Kuyucuk'un Kuşları

-
Aa
+
a
a
a

 

Ömer Madra: Ekolog, tropik biyolog, ornitolog (kuşbilimci), koruma bilimci, doğa fotoğrafçısı, Stanford Üniversitesi Biyoloji Bölümü Çevre Bilimleri Merkezi'nde araştırma görevlisi olarak görev yapan Dr. Çağan Hakkı Şekercioğlu konuğumuz. Çağan Şekercioğlu Kars'ın Kuyucuk Gölü'nde yürüttüğü ekolojik restorasyon projesiyle, Whitley Doğa Vakfı (WFN) tarafından verilen ve çevre alanında dünyanın en önemli ödüllerinden biri olan, bu yılki Whitley Gold Ödülü'nü aldı. Sizinle biraraya gelmekten çok mutlu olduğumuzu söylemeliyiz.

Çağan Şekercioğlu: Aynı şekilde ben de.

 

ÖM: Bu ödülün önemini bir de sizin ağzınızdan duyalım.

 

ÇŞ: Whitley Ödülü esasında bir projeye destek olarak veriliyor, yani verilen miktarın hepsi bizim Kuzey Doğa Derneği'nin Kuyucuk Gölü'nde yaptığı projenin masraflarına gidecek. Whitley Ödülü bir projeye destek olarak verilse de aslında bir bireye veriliyor. Esasında ben iki ödül aldım, biri Whitley Ödülü, ki bu ödülün sponsoru William Brake Vakfı, öbürü de Whitley Gold Ödülü. Ödül töreninde iki kez ödül verildi, ben iki kere çıkıp konuşma yaptım.

 

Whitley Ödülü epey rekabet sonucunda verilen, ince eleyip sık dokunarak verilen bir ödül. Bu sene 100'den fazla başvuru oldu, her sene de öyle oluyor, bunlardan 11 finalist seçiliyor, daha sonra bu finalistlerden daha fazla materyal isteniyor, bazı sorular soruyor heyet. Soruları bana Şubat'ta yolladılar, "bazı sorularımız var, bunları da cevaplar mısınız?" diyerek. Yine 2-3 sayfa yazdım yolladım. Daha sonra cevap geldi; "Tebrikler, finalist oldunuz, şimdi projenin güzel bir özetini yazın. Basına yansıyacak bir konuşmayı da hazırlayın, olur da seçilirseniz diye" dediler. Haber verilmiyor çünkü. Görsel malzeme istediler çok miktarda. Bizim görsel malzememiz yeterli değildi, Yaban TV de, tam zamanında denk geldi, çekimler yaptılar, onları da yolladık. Daha sonra yine bir sürü diğer formlar vs. çok emek gerektiren bir süreç oldu. Aslında para ödülü çok gibi gözükse de bu tip projeler için çok büyük bir miktar değil, bize zaten 2 yıl içinde parça parça verilecek bu miktar, yarısı şimdi yarısı da bir yıl sonra değerlendirmeden sonra verilecek. Ancak Kuyucuk'un bütçesini karşılayacak bir miktar ki esas Kuyucuk'un korunması için yapılacak çit vs. için gereken para, orada köyde pansiyon yapılması vs. için yeterli değil, çünkü bunlar daha da büyük miktarlar.

 

ÖM: Kuyucuk'tan bahseder misiniz biraz?

ÇŞ: Kuyucuk Gölü Kars'ın en önemli sulak alanı, özellikle kuşlar için, şimdiye kadar 164 tür belirledik, 200'ü geçecek kuş türü eminim. 30 binden fazla kuş saydığımız oldu aynı günde.
Kızılgerdanlı İncirkuşu (Fotoğraf: Çağan Hakkı Şekercioğlu) 

 

Burası önemli bir doğa alanı ve önemli bir kuş alanı dünya çapında. Biz de bu gölün korunması, araştırılması, ekolojik restorasyonu ve bölgede doğa turizminin gelişmesi amacıyla bir proje yürütüyoruz. Ayrıca çevre eğitimini de içeren bir proje.

 

ÖM: Siz Stanford Üniversitesi Biyoloji Bölümü Çevre Bilimleri Merkezi'nde de öğretim üyesi olarak çalışıyorsunuz.

