Mithat Sancar'la Seçim Sonuçları Hakkında

-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete’de Mithat Sancar’la 12 Haziran’da yapılan milletvekili genel seçimlerinin bir değerlendirmesini yaptık. AKP'nin iki dönem üstüste iktidarda kalmasına rağmen, iktidar yıpranmasına uğramadan, üçüncü bir dönem oylarını arttırarak iktidarda kalmasının nedenlerini konuştuk. Ayrıca rahatlıkla bu seçimin ikinci galibi diyebileceğimiz Emek Özgürlük ve Demokrasi Bloku'nun başarısının anlamını da değerlendirdik.

Dinlemek için:

İndirmek için: mp3, 29 Mb.

15 Haziran 2011 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.

Açık Gazete’nin ve Meo Voto’nun podcast servisine abone olmak için tıklayın.

 

***

 

Ömer Marda: Günaydın Mithat.

 

Mithat Sancar: Günaydın.

 

Mahir Ilgaz: Günaydın.

 

MS: Günaydın.

 

ÖM: Herhalde seçimlerin bir değerlendirmesini yapmak uygun olur. Sence bu siyasi seçimlerin en büyük galibi kim?

 

MS: İki büyük galibi olduğunu söylemek daha uygun düşer tek bir adres göstermektense ki bu da açık zaten, biri AKP diğeri de BDP’nin desteklediği bağımsız adaylar ya da Emek, Özgürlük ve Demokrasi bloku. Bu sonuç çok açık, çok ortada, çok fazla tartışma götürür bir sonuç da değil, yani bir değerlendirme de değil. Bir defa AKP bu seçimlerden sadece geçen seçimlere göre oylarını %3-3,5 oranında arttırarak çıkmakla kalmadı, %50 bandına erişti. Bu psikolojik açıdan da önemli bir gelişme, önemli bir fark. Sadece 3 puanlık bir artış olarak görmemek gerekiyor bunu, 2 kişiden biri bu partiyi tercih etmiştir. İktidar yıpranması falan gibi faktörleri de katarak başarının daha da büyük olduğunu söyleyenler çıkıyor. İki dönemdir zaten hükümette ve hükümette olan bir parti normal şartlarda yıpranır, fakat AKP hükümette olmasına rağmen oyunu arttırdı. O da doğru ama belki burada ayrı bir değerlendirme yapmaya başlamak gerekebilir. Ben şöyle düşündüm; AKP aslında 2 dönemdir hükümette değil, AKP 2 dönemdir iktidar olmaya çalışan bir hükümet ve iktidar olma çabasını bu kadar açık yürüten başka bir parti olmadı bu Cumhuriyet tarihinde. Demokrat Parti de olmadı, bu ölçüde yapmadı iktidar olma mücadelesini. İktidar olma mücadelesi derken de neyi kastettiğimizi biraz açalım, aslında o da hemen anlaşılıyordur dinleyicilerimiz tarafından.

 

ÖM: Ama bir kere daha vurgulamakta yarar var, çünkü çok tuhaf bir durum.

 

MS: Evet. Vesayet sisteminin çözülmesi, yani ordunun siyasi alanı kontrol eden hegemonyasını ve iktidarını geriletmek veya tümüyle tasfiye etmek. Sadece ordunun değil bunun yanında bürokrasinin çeşitli kademelerinde, özellikle yargı bürokrasisinde yaygın olan, güçlü olan vesayetçi anlayışı geriletmek. İlk dönem, 2002-2007 arasındaki dönem zaten büyük ölçüde bu korkuyla geçirildi. AKP büyük ölçüde kendisine karşı darbe yapılacağı korkusunu yaşadı. O dönem esas hedef AB üyeliğiydi, AB’den tam üyelik için müzakere tarihi almaktı. Belki de tam o dönem darbe hazırlıklarının en yoğun olduğu ve muhtemelen bunların hükümet tarafından bilindiği bir dönemdi. AB hedefi bir bakıma darbe teşebbüslerine, planlarına karşı da güçlü bir güvence, kendilerinin dışında bir güvence arama çabasının bir ürünü olarak da görülebilir. Yani AKP hükümetinin birinci dönemini belirleyen esas motif, AB hedefine bir an önce ulaşmak, daha doğrusu AB’den müzakere tarihi almak için gerekenleri yapmaktı. O dönemde yapılanlar da önemliydi tabii; bir sürü reform yapıldı AB uyum süreci adı altında; anayasa değişiklikleri, çeşitli yasal değişiklikler yapıldı, insan hakları ve demokratikleşme alanlarında ciddi adımlar atıldı, Kürt sorununun çözümü konusunda hep tartışılan ama hiçbir zaman gündeme gelmeyen bazı mütevazı adımlar atıldı. O zaman için onlar büyük adımlardı, ama toplamda mütevazı diyebileceğimiz bir niteliğe sahipti. O dönem bir bakıma aslında hükümetten düşmeme çabasıyla belirlenmiş bir dönem olarak görülebilir.

