Küreselleşme ve Göçmen İşçiler

-
Aa
+
a
a
a

Ayşe Buğra ve Çağlar Keyder'le Sosyal Politika Forumundan:

 

 

Ömer Madra: Bugün göçmen işçilik ve ona bağlı olarak özgür olmayan çalışma biçimlerinden bahsedeceğiz.

 

Ayşe Buğra: Göçmen işçi ve işçi hareketleri küreselleşme denilince insanların aklına gelmeyen bir olay. Küreselleşme derken sermaye hareketleri, uluslararası ticaret aklımıza geliyor ama küreselleşmenin aynı zamanda çok büyük bir insan hareketi boyutu da var. Aslında insanların hayatlarını idame ettirmek için bir yerden bir yere taşınıp durmaları ve bu taşınmanın da her zaman çok özgür emek kavramıyla bağdaşır bir tarafı olmaması zaten kapitalizmin başından beri çok tipik bir özelliği. Bu eski bir olgu ama son zamanlarda çok artmış durumda. Mesela 2000'de doğduğu ülkenin dışında yaşayan insan sayısı 175 milyon kadar. 1960'ta 76 milyon.

 

ÖM: 100 milyon artmış 40 senede.

 

AB: Evet, bu artış da küreselleşmenin bir yönü. Bu insanların çok büyük bir kısmı yoksul ülkelerden zengin ülkelere giden insanlar. Zengin ülkelerde on kişiden biri o ülkenin dışında doğmuş. Tabii bu oran bazı ülkelerde çok daha fazla artıyor.

 

ÖM: İşte bizim çok iyi bildiğimiz Gästarbeiter hikâyesi değil mi?

 

A.Buğra: Ama göç hareketleri 1960'larda başlamış ve sayıca çok daha düşük. Bugün sayı çok fazla ve yasal olmayan göçün normal göçe oranı çok büyük ölçüde artmış durumda. Bugün dünyada 30 milyon kadar yasal olmayan işçi olduğu söyleniyor. 1999'da  bu konuyla ilgili Disposable Peoples - Kullanılıp Atılabilir İnsanlar başlıklı bir kitap yayımlandı. Bu grubun güvencesi yok, güvenceleri olmadığı gibi yarı köle vaziyetinde çalıştırılıyorlar. Bu yasal olmayan işçiler için çok tipik bir durum. Fakat yasal göçmenlerin durumunda bile zorla çalıştırma olgusunun epeyce önemli olduğu söyleniyor. Mesela yakın zamanda İngiliz İşçi Sendikaları Konfederasyonu bir araştırma raporu yayımladı. Raporda, yasal olmayan göçmenlerin başına gelenler ile ilgili bilgileri olduğu fakat yasal göçmenlerin durumunda da zorla çalıştırmanın son derece yaygın olduğunu belirtiliyor. Zorla çalıştırma derken bu kapsama birçok farklı uygulama giriyor. Mesela 19. yüzyıldan beri çok kullanılan borçlandırma yöntemi vardır. Yurt dışına gidip çalışmak isteyen işçiye bir grup, bir çete, hemşehriler ya da akrabalar tarafından bir miktar borç verilir ve işçi o borç karşılığında, borç ödeninceye kadar gittiği yerde çalışmayı taahhüt eder. Dolayısıyla bu durum yıllarca sadece boğaz tokluğuna çalışmak anlamına gelebilir. Bugün de bu tip borçlandırmanın yaygın şekilde uygulandığını söyleyebiliriz.

 

ÖM: Düpedüz kölelik gibi bir şey bu tabi.

 

AB: Düpedüz kölelik, en azından özgür emek deyince aklımıza gelen şey değil. Yine İngiliz İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun raporunda belirtilen uygulamalardan çok yaygın olan biri pasaporta el koyma. Göçmen işçinin pasaportuna el konuluyor ve göçmenin en ufak bir hareket serbestisi olmuyor, dolayısıyla kendisini çalıştıran kimsenin bütün taleplerini karşılamak durumunda. Anahtarı onda oluyor ve bu uygulamalar gerçekten çok yaygın. Bu "Kullanılıp Atılabilir İnsanlar" denilen 30 milyonun çok dışında, çok daha geniş bir göçmen işçi kitlesini ilgilendiren bir olgu. Pasaporta el koyma meselesi bizim çok iyi tanıdığımız bir şey, özellikle Türkiye'de çalışan yabancı kadınların durumunda. Eski sosyalist ülkelerden gelen, özellikle ev hizmetlerinde çalışan kadınlar ya bir örgüt bağlantısı ya da akraba, hemşehri, tanıdık, etnik ilişkiler, vesaire aracılığı ile geliyorlar. Pasaportunu elinde tutamamak olgusu fuhuş sektöründe ve ev hizmetlerinde son derece yaygın, bu kadınları çok yakından ilgilendiren bir durum. Kadınların bu durumu bugünkü göçün, insan hareketlerinin daha öncekilere hiç benzemeyen çok tipik bir yönü. Bu zamana kadar hep kadın evde kalır ve kocasını beklerdi, tipik durum hep buydu. Bugün karşı karşıya olduğumuz durumda özellikle bazı bölgelerden kadın göçü çok daha fazla ve çok daha önem kazanmış durumda. Bugün kadınlar kendi geçimlerini, ailelerinin geçimlerini sağlamak için yollara düşmüş durumdalar. Bu durum bir açıdan bir özgürleşme olarak düşünülebilir; evde oturup beklemiyor, yola çıkıp kaderine sahip oluyor. Ama öteki taraftan da yarı köle çalışma biçimlerine maruz kaldıklarını görüyoruz.