 

ÇŞ: Stanford'daki pozisyonum bana çok serbestlik veriyor, araştırmama önem veriyorlar, o yüzden ders verme zorunluluğum yok, yani istediğim zaman veriyorum. O açıdan yılın çoğunu arazide geçirebiliyorum, bunun da çoğu Kars'ta geçiyor zaten.

 

ÖM: Küresel iklim değişikliğiyle kuş türlerinin tükenmesi arasındaki ilişkiye dair bir makaleniz var, ondan da biraz bahsedebilir miyiz?

 

ÇŞ: 2004 yılından beri çalıştığım bir projeydi, bilim dünyasında ilk kez  kuşların soylarının tükenmesi ihtimali ile, deniz seviyesinden yükseklikleri arasındaki ilişkiyi gösterdim. Bu çok sıkı bir ilişki ve bu da tabii doğrudan insanın aklına küresel ısınmayı getiriyor, çünkü kuşlar hava ısındıkça, daha serin yüksek yerlere hareket etmek zorunda kalıyorlar, tabii sadece kuşlar değil, içinde yaşadıkları bitki örtüsü de. Bu da demektir ki kuşların irtifa olarak dağılımı giderek daralıyor. Benim gösterdiğim ilişki de bu daralmanın kuşların ve bitkilerin soylarının tükenmesi riskini arttırdığını gösteriyor. Neredeyse birebir, %97'lik bir korelasyon var, ki ekolojide böyle bir korelasyonu görmek hemen hemen imkaânsızdır, çok sıkı bir ilişki var yani. Farklı iklim değişikliği ve habitat yokolması senaryolarını birleştirerek, 60 farklı olasılığa göre 2100 yılında kaç kara kuşunun soyunun tükeneceğini hesapladık ve bu konuyla ilgili makalem Conservation Biology dergisinde 2008 Şubat ayında yayımlandı. Buna göre ortalama bir senaryoda kara kuşlarının %5-6'sı 400-550 tür. Fakat en kötü iklim değişikliği senaryosunda 2500, yani kara kuşlarının %30'unun yokolabileceğini hesapladık 2100 yılına kadar. Bu da korkunç bir senaryo. En kötü dediğim senaryo bile, dünya iklim değişikliği panelinin gerçekçi olarak belirlediği bir senaryo, yani öyle uydurma bir senaryo değil. Onların hesapladığı olasılığa göre bu en kötü 6.4 derecelik ısınmadan daha fazla ısınmanın olma ihtimali bile %17. Yani bu 'en kötü' denen senaryo bile gerçekleşebilir.

 

ÖM: Zaten 6 dereceyi bulduğu zaman dünya yüzünde yalnız kuşlar değil, bütün canlı türlerinin de %90'ından fazlası muhtemelen yok olacak.

 

ÇŞ: Maalesef öyle.

 

ÖM: 251 milyon yıl önceki permiyan krizine bakacak olursak...

 

ÇŞ: %95'i yok olmuştu bilinen canlıların.

 

ÖM: Makaleniz Steven Schneider'ın da ortak imzasını taşıyor, bizim de takip etmeye çalıştığımız iklimbilimcilerden biri.

 

ÇŞ: Zaten kendisi hem hocam hem de yakın dostum.

 

ÖM: Türkiye'de de bir kitabı Varlık Yayınları'ndan yeni yayımlandı Türkçe olarak, o da etkilendiğimiz bir yayındı. Makalenizdeki grafikte gösterdiğiniz gibi, tam bir korelasyon var iklim değişikliği ve soy tükenmesi arasında, 'merdiven' mi diyordunuz buna?

 

ÇŞ: Evet, ben buna, "soy tükenmesine giden yürüyen merdiven" diyorum, çünkü hava ısındıkça, yürüyen bir merdiven gibi, kuşlar sağ taraftan, yani  tehdit altında olmayan kısımdan tehdit altında olan merdiven kısmına çıkıyorlar, daha da ısındıkça en sola gidip yürüyen merdivenden yok olma uçurumuna düşüyorlar.

 

ÖM: NASA'dan James Hansen da bir makalesinde bunu söylemişti zaten, "çeşitli hayvanlar, kutup ayıları da mesela gezegenden düşüyorlar" diyor.