 

2007’de 27 Nisan muhtırası var, onu hatırlayalım; 27 Nisan muhtırasına karşı seçimler erkene alındı ve 22 Temmuz 2007’de seçimler yapıldı. 2007’de seçimlere girilirken AKP’nin çok net bir hedefi vardı; askeri vesayeti, yargı vesayetini mutlaka ve mutlaka geriletmek veya kontrol altına almak. Çünkü kendisine karşı darbeler planlandığı ve 27 Nisan muhtırası gibi açık bir tehdit de ortaya çıktı. Zaten AKP’in bu hedefle 2007 seçimlerine girdiği çok açık, çok ortadaydı, yani seçimlerin erkene alınması bu nedenleydi.

 

ÖM: Arada da tabii Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması gibi çok ciddi bir olasılık vardı.

 

MS: Tabii.

 

ÖM: An meselesiydi ve tek bir oy farkıyla kurtardı, tam bir kaosun eşiğine gelinmiş olduğunu hatırlıyorum o sırada.

 

MS: Çok doğru, bütün bunlar arka arkaya yaşandı, bunları unutursak bugünkü gelişmeleri de anlamakta zorlanırız gerçekten. AKP’ye karşı, hem askeri hem yargısal darbe teşebbüsleri 2002-2007 arası her kademede her düzeyde denendi diyebiliriz. Zaten 22 Temmuz seçimlerinden hemen sonra Ergenekon operasyonlarının başlamasını da ancak bununla açıklayabiliriz. Ergenekon operasyonları da 27 Nisan muhtırası üzerinde erkene alınan seçimlerin hemen ardından başladı diyebiliriz. Ondan sonra yavaş yavaş gelişti, çeşitli planların adıyla alınan davalara dönüştü ya da davaları da kapsayacak şekilde genişledi bu süreç. AKP’nin ikinci dönem en büyük hedefi, kalkınmacı hedefler vs. bir kenara bırakılacak olursa askeri darbe ve yargı tehdidine karşı kendini olabildiğince güvence altına almaktı, bunda da başarılı oldu. Dolayısıyla ikinci dönemde de esas çaba yine hükümet konumundan iktidar konumuna doğru ilerlemekti. 2002’de hükümet olmasına bile izin verilmek istenmiyordu AKP’nin. AKP hükümet olarak tutunmaya çalıştı 2002’den 2007’ye kadar, ama 2007’den sonra hükümet olmaktan öteye geçmeyi kararlaştırmış bir parti görünümündeydi. İktidar olmak için güçlü hamleler yaptı gerçekten, cumhurbaşkanlığı seçimini gene bu şekilde başarıyla gerçekleştirebildi, o tehditlere karşı bunu gerçekleştirebildi. Arada 2009 yerel seçimleri oldu, orada bir oy düşüşü yaşandı, ama 2011’e geldiğimizde bence siyasi merkeze oturmaya müsait bir ortamda girdi. Siyasi merkezde önemli dönüşümler yaratmıştı AKP, 2011 seçimleri bir bakıma bunun ne ölçüde tescil edileceğini gösterecekti. Bundan önce 12 Eylül referandumu var ki 12 Eylül referandumunu da bundan ayrı tutmamak lazım, çünkü 12 Eylül referandumu bana göre askeri ve yargısal ya da bürokratik vesayetin mağlubiyetinin en büyük dönemeçlerinden biriydi, en önemli tescil olaylarından biriydi ve 2011’de bu süreç bana göre çok büyük ölçüde tamamlandı. Yani “AKP hükümetteydi de yıprandı” şeklindeki tez çok çalkantısız dönemler için ancak geçerli olabilir.

 

ÖM: Evet, ancak bu perspektif de çok anlam ifade etmiyor.

