Medeni İnsanların Yasası

-
Aa
+
a
a
a

Sidney Hyde Park, 20 Mart 2005:

 

Geçen gün, Aborijin film yapımcısı Richard Frankland şöyle dedi: "Sesiniz çıktığında, özgürsünüz demektir ve özgür olduğunuzda, sorumluluğunuz da vardır. Politikacılarla pazarlık etmek işe yaramaz. Tutumları değiştirmeniz gerekir." Bugün hepimizin görevi işte bu. Kolay bir iş değil. Aslında Avustralya ve diğer ülkelerdeki birçok iyi insan seslerini duyurmanın mümkün olmadığını düşünüyor: bağnaz ve şiddet yanlısı güçlerin çok güçlü olduğuna inanıyorlar.

Ve evet, güçlüler. John Howard Avustralya halkına sürekli yalan söyleyebilir ve bundan da paçayı sıyırabilirmiş gibi görünüyor. Federal mecliste İşçi Partisi muhalefet yapmıyor. Kötü bir şaka gibiler… Dışişleriyle ilgili muhalefet sözcüsü Kevin Rudd, tamamen ve alenen saçma olmadığı takdirde, hükümetin hiçbir icraatıyla ilgili eleştiri yapmaz hale geldi.

Ayrıca, bizi doğru dürüst bilgilendirmeleri için para ödediğimiz, Howard'ın yalanlarına meydan okuması ve bizim ifade özgürlüğümüzü –ki her demokrasinin temel taşıdır- savunması gerekenlerin de nerede durduğunu biliyoruz. Medyadan söz ettiğimi elbette anladınız; gazeteciler, televizyoncular. Birkaç onurlu istisna dışında, sadece korkak ve sessiz olmakla kalmayıp, bu toplumda, Doğu Avrupa'daki Stalinist rejimlerdeki medyaya benzer bir yer işgal ettiklerini de biliyoruz.

Tüm meslek yaşantım boyunca baskıcı rejimlerin hüküm sürdüğü ülkelerde, genellikle de gizlice, çalıştım. Oralarda muhaliflerin bana basından okudukları haberler, bu ülkedeki Murdoch medyasında her gün okuduğunuz haberlerden daha aşağılık ve yalan değildi. Örneğin Doğu Avrupa ülkelerindeki gazetelerin "evcil" Moskova muhabirleri vardı ve bunlar papağan gibi Kremlin'in ağzından yazıyorlardı. Sydney Morning Herald gazetesinin Washington muhabiri Michael Gawenda'yı bir okuyun, hiç fark olmadığını göreceksiniz. O da aynı şekilde, Bush'un, Orta Doğu'ya demokrasi getirmek gibi tehlikeli acayipliklerini aynen yazıyor; oysa durum bunun tam aksi.

Bunu göz önüne aldığımızda aklıma şu soru geliyor: Hiç utanmaları yok mu?

Uluslararası medya izleme örgütü Sınır Tanımayan Gazeteciler'in üç yıl önceki yıllık raporunda Avustralya'yı 41. sıraya yerleştirdiklerinde hiç utanmadılar mı? Daha fazla basın özgürlüğüne sahip bazı ülkeler şunlardı: Lituanya, Bosna, El Salvador, Dominik Cumhuriyeti, Bulgaristan, Hong Kong. Tüm bu ülkeler ya diktatörlükle yönetiliyor ya da savaş veya sivil ayaklanmalar nedeniyle zayıf düşmüş durumda; ama yine de 2002 yılında hepsinde de, otokrasilerden bir adım ileride olan Avustralya'dan daha fazla basın özgürlüğü var. Bunların hiçbiri ve durumun neden böyle olduğu, Avustralya medyasının bayıldığı, birbirlerine yağcılık yaptıkları sayısız ödül töreninde dile getirilmedi.