 

ÇŞ: Bu kuşlar da dağdan düşüyorlar, çünkü dağın tepesine doğru gidiyorlar hava ısındıkça, en sonunda dağ bitince artık gidecek yerleri kalmıyor; ki biz de buna göre hesapladık. Dünya çapında binlerce tür için, her birinin 60 ayrı dağılım haritasını hesapladık GIS metodlarıyla. Yüzbinlerce harita çizildi bunun için, bu haritaları da makalenin diğer yazarları John Fay ve Scott Lorry yaptılar. Çok zaman alan, korkunç bilgisayar kapasitesi gerektiren bir analiz oldu; binlerce türün her biri için 60 ayrı gelecekteki dağılım haritası çizilip ona göre hesaplandı kaçının yok olacağı.

 

Gökşen Şahin: Biz aslında galiba kuş türlerinin yok olmasının ne demek olduğunu çok anlamıyoruz, ama bunun bir zincirin parçası olduğunu düşününce aslında %30 kuş türünün yok olması bu zincirin tamamen dağılması anlamına geliyor.

 

ÖM: Hayat zinciri kopmuş oluyor değil mi?

 

ÇŞ: Doğru. Esasında bu benim diğer bir araştırma konum, kuşların ekolojik görevleri üzerine, şimdiye kadar yayımlanmış en detaylı, kapsamlı incelemeyi, derlemeyi yayımladım. Dünya Kuşları Ansiklopedisi'nin 11. cildinde, önsöz olarak, davet üzerine yazılmış bir yazı. Önsözü kısa bir şey olarak düşünseniz de çok detaylı derlemeler oluyor bu ansiklopedinin her cildinin önsözü. Zaten 16 cilt çıkıyor, her biri için bir konusunun uzmanı ornitologdan istiyorlar bir önsöz yazmasını bir kaç yıl öncesinden. Benim bu yazdığım derleme 26 bin kelime ve 620 referanstan oluşuyordu: Kuşların Ekolojik Görevleri diye. Bunun özet bir derlemesini de Trends in Ecology & Evolution adında önemli bir ekoloji bilim dergisinde de yayınladım. Kuşların farklı bir çok görevi var, böcek temizliği, meyveleri yiyerek tohum yayma, bitkileri tozlaştırma ve besin maddelerinin taşınması. Yani dışkı yoluyla özellikle besin maddesi konusunda fakir, tropik adalara, çöl bölgelerine besin maddesi taşıma gibi işlevleri dahi var. Yani kuşların hiç tahmin edemeyeceğimiz işlevleri var.

 

ÖM: Hayat zincirinin çok önemli unsurlardan elbette birisi.

 

ÇŞ: Kesinlikle. 2004'te yayımladığım diğer bir makale, daha küresel ısınma bu kadar gündemde değilken, doğal habitat alanların yok olması ve avcılık, ya da kedi gibi bir bölgeye ait olmayan canlıların bölgeye dışarıdan gelmesi gibi, daha bilindik sebeplerden 2100 yılına kadar kaç kuş türünün yokolacağını hesaplamıştım. Bu küresel ısınma ile ilgili olan makale de öyle ortaya çıktı, çünkü o makale bayağı ses getirdi, CNN'de filan yayınlandı ve sonra arayan gazeteciler, "küresel ısınma da mı bunun sebepleri arasında mı?" diye sordular, ben de küresel ısınma açısından elimizde yeterince veri yok" dedim, ama bunun üzerine düşünmeye başladım, "bu ilişkiyi nasıl bu hesaba katabilirim?" diye. Sonra bu yürüyen merdiven ilişkisini keşfettim, her neyse o ikinci makale öyle ortaya çıktı. Fakat o ilk makalede benim cevabını bulmak istediğim en önemli soru, "ekolojik gruplar arasında bu kuşların hangileri daha tehdit altında?" idi. Ortaya çıkan sonuç, leş yiyen kuşların en çok tehdit altında olan kuş grubu olduğuydu. Bu da makale yayımlandıktan sonra maalesef doğrulandı; makale yayımlandığı sırada, Hindistan'daki akbaba nüfusu son 10 yıl içinde büyük bir azalma göstermişti, nüfusları %99'a varan sayılarda azalmıştı. Makale 2004 yılında yayımlandı, geçen sene de Türkiye'de de bir zamanlar yaygın olarak bulunan, küçük akbaba -ki beyaz, çok güzel bir akbaba türüdür- 2007 yılında, aniden "emniyette" statüsünden, 3 kategori birden düşerek "dünya çapında tehlikede" kategorisine indi ki şimdiye kadar sadece akbaba türüyle bir kaç deniz kuşu bu şekilde azalmış. Bu çok kritik bir düşüş.

