La Fontaine'in Kulakları Çınlasın

-
Aa
+
a
a
a

 

Ayşe Buğra ve Çağlar Keyder'le Sosyal Politika Forumundan:

 

"Sen bütün yaz şarkı söyledin, çalışmadın, kışın açlıktan öleceksin" demiş karınca ağustos böceğine. Karınca bunu der, ama insan insana bunu diyebilir mi, o ayrı bir mesele. Toplumda bir karıncalaşma hevesi görüyorum, ama burası bir insan toplumu, bir karınca toplumu değil.

 

Ömer Madra: "Sosyal güvenlik açıkları" denen kavramı biraz irdeleyelim mi? Çünkü çok sık kullanılan, ama galiba atfettiğimiz değer açısından çok farklı anlamları olan bir kavram.

 

Ayşe Buğra: Ben şöyle görüyorum; bu neoliberalizmin ideolojik bir hegemonyası var ve bu ideolojik hegemonyanın en açık bir biçimde ortaya çıktığı alanlardan biri sosyal güvenlik açığı tartışması. Çünkü sadece ekonomik liberaller değil kendine solcu diyenler de aynı diskuru kullanıyorlar. Sürekli bir muhasebeci mantığıyla fonda şu kadar para var, şu kadar harcama yapılacak, açık şu kadar diye yanıp yakılıyorlar. Eğer özel sigorta şirketi yöneticisi olsak bu mantık doğru ama bu sosyal sigorta! Yani sigortanın önünde bir "sosyal" kelimesi var. Bu doğrudan doğruya toplumsal dayanışmaya işaret eden bir kavram. Örneğin emeklilik bir zamanlar çalışmış ama yaşlanmış ve emekliye ayrılmış olanlara, halen çalışmakta olanların yükümlülüğüdür. Şu kadar para biriktirdiniz, şimdi yaşlılığınızda o parayı harcayacaksınız anlamına gelmez. Bu toplumun nesiller arası bir taahhüdüdür, nesillerin birbirine bir taahhüdüdür. Çalışanlar çalışamayacak durumda olanları yaşlılıklarında desteklerler. Aynı şekilde sağlık sigortası konusunda aynı durumun söz konusu olması gerekir. Aksi takdirde hakikaten bana en iyi açıklayıcı hikâye, ağustos böceği ile karınca hikâyesi gibi geliyor. "Sen bütün yaz şarkı söyledin, çalışmadın şimdi kışın açlıktan öleceksin" demiş karınca ağustos böceğine. Karınca bunu der, ama insan insana bunu diyebilir mi, o ayrı bir mesele.

 

ÖM: Evet, La Fontaine'in de kulaklarını çınlatalım.

 

AB:La Fontaine'in kulaklarını herkes çok örtülü bir şekilde çınlatıp duruyor, çünkü toplumda bir karıncalaşma hevesi görüyorum. Ama burası bir insan toplumu, bir karınca toplumu değil. Sağlıkta bunun çok açık örnekleri var. Nasıl dersiniz çocuğu hasta bir insana; "senin çocuğun iyileşmeyecek çünkü senin sağlık sigortanda yeterli kaynak yok, senin çocuğun ölecek, "ynı hastalıktan komşunun çocuğu tedavi görüyor, o iyileşecek, çünkü onun sigortasında yeterli para var" denilebilir mi? Böyle konuşulabilir mi bir toplumda? Böyle bir toplum olabilir mi?

 

ÖM: Evet, hakim olan temel fikir tamamen piyasa mantığıyla bunu çözmek gibi görünüyor.

 

AB: Evet. Zaten Polanyi de Büyük Dönüşüm'de vurgular; 19. yüzyılda da topluma piyasa mantığı yayılırken, hayvan benzetmeleri çok kullanılmış, insanlara La Fontaine'in masalları gibi hayvanlar aleminden örnekler verilmiş. Bu benzetmelerle toplumu götürmek zor tabii.

 

Sol da bu dili kullandığı sürece tartışmayı başka düzeye çekmenin bana çok bir yolu varmış gibi gelmiyor doğrusu. Biz "sosyal güvenlik kavramı üzerine başka bir biçimde de düşünülebilir, başka bir biçimde düşünülmesi daha anlamlıdır" diye  söyleyip duruyoruz ama kim ne kadar dinleyecek, ne kadar anlayacak bilmiyorum.

 

ÖM: Ana muhalefet partisi olarak Cumhuriyet Halk Partisi'nin bu konuda geliştirdiği bir kavramlar dizini var mı?