Şerefli istisnalar bir yana, miskin gazeteciler de sinik siyasi muhalefet gibi, şirket akademisyenleri gibi, hesap sorulmayan saldırgan iktidarı ve bugün bize McDonalds ve Hungry Jack's dışında başka seçim şansı tanımayan çökmüş bir demokrasiyi temsil ediyorlar. Ama, bizi temsil etmiyorlar. Ve bizim adımıza konuşmuyorlar. Ve insanlık adına konuşmuyorlar. Ve demokrasi adına konuşmuyorlar. Ve birçok insanın uğruna yaşadığı tüm ahlaki değerler adına konuşmuyorlar. Aslına bakarsanız, bunların tam aksi adına konuşuyorlar.

Bunu ilk kez 1970li yıllarda Stalinist rejim altındaki Çekoslovakya'dayken anladım. Bu ülkede sesini yükselten muhaliflerin sayısı çok azdı; buna rağmen rejimin onları susturmak, saldırmak ve devlet basını aracılığıyla aşağılamak için neden bu denli uğraştığını anlamıyordum. Bu soruyu 1968 Prag Baharı marşlarını o muhteşem sesiyle söyleyen, büyük protest şarkıcı Marta Kubisova'ya sordum. Benimle gizlice buluşan Marta sorumun cevabını en protest şarkılarından biri olan ve Evrenin Plastik Halkı adlı yasaklı bir Çek grubun yazdığı şarkının sözleriyle yanıtladı. Ben sözleri biraz kısalttım.

Yaşlılardan, hatıraları yüzünden korkuyorlar,

Gençlerden gençlikleri yüzünden korkuyorlar,

Uzak yerlerdeki kurbanlarının mezarlarından korkuyorlar

Tarihten korkuyorlar. Özgürlükten korkuyorlar.

Gerçekten korkuyorlar. Demokrasiden korkuyorlar

O zaman biz neden onlardan korkuyoruz?... madem onlar bizden korkuyorlar.

Irak'a yapılan vahşi saldırının ikinci yıldönümünü andığımız bugün, hiçbirinizin aklınızdan çıkarmaması gereken bir şey var: yalnız değilsiniz; Bush, Blair ve Howard'ın yarattığı tehlikeleri ve ahlaksızlıklarını kabul etmeyi reddeden, dünya çapında büyük bir hareketin parçasısınız. Dün, sizin gibi, tüm dünyada insanlar savunmasız bir ülkeye, Irak'a, yönelik nedensiz saldırıya ve 100,000'den fazla insanın öldürülmesine ve kaynaklarının çalınmasına ve topraklarının zehirlenmesine karşı duydukları öfke ve itirazlarını haykırdı. Tüm bunlar, yalan olduğu kanıtlanabilir nedenlerle haklı çıkarılmaya çalışıldı. John Howard'ın 2003 Şubat'ının başlarında yaptığı konuşmayı hatırlayın. 53 dakika konuştu ve bu sürede en az 20 kere kitle imha silahlarıyla ilgili yalan söyledi: bir saatten az bir zamanda 20 yalan. Bush ve Blair bile bunu aşmakta zorlanır.

Sonra da Avustralya birliklerini, uluslararası hukukun mihenk taşı olarak evrensel kabul görmüş ve saygı gösterilen 1946 Nuremberg kararlarına göre "önemli bir savaş suçu" olan bir saldırıda yer alması için gönderdi

 Bu ne uydurma, ne de ajitasyon ve propaganda. Bu, medeni insanların yasası. Ve bizim görevimiz de insanların kendi adlarına işlenmiş bu büyük suçu öğrenmelerini ve medya gibi, bizim adımıza konuştuklarını iddia edenlerin en umulmazı, sanki hiç suç işlenmemiş, sanki binlerce insan öldürülmemiş, sanki her şey sadece 'dünya düzeninin meşru bir uyarlamasıymış gibi nasıl normalleştirdiklerini anlamalarına yardım etmektir.
 J. Pilger, Sidney, 20 Mart 05 

 

 Demek istediğim şu: onlar saygıdeğer değil; saygınlık giysilerini giyiyor ve arkalarında bir yalakalar ordusuyla dolaşıyor olabilirler ama, emin olun onlar suçlunun önde gideni.