 

MS: Evet tamamen öyle. Burada klasik bir hükümet etme hali, bir hükümet etme dönemi yaşanmıyor ki zaten.

 

ÖM: Evet yani Ergenekon, Balyoz ve benzeri şeyleri dikkate almadan, muhtıraları dikkate almadan pekala geçerli olabilecek bir şey, ama tabii halkın, seçmenin gözünde de çok o faktörlerin hepsi.

 

MS: Hafızada canlı olduğunu düşündüğümüz şeyler tabii.

 

ÖM: O zaman da iktidar yıpranma payı filan söz konusu olmuyor.

 

MS: Aynen öyle. “Siyasi merkezi yeniden inşa etti” demiştim bugünkü yazımda, gerçekten siyasi merkezi yeniden inşa etti AKP. Bu siyasi merkezde neler var neler yok şimdi ona girmek istemem, yazıda da girmemiştim, çünkü diğer partilerle ilgili değerlendirmeyi yapmaya zamanımız kalmaz.

 

ÖM: Şimdi o zaman ikinci büyük galibe, BDP destekli bağımsızların başarısına geçelim.

 

MS: Evet. Burada bana göre elbette çok önemli AKP’nin başarısı. Kendisi açısından da Türkiye’nin siyasal tarihi ve bundan sonraki gelişmesi açısından da çok önemli sonuçlar doğuracak AKP’nin bu seçim zaferi, ama bana göre en az onun kadar önemli ve hatta bence onun kaderini de belirleyecek önemdeki gelişme, bağımsızların aldığı çok başarılı sonuçlardır. Çok başarılı diyoruz çünkü sadece 36 milletvekili çıkarmak değildir burada ölçütümüz. Kapatma tehdidi AKP’ye yönelik olarak vardı fakat bu blokun, hareketin partileri kapatıldı zaten.

 

ÖM: Üstelik!

 

MS: Sadece o da değil, KCK operasyonları adı altında yüzlerce, binlerce kadrosu içeri alındı. Ben televizyon programına çıkmadan 1 ay kadar önceydi galiba, olayların çok yoğun olduğu bir zamandı, Hasip Kaplan’la bir vesileyle konuşmuştuk o zaman; Şırnak’taydı ve “Olaylar öyle bir gelişiyor ki sanki bir şeyler olsun, gerilim olsun, kadrolarımıza yönelik operasyonun da gerekçesi ortaya çıksın diye. Belki de seçimlerde çalışacak, hatta sandığa gönderebileceğimiz insan bile kalmayabilir,” dedi. Yani o kadar yoğun gözaltı, tutuklama kampanyaları, operasyonları altında yürüttüler kampanyalarını.

 

ÖM: Sınırın öbür tarafına kalan cesetler hadisesi gibi, yüksek gerilim hattının daha fazlasını düşünmek bile mümkün değildi. Bir de bunlara Yüksek Seçim Kurulu’nun seçimlere 4 gün kala bağımsız adayların bazılarını veto etmesi girişimi vardı.

 

MS: Hukuksal ve fiili o kadar çok önemli olaylar yaşandı ki o dönemde, ama işte nasıl darbe planları, teşebbüsleri AKP’yi muhafazakâr ortalama seçmenin gözünde daha bir muteber kıldıysa, bana sorarsanız Kürtlerin gözünde de bütün bu baskılar sürekli daha fazla destek ihtiyacını, bu harekete daha fazla destek verme isteğini teşvik ediyor, tahrik ediyor.

 

ÖM: Evet, her iki açıdan da aslında toplumun içinde bulunan dayanışma ve o pozitif duyguları arttırıcı nitelikte oldu diyebiliriz bekli de.

 

MS: Türkiye’de seçmen olağanüstü bir ortak akıl sergiliyor. Ben başka ülkelerin seçimlerini inceliyorum tabii işim gereği, özellikle Avrupa’yı filan daha çok dikkate alıyoruz, oralara baktığımızda ülkenin sosyolojisine bu kadar uygun, siyasal dinamiklerini bu kadar yansıtan bir seçmen davranışına rastlamak emin olun mümkün değil. İnsanı hayretlere düşürecek kadar sağlam bir sosyolojik temeli var seçim sonuçlarının.