 

ÖM: Katastrof gibi bir şey değil mi?

 

ÇŞ: Kesinlikle katastrof ve tam anlamıyla bir felaket, çünkü bir canlı türünün nüfusunun 10 yılda %99 oranında azalması hemen hemen hiç görülmeyen bir şey, çok ciddi bir sebebi olması lazım. Hindistan'da bunun sebebi, diclofenac adında bir antienflamasyon ilacı, yani ödem indirici. Bu insanlarda da kullanılıyor, ama ineklere, sığırlara da öok yaygın olarak veriliyor veterinerler tarafından ve Hindistan'da bu ilacı alan ineklerin leşleri akbabalar tarafından yeniliyor ve akbabalar besin zincirinin en tepesinde olduğu için bu ilaç yüzünden böbreklerinin çöktüğü ortaya çıktı. Şimdi Hindistan'da bu ilaç yasaklandı, ama tabii piyasadan kalkması çok uzun yıllar alacak. Maalesef yasaklandıktan kısa bir süre sonra, Tanzanya'da Serengeti'nin meşhur akbabalarının olduğu yerde, bu ilacın kullanımına izin verildi geçen sene. Yani bir yerde kontrol altına alınıyor, başka bir yerde yeni bir sorun çıkıyor.

 

ÖM: İlaç firmalarının da bunda etkisi olsa gerek.

 

ÇŞ: Kesinlikle. Bu ilaca alternatif, aynı işlevde hiçbir zarar vermeyen hatta, benim dostum Ahmet Kütükçü'nün akbabaların rehabilitasyonunda kullandığı, meloksikam adında bir ilaç da var. Yani alternatif de mevcut, fakat buna rağmen...

 

ÖM: Tabii üreticinin çıkarları doğrultusunda böyle oluyor herhalde. Serengeti, dünyanın en büyük koruma alanlarından biri değil mi?

 

ÇŞ: Evet. Tanzanya'da ve diclafenac kullanımı için izin yeni çıktı geçen sene. Belki Serengeti'nin akbabalarını da 10 yıl sonra göremeyeceğiz.

 

ÖM: Peki Türkiye'de bu durum nasıl?

 

ÇŞ: Bizde kelaynak nüfusunun yok olmanın eşiğine gelmesi 60'lardaki yaygın DDT kullanımı yüzünden oldu. Bu böcekleri yedikleri için zehirlendiler. Az önce, "Türkiye'de diclofenac kullanımı durumu nedir?" diye sordunuz, ben de ilk kez Açık Radyo'da değineceğim, dostum Ahmet Kütükçü ile daha yeni tartıştığımız bir konu. Ben de merak ediyordum aynı sorunun cevabını, öğrendim ki diclofenac kullanımına bundan yaklaşık 3 yıl önce Türkiye'de izin verilmiş. Giderek hem yasal, hem de el altından, yani izinsiz kullanımı hızla artıyor diclofenacın. Türkiye'de, ineğin, sığırın ölüp doğada bırakılması ender rastlanan bir durum, ama ender de olsa oluyor. Koyunlar bu şekilde ölüp doğada bırakılabiliyor, mesela kurt saldırıyor, ya da soğuktan ölüyor. Daha 2 gün önce Kars'ta bir dostumla konuşuyordum; kendisi kamyonun devrildiğinden ve 40 koyunun öldüğünden ve maalesef bunları yolun kenarında bırakmak zorunda kaldığından bahsetti. Güzel bir örnek size. El altından diclofenac kullanımı Türkiye'de hızla arttığı için bizdeki akbabaların da bu tehditle karşılaşmaları an meselesi. Belki de sayıları zaten azalıyordur ve biz araştırma eksikliği nedeniyle henüz farkına varamadık, o da yüksek bir ihtimal.

 

ÖM: Neden "el altından kullanılıyor" diyorsunuz, zaten izin verilmiş?