 

AB: Bilmiyorum. Onlar geçmiş hükümetlerin Sosyal Sigortalar Fonu'nda biriken parayı har vurup harman savurmuş olmalarını vurgulayacaklardır. SSK güya özerk bir kurumdur ama yakın zamana kadar bütün hükümetler bu kaynakları istedikleri gibi harcadılar, eğer bunlar anlamlı bir biçimde, gelir getirici bir biçimde yatırılmış olsaydı açıklarla en azından bugün karşılaşmayacaktık. Bir noktada yine karşılaşacaktık, ama Sosyal Sigortalar Fonu'nun har vurup harman savrulmuş olması herhalde gündeme gelecektir, yine kazanılmış haklardan bahsedilecektir. Kazanılmış haklardan bahsedilmesi de çok kolay değil çünkü emeklilik konusunda da sağlık sigortasından yararlanma konusunda da bir takım ciddi eşitsizlikler var. Çok avantajlı kesimler var, bu konularda çok zor durumda olan kesimler var. Bunların çok ciddi bir şekilde nereden kaynak yaratılır, adil bir vergi sistemiyle bu işler nasıl daha yoluna sokulur diye konuşulması lazım. Ben en azından şu anda böyle bir program görmüyorum.

 

ÖM: Çok vahim tabii bu. Yani toplumsal dayanışma, "empati" ya da "sempati", hangisini kullanırsak kullanalım bu terimlerin, bunu ön plana almazsa ve neredeyse unutulmuş gibi gözüken bu kavramlar tekrar kuvvetle bastırılmazsa bir şey de olamıyor o zaman.

 

AB: Gerçekten çok önemli bunlar. Eskiden söylenirdi ama bu kadar net gözümüzün önünde durmuyordu, ama şu anda ekonomik güvenceden yoksun bir nüfusun durmadan artıyor olması net bir biçimde ortaya çıktı. Özellikle genç bir nüfusun durmadan artıyor olmasının terörle ve şiddetle çok yakından ilgisi var.

 

ÖM: Bu çok çok önemli bir bağlantı noktası. Peki bir de tabii Amerika'da, dünyada da bu konuda gelişmeler var. Rekor bütçe açığı haberleri vardı, 422 milyar Dolarlık bir açık var, ve genel olarak da savunma adı altında silahlanma ve hegemonik politikalara yatırıldığı anlaşılıyor.

 

AB: Bir yandan hegemonik politika ve korkunç silahlanma harcamaları devam ediyor. Öte yandan Bush yönetimi sırasında 400 milyar Dolarlık bir vergi indirimi gerçekleştirildi,  zenginlerin vergileri düşürüldü ve bu arada savaş harcamaları arttı, bu güvenlik harcamaları lafından da hiç hoşlanmıyorum. Bütçe çok ciddi açık veriyor.

 

ÖM: 2.3 trilyon Dolar gibi telaffuzu dahi imkânsız olan bir toplam. 2005 ile 2014 arasında yani oldukça yakın bir gelecekte, bunun daha da büyük olacağını söyleyenler de var. Bunun 6 hatta 7 milyar Dolar gibi mümkün olmayan rakamlara ulaşacağını söyleyen iktisatçılar da var.

 

AB: Bu açık sürekli artıyor ve bütçe açılırken bir yandan da sosyal harcamalardan kısılıyor. Sosyal harcamaların kısılması devede kulak kalıyor, bu açığı kapatmaya faydası olmuyor ama harcamalar kısılmaya devam ediyor. Bunun da sonuçları ortaya çıkmaya başladı. Amerika'da Ağustos ayında yoksullukla ve sağlık sigortasıyla ilgili istatistikler yayınlandı. Bu seriler normalde Eylül'de yayınlanırlarmış.

 

Rakamlar hakikaten iç açıcı değil. Amerika'da son üç yılda, şu baştaki yönetim sırasında dört milyon üç yüz bin kişi yoksulluk sınırının altına düşmüş. Dört kişilik bir ailenin geçimi için gerekli gelire dair kendi belirledikleri bir eşik var. Bu üç yılda onun altına düşen dört milyon üç yüz bin kişi var. Şu anda Amerika'da bu sınırın altında nüfusun % 12.5'i, yani otuz altı milyon insan yaşıyor. Zengin bir ülke düşünün ki nüfusun % 12.5'i yoksulluk sınırı altında yaşıyor.

 

ÖM: Ve tabii artış da var.