 

BDP’nin bu seçimlerdeki başarısının bir anlamı da bugün yazıda vurguladığım şeydir; artık yeni bir siyasi merkez var, bir yanda ülkenin geneli ve devletin içinde bir merkeze karşı yeni bir siyasi merkez oluşturmuş oldu. Bu yeni siyasi merkez oluşturmanın sonuçları çok önemli olacak, önümüzdeki günlerde çok daha fazla tartışacağız bunu. Artık BDP’ye geçecek milletvekilleri, BDP, bir yeni siyasi merkezin görünürdeki adı, adresi olacak önümüzdeki dönemlerde. Bu blokun seçim başarısı, Kürt sorununda artık oyalama taktiklerine yer bırakmayacak kadar güçlü bir muhalefetin de yürütülecek olması demektir.

 

2007’deki seçimlerden sonra “Kürt açılımı” dendi, “demokratik açılım” dendi, ismi değişti vs. sonuçta ortada fazla bir şey kalmadı noktasına gelindi. Ama bu seçimlerden önce BDP bazı projelerini, bazı taleplerini fiilen hayata geçireceği yönünde açıklamalar yaptı. Sadece BDP değil, BDP’den daha önemlisi bu açıklamaların Kandil’den, Brüksel’den ve İmralı’dan gelmiş olmasıdır. Yani kısaca PKK’nın da artık çok güçlü bir halk desteğiyle siyasal alanda temsil edilmesi ve sonra da bazı talepleri, bazı hedefleri fiilen yaşama geçirmeye başlaması demektir. Sivil itaatsizlik bunun bir tür antrenmanı gibiydi. Eğer basını, daha doğrusu PKK’ya yakın internet sitelerini takip ettiysek görürdük, ya da edenler gördü; bu seçimleri bir tür demokratik özerklik referandumu olarak sundular. Sürekli “Biz burada sadece seçime girmiyoruz, demokratik özerkliği oyluyoruz,” şeklinde yazılar, başlıklar, propaganda metinleri çıktı. “Demokratik özerkliği oyluyoruz” diyen bir hareketin, “en önemli hedefimiz olan bir talebin hayata geçmesi için irademizi ortaya koymak istiyoruz” şeklinde bir seçim stratejisi, sadece bir partiye ya da sadece bir çevreye dayanarak seçime girmeyi imkânsızlaştırıyordu.  Demek istediğim şu; sadece klasik geleneksel kendi çevresinden insanlarla seçime girmek bu iş için küçük kalırdı, daha büyük bir stratejiye ihtiyaç vardı. O nedenle de Kürt hareketinin sembol isimlerinden, Kürt siyasi dünyasının sembol isimlerinden Şerafettin Elçi gibi, PKK’ya karşı olduğu uzun dönem çok ciddi eleştiriler yaptığı bilinen bir ismi de saflarına davet ettiler ve milletvekili adayı olarak gösterdiler. Altan Tan’ı aday gösterdiler. Bu da yetmedi, daha ötesine geçtiler, bu sefer çok daha başarılı bir şekilde Türkiye solundan, Türkiye’de çevreci hareketinden, başka gruplardan insanları da daha fazla seferber edebildiler, edebilen bir blok yarattılar, daha çok heyecanlandıran bir blok yarattılar. Popüler isimlerle ilgiyi çok canlı tuttular Sırrı Süreyya Önder gibi, Ertuğrul Kürkçü gibi isimlerle daha da canlı tuttular ve %10 barajına rağmen, olağanüstü, akılları durdurucu derecede olağanüstü bir disiplinle hedeflerinin üstüne çıktılar. Kendi hedefleri de 35’i aşmıyordu zaten. Daha doğrusu 35’i aşmak gibi bir hedef telaffuz ettilerse bile gerçekçi beklentileri 30-32 idi ve şimdi bunun ötesine geçtiler.

 

Bu siyasi merkezin oluşmasının sonuçları neler olabilir? Fiilen taleplerini hayata geçirmeyi deneyecekler dedik; demokratik özerkliğin bazı unsurlarını yerel yönetimler aracılığıyla fiilen hayata geçirmeye başlayabilirler, ama bence bu hemen olacak bir şey değil. Çünkü bir defa yeni parlamento oluşacak, dengelere bakılacak. AKP’nin tutumu çok belirleyici olacak bu noktada. AKP’nin, daha doğrusu devletin İmralı’yla, Öcalan’la yürüttüğü görüşmelerde nereye varılacağı, AKP’nin yasal alanda, yasal siyasal alanda BDP’ye karşı nasıl bir tavır takınacağı çok önemli. Bunlar Kürt hareketinin, Kürt siyasal hareketinin bundan sonraki dönemde izleyeceği politikaları belirleyecek ilk parametrelerdir, en önemli parametrelerdir.

