle herhalde dünyanın en saygın bilim kurumları arasında yer alan Oxford ve Cambridge Üniversiteleri’nin uluslararası hukuk kürsüleri öğretim üyeleri, meş’um saldırıdan iki hafta önce şöyle yazdılar:

 

“Varsayımsal bir gelecekte yapılabilecek bir saldırıya karşıönleyici savaş doktrininin uluslararası hukukta hiçbir temeli yoktur... Irak’ta, BM Güvenlik Konseyi’nin uygun yetkisi olmadan askeri eyleme girişme kararı, uluslararası hukukun üstünlüğünü ciddi biçimde tahrip edecektir. Elbette, böyle bir yetki verilmiş olsa bile, ortada ciddi sorular kalacaktır. Yasal bir savaşın haklı, akılcı ya da insani bir savaş olması gerekmez.” (The Guardian, 7 Mart 2003)

 

* * *

 

Yeryüzünün en korkunç savaş ve insanlık suçlarını işlemiş olan Nazi yöneticilerini yargılayan Nürnberg mahkemesi yargıçları da uluslararası hukukun savaş ve barış konusundaki yogösterici ilkesini şöyle koymuşlardı:

Bir saldırı savaşı başlatmak, sadece uluslararası suç olmakla kalmaz; bu, bütünün kötülüğünü içinde biriktirmesiyle, öteki savaş suçlarından ayrı, en büyük suçtur.” (John Pilger, “İnsanlık Suçları”, Znet, 10 Nisan 2003)

 

* * *

 

Birleşmiş Milletler’in Uluslararası Hukuk Komisyonu, saldırının başlatılmasından iki gün önce, 18 Mart 2003’ten itibaren giriştiği ciddi uyarılarda, BM yetkisi olmadan girişilecek saldırının “haksız olacağını ve bir saldırı savaşı teşkil edeceğini” kesin bir dille belirtiyordu. (in: Le Monde Diplomatique Türkiye, 15 Nisan 2003)

 

* * *

 

Irak’ta tarihin en eski medeniyetlerinden günümüze kalan kültür mirasının yeryüzünden sonsuza kadar silinmesine, yüzlerce yaralının cançekiştiği hastanelerin yataklarının talan edilmesine kadar varan, ortaçağdan bin beter akıl almaz bir yağmaya, linçlere, kundaklamalara seyirci kalıp sadece petrol ve istihbarat bakanlıklarını korumakla yetinen Amerikan ve İngiliz kuvvetleri, 1907 Lahey ve 1949 Cenevre uluslararası sözleşmelerinin kendilerine yüklediği açık sorumluluğu hiçe sayarak, yasakları çiğneyerek alenen savaş suçu işlemekteydiler. (Crimes of War, in: Robert Fisk, “Who is to Blame...?”, The Independent, 12 Nisan 2003)

 

* * *

 

Uluslararası hukuk mürekkebi yalamış biri olarak bütün bu saygın hukukçuların, kurumların, sözleşmelerin söylediklerine inanıyorum. Biraz da siyaset bilimi mürekkebi yalamış biri olarak, Amerika Birleşik Devletleri yönetimi içine çöreklenmiş çok dar bir pre-faşist grubun, yönetim-büyük şirketler ve askeriye işbirliği ile bütün dünyaya, hukuk ve adalet kavramlarının tam zıddı olan “kaba kuvvet” ve zorbalıkla mutlak hakim olma (hatta uzaydan hâkim olma) planının ilk “denemesi”ni Irak’ta yaptığını, ama burada katiyen kalmayıp başka yerlere ahlâksızca, vahşice saldıracaklarına da inanıyorum. Ayrıca, Grotius’un dediği gibi “doğal hukuk ile uluslarası hukuku çiğneyen bir ulusun, gelecekte kendi barış ve dirliğinin savunma duvarlarını yıkmakta” olduğuna (a.g.e., s. 9) inanıyorum.

 

* * *

 

Öte yandan, yeryüzündeki tüm canlıların sonunu da getirmesi pekâlâ muhtemel olan bu vahşeti önleyecek bir tek gücün olduğuna da, en az yukarıda söylediklerim kadar inanıyorum. Bu gücün adı, savaş karşıtları ile adalet arayanların ortak hareketidir. Bu hareketin gündemine gelince:

“Gündem, her zaman olduğu gibi, dünyada neler olup bittiğini anlamaya çalışmakla başlamakta, ondan sonra da bu konuda birşey yapmayı içermektedir; herkesten daha iyisini yapabileceğimiz birşeyi. Bizim bu konudaki ayrıcalığımızı, gücümüzü ve özgürlüğümüzü – dolayısıyla sorumluğumuzu paylaşacak, ona ortak olacak pek az şey var.” (Noam Chomsky’nin Michael Albert’e verdiği mülâkat, 13 Nisan 2003)

 

* * *

 

“Ne olacak bu dünyanın hali?” sorusu da, işte bu yüzden, doğru sorulmuş bir soru değil. Dünyanın, durup dururken, kendiliğinden, birşey olması mümkün değil. Sorudan murat, onun değiştirilmesi ise, o bize bağlı -- Bizim seçimimize, daha doğrusu.

Bakalım seçme özgürlüğüne sahip miyiz?