 

AB: Son üç yılda müthiş bir artış var. Son üç yılda Amerika'daki yoksullukla karşı karşıya olan çocuk sayısı %11 artmış ve sosyal yardımdan yararlanan çocuk sayısı %10 azalmış.

 

ÖM: Bir yandan da onu kesiyorlar, ne tuhaf.

 

AB: Durmadan kesiyorlar. Yoksulluk durmadan artıyor, yoksul yardımı kesiliyor ve bunlar gerçekten ürpertici rakamlar. Sağlık sigortası olmayan Amerikalılara beş milyon iki yüz bin kişi eklendi. Amerika'da kırk beş milyon kişinin hiç sağlık sigortası olmadığı söyleniyor.

 

ÖM: Bu da nüfusun %15'ine yakın bir kısmı. Aşağı yukarı üç yüz milyonluk nüfus olduğunu düşünürsek, iki yüz doksan milyon. Ben de bu arada bir şey ekleyeyim, kaynağını tam hatırlamamakla beraber eğitim konusunda, özel okullar, -"charter" diyorlar-, konusunda yapılan değişiklikler ile ilgili bir rapor var. Özelleştirilen okulların verimi son derece düşük ve eski sistemin çok daha iyi olduğunu gösteren şeyler de var. Yani eğitimde de büyük bir gerilemeye işaret eden rapor yayınlandı geçenlerde.

 

AB: Eyvah, tabii Amerikalıların eğitim kalitesi ne kadar düşerse bizim de başımız o kadar derde giriyor. Ondan sonra dünyanın en cahil bırakılmış toplumlarından birinin seçtiği hükümet dünyayı yönetmeye kalkıyor.

 

Toplumun ilgilenmesi lazım. Mesela en azından bizim takip edebildiğimiz basın çok değişti ve çok ciddi eleştirel yazılar çıkıyor, haberler ona göre veriliyor, ama kim okuyor, kim ilgileniyor? Dünyadaki kamuoyunun Amerikan yönetimine karşı tepkisini kaç kişi biliyor, yüzde kaçı biliyor? Bunlar çok endişe verici. Ağustos ayında istihdam rakamlarının bir parça düzeldiği yolunda istatistikler yayınlandı. Zaten karınca toplumu olduğu için vergileri kesip istihdamı arttıracaklarını umuyorlardı. Bu olamadı. Bush'un başa geçtiği dönemle karşılaştırıldığı zaman bir milyon daha az iş var diyorlar. Bu işlerin mahiyeti gerçekten ürkütücü. Amerika'da hizmet sektöründe biliyorsunuz çok istihdam yaratılıyor ve büyük perakende satış mağazalarında çalışanların sayıları çok fazla.

 

Wallmart gibi. Target diye bir şirket var buralarda ve bunların işçisini taşeron firmalar sağlıyor. Bu taşeronların nasıl, ne koşullarda işçi çalıştırdıklarıyla ilgili bazı haberler çıkmaya başladı. Amerikan Çalışma Bakanlığı bu firmalardan birine bununla ilgili bir dava açmış ve bu davayı kazanmış. Çalışanlar lehine iki milyon Dolar kadar bir tazminat sağlamış. Olayın ne olduğuna baktığınız zaman gerçekten korkunç bir manzarayla karşılaşıyorsunuz. Göçmen işçi kullanıyorlarmış.

 

ÖM: Ve çocuk, değil mi?

 

AB: Çocuk. Bunlar temizlik işçisi olarak haftada yedi, yılda üç yüz altmış beş gece çalışıyorlar. Fazla mesai ödenmiyor, sigorta primi ve gelir vergisi kesintileri yok.

 

ÖM: Bunları zaten kimse de görmüyor gece çalıştıkları için. Yok onlar yani, namevcut.

 

AB: Namevcut. Mesela bunlardan biri hastalanıp bir hafta işe gelmediği zaman döndüğünde "kusura bakma, biz senin yerini doldurduk" diyorlarmış.

 

ÖM: Başka bir Meksikalı geldiğinde..

 

AB: Başka bir Meksikalı, başka biri geldiğinde. Çalışma Bakanı, bakanlık avukatları "Bu sektör için hiç istisnai bir durum değil, bu sektörün kanseri bu" diyorlar. Başka bir haber daha gördüm bununla ilgili, bu sektörde bir başka bir uygulama var, "aman tıraşlamak" diyorlar "shave" kelimesini kullanıyorlar. Alt düzey yöneticiler bilgisayarın önüne oturup çalışma saatleriyle oynayarak bordroları, işçi ücretlerini düşürüyorlar ve mağazaya kâr sağlıyorlar. NewYork Times haberi. Yani, işte vergileri indireceğiz, istihdam yaratacağız denilen durumda varılan sonuç bu.