 

ÖM: Bir de seçimden hemen önceki ortamı düşünecek olursak, adeta bir nitelik değişimi olduğunu söyleyebiliriz seçim sonrası tablonun. Yani son derece tehlikeli, her an kırılabilir bir feci bir sürecin eşiğinde olma duygusu vardı, uçurumun eşiğinde olma duygusu vardı. Hatta uçurum metaforunu da kullandık sık sık.

 

MS: Tabii tabii benim yazımın da başlığıydı.

 

ÖM: Evet, oradan birdenbire oldukça demokratik bir tablonun çıktığı, özgürlükçü ve çoğulcu demokrasinin yerleştiği, süreçlerin yerleşmekte olduğu ve süreçlerin de işlerlik kazandığı, normalin geçerli olduğu bir yere geliyoruz. Günle gece gibi farklılık oldu gibi geliyor bana. Bu da oldukça ilginç.

 

MS: Oraya geldiğimizi söylemek için çok erken.

 

ÖM: Erken evet.

 

MS: Bir defa seçimlerin yaşanması, seçimlerin yapılması ve tüm o baskılara, bazı kazalara rağmen, genelde güvenlik içinde, barış içinde bir seçim yapılmış olması çok önemli.

 

ÖM: Evet.

 

MS: Demokratik terbiye açısından da çok önemli sonuçları vardır.

 

ÖM: Evet, çok yüksek katılım olması filan.

 

MS: Evet çok yüksek katılım vardı; gerçekten şu an bütün Avrupa ülkelerinin imrenebileceği kadar yüksek bir siyasi ilgi vardı.

 

Şimdi Kürt sorununda neler olabilir? Bir defa, AKP’nin anayasayı tek başına değiştirecek bir milletvekili sayısına ulaşmamış olması dolayısıyla yaşadığı bir burukluk var. Bu burukluk %50 oyla dengeleniyor gibi görünebilir ama bence kendileri açısından %50 oy hiç önemsiz değil ama milletvekili sayısı çok daha önemli. Çünkü hedef oy oranına göre değil milletvekili sayısına göre tanımlanmıştı. O nedenle sanki yeni dönemde bu sayıya ulaşamamak dolayısıyla neler yapılacağı konusunda bir bocalama yaşayacaktır AKP. Yani hedeflerini çok net bir şekilde belirlemiş ve öyle gidecek diye düşünmek bana göre biraz eksik bir yaklaşım olur ya da tam hakikati yansıtmaz.

 

Bağımsızların, bu bloğun başarısı bizim seçimlerden önce konuştuğumuz bir konuyu da, bir meseleyi de tekrar hatırlatıyor bize; daha doğrusu o zaman yaptığımız bir tespitin ne kadar doğru olduğunu gösteriyor. Hani uçurumun kenarı yazısı üzerine konuşmuştuk, “dağla ova, kırla şehir arasında mesafe çok azaldı,” demiştik. Yani artık PKK ayrı, BDP ayrı, halk ayrı falan diye bir ayrım yapmak hiçbir şekilde inandırıcı değil. Zaten bu ayrımı yapmak çok zorlamaydı, yine de belli ölçülerde buna bir gerekçe bulunabiliyordu, bunu biraz temellendirmek mümkün oluyordu, ama şu seçimler çok açık gösterdi ki aslında neredeyse PKK’ya oy verildi. Şimdi böyle dediğimiz zaman hemen tersinden sonuçlar çıkarmağa yatkın insanlar tarafından, “Haa, demek BDP zaten PKK’ymış o zaman kapatılması da, baskılara maruz kalması da doğrudur,” gibi bir yaklaşım çıkarılırsa, Türkiye’de savaşın esas sebebinin bu zihniyet olduğunu unutmuş olurlar ya da kendileri zaten bunu düşünebilecek durumda değillerdir. Bu zihniyet Türkiye’de şiddetin sona ermesinin önündeki en büyük engeldir. Çünkü çok kocaman bir realiteyi, PKK realitesini görmeyi, tahlil etmeyi, anlamayı ve ona göre politikalar geliştirmeyi engelliyor. Bu seçimler PKK realitesi dediğimiz şeyi çırılçıplak bir şekilde ortaya koydu. Çırılçıplak diyoruz ama henüz bunu görmeyen çok geniş bir kesim var batıda, ama galiba bu sefer daha fazla görmek zorunda kalacak herkes. Çünkü PKK çok açık bir şekilde yaptı bunu, BDP ile PKK arasındaki mesafe çok fazla azaldı. Ben bunu olumlu anlamda söylüyorum. Takiye bitti artık. O ayrımı zorlamak için daha doğrusu böyle bir ayrım yaratmak için neler yapılmadı ki? Hatırlayalım; KCK operasyonları,” iyi Kürt, kötü Kürt” ayrımı, BDP’yi PKK’nın etkisinden kurtarmak gibi gerekçelerle... Bir sürü operasyon bu gerekçelerle meşrulaştırılmak istendi, ama yok böyle bir ayrım. Bu seçimlere PKK sanki doğrudan giriyormuş gibi bir hava vardı her aşamasında.