Geçen gün ABC kanalından yabancı bir muhabir, Sidney'deki bir kitapçıda mesleki maceralarını anlatan kitabının tanıtımını yapıyordu. Dinleyicilere, nihayet siyasilerin en azından birbirlerini öldürmediği bir ülkede yeniden bulunmaktan mutlu olduğunu söyledi. Bu doğru. Söylemediği şeyse, aynı politikacıların başka ülkelerdeki kadın, erkek ve çocukların öldürülmelerine göz yumduğuydu. Mesela Felluce… Bu ülkede ana akım denen medyada haber olamadı. Buna, ara sıra bizi Bush'un Irak'ta işlediği saldırı suçları hakkında kıyısından köşesinden haberdar ettiği için Howard hükümetinin kendisini sindirmesine izin veren ABC de dahil.

Zaman geldi de geçiyor. Artık gazetecilerin saf değiştirip konuşmaya başlama zamanı. Öğretmenlerin tahtalara Milan Kundera'nın müthiş gerçekliğini yazma zamanı: "Halkın iktidara karşı direnişi, belleğin unutmaya karşı direnişidir." Tehlikeleri bilip de hiçbir şey söylemeyenlerin –akademisyenler, avukatlar, sendika liderleri ve hatta milletvekillerinin- kendi ayrıcalıklarının, zorlukla elde edilmiş yüzlerce yıllık yurttaş haklarına yapılan ısrarlı saldırılarla altı oyulmadan önce sessizliklerini sona erdirmelerinin zamanı geldi. Yurttaş haklarına yönelik saldırı kendini, başka ülkelerde işkence gören Avustralyalıları hükümetlerince yüzüstü bırakmalarında ve bu ülkede insanların süresiz gözaltında tutulmalarıyla kendini ifade ediyor. Ve tüm bunlar aslında adalet sistemimizin temel ilkesi olan suçu ispat edilinceye kadar masum sayılma ilkesinin (masumiyet karinesi) nasıl da erozyona uğradığını gösteriyor.

Her şey bir yana, ne kadar önemli olduğunuzu asla unutmayın. Onlara bir kez daha büyük bir demokrasi dersi verenler, dünyanın dört bir yanındaki milyonlarca kişiyle birlikte, sizlersiniz. Irak'ın işgalini önleyemediniz ama sizler ve İspanya'da ve İngiltere'de ve Fransa'da ve İtalya'da ve Brezilya'da ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki sizin gibi milyonlar, Washington ve işbirlikçilerinin rejiminin gerçek karanlık yüzünü dünyaya gösterdiniz.

Gazetecilik hayatımda daha önce dünyanın dört bir yanındaki sıradan insanların, bizi bekleyen tehlike ve meselelerle ilgili bu kadar uyanık olduğunu hiç görmemiştim. Bugün birçoğu yanımızda değil ama inanıyorum ki, onların destekleri burada bizimle birlikte. Birinci Dünya Savaşı sırasında Avustralya'da uygulanması planlanan silah altına almayı önleyen ve büyük oranda kadınlar tarafından yürütülen halk hareketini hatırlayın. O kampanyayı yürütenler de kendilerini bazen yalnız hissetmişti, ama yalnız değillerdi: Onlar doğrunun sesiydi.

Siz ve hareketiniz olmasaydı, şimdiye kadar İran ve Kuzey Kore'ye saldırılmış olacaktı ve Kuzey Kore'de nükleer silahlar kullanılmış olacaktı.

Bu başarılarınızla gurur duyun: Bush ve Blair ve Howard'ın kötücül ve saldırgan iktidarlarını açığa çıkardığınız için gurur duyun. Onlar sahte kabadayılıklarının arkasında sizden ve sizin gibi düşünen milyonlardan korkuyorlar. O zaman şarkının dediği gibi, neden onlardan korkalım ki?

Çeviren: Özlem Dalkıran