 

ÖM: Evet. Tabii bunlar bizim çenemizi yoran zengin ülke manzaraları olmakla beraber dünyanın hali açısından fevkalade dikkat çekici.

 

AB: Dünyanın hali açısından dikkat çekici. Bir de acayip, fantastik film hikâyeleri gibi, New York Times'da çok enteresan makaleler çıkıyor böyle, sadece istatistiklerle filan ilgili değil aynı zamanda yaşanan olayın ayrıntılarını anlatan. Gördüğü zaman, ne gibi yüzleri olduğunu, nasıl bir acayiplik içinde olduğumuzu daha iyi anlıyor insan. Mesela, Marie Antoinette'in "ekmek yoksa pasta yesinler" sözünü tekrarlayarak "düğün pastası yesinler" başlığıyla çıkmış bir makale vardı.

 

ÖM: Ki zavallı kadın onu da dememiş. Yani ona atfediliyor, dememiş.

 

AB: Ona atfediliyor, evet. Şimdi ona benzemez neler söylüyor yöneticiler.

 

ÖM: Peki neymiş bu "ekmek yoksa düğün pastası" yesinler meselesi?

 

AB: Amerika'da "ihtiyaç içindeki ailelere geçici yardım" diye bir program varmış. Bunlar çok düşük sosyal yardımlar. Bu programdan genellikle bekâr ve yalnız yaşayan kadınlar, anneler yararlanıyor. Evlilik dışı çocuğu olup, onları kendi başına büyütmeye çalışan kadınlar bunun içinde önemli bir yer tutuyor. Genellikle parçalanmış ev, zaten yoksulluk profilinde çok önemli. "Buna yönelik bir proaktif uygulama yapalım ve bu insanlara yardım fonunun bir kısmını yoksul ailelerin evlilik eğitimi için harcayalım" demişler, "Bu programdan evlilik eğitimi veren özel şirketlere hizmetlerinden yararlanması için bir miktar kaynak transfer edelim. Yoksul ailelere gidecek parayı şirkete vererek şirketlerin evlilik eğitimi hizmeti vermelerini sağlayalım." deyip sorunu çözüyorlar. "İnsanlar başarılı evlilikler yapmaya teşvik edilirlerse sorun çözülür" mantığından gidiliyor. Bir ara da bu haberlere bakıyordum, bu benim için tepe noktasıydı.

 

ÖM: Ben de kendi açımdan zirve olan biraz daha eski bir haberi söyleyeyim o zaman. Küresel ısınma meselesiyle ilgili olarak Amerikan bilim adamları şunu önermişlerdi; "Karbondioksit atmosfere salınan parçacıkları laserle teker teker vuralım ve böylece küresel ısınmayı çözeriz" diye. Bunu ciddi olarak yayımladılar, bilimsel bir makale gibi. Bu da ona benziyor işte başarılı evlilik, başarılı iklim çözümleri şeklinde. Yani biraz absürd bir dünyada yaşamakta olduğumuz apaçık ortada ama konuşacağız bunları, başka da çare yok. Michael Moore'un "Bowling for Columbine" (Benim Cici Silahım) filminde, çok ayrıntılı bir bölüm vardı; iki işte birden çalışmak zorunda kalan tek çocuklu, dul anne saatler süren bir yere gidip geldiği için çocuğunu bırakmak zorunda kalıyor babasına. O da babasının silahını alıp, gidip okuldaki arkadaşını vuruyor. Altı yaşında bir çocuğun hikâyesi. İşte böyle şeyler oluyor yani sonuçta.

 

A. Buğra: Her ne pahasına olursa olsun insanlar hayatlarını çalışarak kazansınlar, başka türlü de yaşayamasınlar mantığından gidilirse bu sonuçlara varılır.

 

Ö. Madra: Evet. Üç saat gidip üç saat geliyormuş ikinci işine kadın. O zaman çocuğuyla hiç görüşme imkânı bile yok, çocuğu da öyle olmuş sonuçta.

 

A. Buğra: Bu piyasa mantığı insan toplumuyla bağdaşmıyor derken kastedilen şeyler bunlar ve bunlar çok görünür hale gelmeye başladılar.

 

Ö. Madra: Evet ama biz yılmadan bunları konuşup, gündemde tutmaya devam edeceğiz tabii.

                  

(8 Eylül 2004 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)