 

ÖM: Evet.

 

MS: Demek ki bu yeni oluşan siyasi merkezin de PKK olduğunu kabul etmemiz gerekecek. 2.5 milyon civarında seçmenin oyu var değil mi bu blokun arkasında?

 

ÖM: Evet.

 

MS: Başbakan’ın seçim öncesinde yaptığı gibi “terörist” diyerek onlara yaklaşmak çok tehlikeli, yani bir ülkenin barış için barışa ulaşmak yolunda yapabileceği en büyük hata.

 

Bu iki merkez şimdi sağlam duruyor yerinde, yani kendilerini çok güçlenmiş hissediyorlar, ikisi de haklılar. Dolayısıyla bu iki aktörün karşı karşıya bulunması iki ihtimali de güçlü bir şekilde ortaya çıkarır. Güçlü aktörler kendilerine güvendikleri için müzakere yaparlar ya da güçlü aktörler kendi güçlerini daha fazla pekiştirmek için karşı tarafı dikkate almayan bir politika izlerler. Yani sertlik,”benim dediğim daha çok olsun” politikası izleyebilirler, müzakereden uzaklaşıp bastırmaya geçebilirler. Kürt sorununda yaşanacakları, anayasa tartışmalarında yaşanacakları bu iki ihtimale göre değerlendirmemiz gerekiyor, yani bu iki ihtimalden birine göre gelişecek veya ara ihtimaller ortaya çıkacak. Onları göreceğiz, ama ben burada CHP’nin de kritik bir rol oynayabileceği kanısındayım ki yazıda da bunu belirttim. Seçim kampanyasındaki söylem devam ederse, bu yönetimin bütün zaaflarına, bütün çelişkilerine rağmen, kampanya sırasındaki barış söylemi sürerese, Sezgin Tanrıkulu’nun temsil ettiği demokratik çözüm çizgisinde ya da çabasında ilerlerse, ana muhalefet partisi olmanın ötesine geçecektir CHP. Yeni Türkiye böylece 3 aktörün katılımıyla kurulacaktır ki bugün toplumun %85-86’sı bu 3 aktörün aldığı oylarda temsil ediliyor; AKP, CHP ve BDP.

 

ÖM: Ve barışçı bir demokratik çözüm arayışının aktörleri.

 

MS: O da olacaktır eğer bu başarılamazsa önümüzdeki dönemde sıkıntılar daha fazla olur çünkü siyasi merkez olmanın arkasındaki dinamikler harekete geçecektir Kürt siyaseti açısından.

 

ÖM: O zaman tabii CHP’nin içindeki vesayeti temsil eden insanlarla, belki partinin içinde de bir bölünme olabilir. Onu tabii ayrıca konuşmak lazım.

 

MS: O da olabilir, böyle olursa önümüzdeki dönem Kürt sorununda çözüm yönünde ciddi mesafe almak bir yana, yine çok tehlikeli, gerilimin çok yüksek olduğu günlere dönme ihtimalimiz de vardır, ama ben bu ihtimalin daha düşük olduğunu düşünüyorum.

 

ÖM: Günün bu en umutlu yorumuyla da bitirelim istersen.

 

MS: Tamam.

 

ÖM: Çok teşekkür ederim.

 

MS: Ben teşekkür ederim. Hoşçakalın .