Marco Ferreri üzerine

-
Aa
+
a
a
a

Marco Ferreri, adına düzenlenen toplu gösterimdeki “kült figür” tanımını hak ediyor elbette: İçki satmak için veterinerlik eğitimini terk eden, reklam filmi çekmek için girdiği sinemada otuza yakın film kotaran, hemen hep rahatsız edici ve aynı zamanda eğlendirici olmayı başarmış bir yönetmen.

 

Nedir, kült sıfatının yapıştırıldığı kişi ya da kavrama yaptığı kötülük, Ferreri için de söz konusudur: Tam anlamıyla incelenmeden, kaba hatlarıyla anılmak, tanıtılmak, hatta kült sözcüğünün kökenine vurgulamayla sorgulanmadan tapınılmak.

 

Aslında, Ferreri de sorgulanmayı güçleştiren bir anlayışla inşa etmektedir filmlerini. Hem filmden filme hem de aynı filmin içinde bile istikrarsızdır Ferreri’nin biçemi. Festivalde gösterilen filmlerden örnekleyeyim: Bukowski’nin altı değişik öyküsünden oluşturulmuş Sıradan Delilik Öyküleri’nin senaryosu, diğer filmlere kıyasla, en yalınkat olanıdır. Oysa tek bir metinden yola çıkılarak gerçekleştirilen diğer filmler sağa sola kaçışan çocuklar gibidir. Ferreri için söylenebilecek son şey, kendine özgü bir plastik evreninin olduğudur. Onun filmlerini biçeminden tanımak mümkün değildir. Bu filmlerin ritimleri, renk ya da ışık seçimleri birbirlerinden değişik, hatta taban tabana zıttır.

 

Pekiyi, Ferreri’yi bu denli önemsenen, hiç olmazsa ihmal edilemeyen bir yönetmen yapan nedir?

 

Sorunun yanıtı, Ferreri’nin seçtiği konular ve anlattığı öykülerde sürekli vurguladığı noktalardır. Örneğin, Ferreri erkeğin erkek gibi davranma yükümlülüğünün gülünçlüğünü vurgular hep. Büyük Tıkınma’nın pilotu, Beyaz Kadına Dokunma’nın General Custer’ı, Elveda Erkeklik’in La Fayette ve Luigi’si, hatta Serking adıyla yeniden vaftiz edilen Bukowski bile, erkek rolünün altında ezilirler. Çevrelerine yaydıkları güçlü cinsellik iletileri, maço tavırları onların yalnızlıklarının, sonunda yıkımlarının nedeni olur.

 

Ferreri bu erkeklik iddiasıyla savaşımını öyle uç noktalara götürür ki, Beyaz Kadına Dokunma’da ihtirasından erkekleşen Catherine Deneuve de erkeklerle aynı yazgıyı paylaşır.

Şunu da söylemek mümkün: Ferreri anlattığı öyküleri öyle muğlak zaman – mekan bağlamlarına yerleştirir ki, izlediğimiz öykülerin sadece öykü olarak kalması olanaksızdır. Büyük Tıkınma, dört zengin kaçığın kendilerini helak etmesi midir yalnızca? Beyaz Kadına Dokunma’yı Paris’te geçen bir western alegorisi olarak niteleyip geçmek mümkün mü? Elveda Erkeklik hangi New York’ta hangi zamanda geçmektedir – orada gözüken binalar

 

İkiz Kuleler midir?

 

Bu muğlaklık içinde akan öykülerin kişileri, kendilerinden çok, temsil ettikleri değerler sisteminin göstergelerine dönüşürler giderek: Belli bir sınıfın, belli bir ideolojinin, belli bir düşünce biçiminin etlenip butlanmış hallerini canlandırırlar öykülerde. Bu dönüşümü Büyük Tıkınma ya da Beyaz Kadına Dokunma’da izlemek görece kolaydır: Tüketim ideolojisine teslimiyet ya da hakim sınıflara başkaldırı temaları Ferreri tarafından gözümüze sokulur. Ne güzel ki, Sıradan Delilik Öyküleri’nde daha incedir Ferreri, gerektiğinde denetimli bir temsilleştirme kurabileceğini kanıtlar: Serking sadece Bukowski’yi değil, topluyaşamsal rolüne başkaldıran insanın ikilemlerini de temsil eder.

 

Ferreri filmlerinin ortak noktalarını bulmaya çalışırken şunu atlamamalı: Ferreri filmden filme bir kan davasını da sürdürür. Majiskül harfle yazılmış uygarlık ve kültürle kavgalıdır Ferreri. Önümüze sürülüp durulan değerler sistemini yadsırken, sistemin akılla ilgili bölgesine vurur usanmadan: Büyük Tıkınma’da yeme içme kültürüne, Beyaz Kadına Dokunma’da piyasa manipülasyonunun uygarlık olarak sunumuna, Elveda Erkeklik’te bir mumya müzesi olarak hicvettiği uydurulmuş atıflar alanı tarihe, Sıradan Delilik Öyküleri’nde ise sanatsal üretim için yaratılmış romantik yaftalara saldırır.

 

Bir de şu: Başkaldıranların, savaştıkları topluyaşama kıyasla bir hiç olduklarının her zaman ayrımındadır. Anlattığı öykülerde mutlu sona rastlanmaz; hatta ölüm bile kurtuluştur, çokları ölüme kendileri koşarlar.

Ferreri’yi şimdi kült figür olarak kabul etmek, en uygun sözcük bu sanırım, tehlikesiz. Muhafazakar Yeni Sağ’ın yükseldiği dönemde densiz hatta hayasız bulunup dışlanan bir yönetmeni hicvettiği mumyalar müzesinin bir heykeli olarak sunmaktır bu. Ferreri filmlerinden ideolojik karşı duruş öğesi çıkarıldığında, dayatılmış ahlakın da sınıf ayrımının bütünleyicisi olduğu göz ardı edildiğinde elde kalan Ferreri’nin saygısız, biraz da vahşi saldırganlığıdır zaten. Son yıllarını sinema endüstrisinin sınırlayıcı yapım koşullarına karşı savaşarak bir yönetmendir Ferreri. Bu da onun sağa sola saldırmaktan başka derdi olmayan biri değil, yaptığı işi üretim tüketim ilişkileri açısından da sorgulayan akıllı biri olduğunun kanıtıdır.