 

Avi Haligua: En azından bunun özgürleşme için bir altyapı olduğunu, evdeki bağlarından, aile baskılarından kurtulmasına yol açabileceğini düşünmüyor musunuz?

 

AB: Bazı durumlarda bu düşünülebilir tabii. Ama bir bağımsız çalışma olgusuyla karşı karşıya olmadığımızı da açıkça görmek lazım. Onun çalışmasını örgütleyen, onun üzerinden para kazanan grup da bu aile, hemşehri gibi eskiden baskıyı oluşturan çevre neyse onları da içeren bir grup. Yani o eski baskı ilişkileri ortadan kalkmıyor ama böyle bir ortamda yeni bir kullanım kazanıyorlar.

 

AH: Sadece ekonomiye katılmış oluyor.

 

AB: Bazı durumlarda çok farklı şeyler olabiliyor. Mesela Filipinler gibi bir ülkede göçün % 70'i kadın... Bunların büyük bir kısmı hizmetçi olarak çalışıyor.

 

ÖM: Yani büyük bir hizmetçilik sektörü oluyor. Filipinler deyince akla hizmetçiler gelmeye başlıyor.

 

AB: Evet, sanayi  sonrası toplumundayız, hizmet sektörü çok önemli. Ama hizmet sektörü deyince akla gelen o güzel hizmetler turizmci, tasarımcı vs. değil, hizmetçiler! Hizmetçilerin sayısı müthiş artmış durumda. 19. yüzyılın sonunda da bu böyleydi fakat Filipinlilerin durumuna dönersek, bunların büyük bir kısmı hizmet sektöründe çalışıyor, fuhuş sektöründe çalışanlar hiç az değil, ama büyük bir kısmı da mesela hemşire olarak çalışıyor.

 

ÖM: Evet, Çağlar Keyder de bahsetmişti ondan, müthiş bir rakam vermişti ayrıca Filipinler'den yine.

 

AB: Bu kadınlar gelip hemşire olmasa İngiltere'nin ve Amerika'nın sağlık sektörü çökebilir. Filipinler'den gelip, İngiltere'de ya da Amerika'da hemşire olarak çalışmak durumunda bir özgürleşme potansiyelinden bahsedilebilir. Hiç olmazsa bir sonraki nesile başka bir özgürleşme imkânı aktarabilecek demektir. Bu kadın hareketlerinde sözünü ettiğimiz temel sektörlerin bir tanesi hizmetçilik. Bu işle para biriktirip başka bir işe geçmek bazıları için söz konusu olabiliyor, ama tipik durum bu değil gibi görünüyor.

 

ÖM: Müthiş de bir para akımı oluyor değil mi? Orada da şaşırtıcı rakamlara rastlanıyor, 80 milyar dolar gibi bir rakam var 2002 ile ilgili değil mi?

 

AB: Evet, ülkelerine gönderdikleri döviz 1990'da 30 milyar, 2002'de 80 milyar doların üstünde deniliyor. Yani on yılda müthiş bir artış var. Ülke ekonomisine de katkıda bulunuyor. Saskia Sassen'in bu konuda bir makalesi var*, bu hareketleri hayatta kalmanın kadınlaşması olarak nitelendiriyor ve küresel ekonominin içinde bu kadın göçü olgusunun nerede durduğunu inceliyor. Göçmen işçi sayısındaki ve göçmen işçilerin gönderdikleri döviz miktarındaki artışın küreselleşmeyle ve küreselleşmenin niteliğiyle çok yakından ilgili olduğunu söylüyor. Küreselleşmenin birçok ülkede yol açtığı işsizlik mesela. Eski sosyalist ülkelerin bazılarında 1990'larda % 70'lere çıkan işsizlik oranlarından bahsediliyor. Yani iş diye bir şey yok demek bu, erkekler çalışmıyor.

 

Çalışmıyorlar çünkü çalışacakları iş yok, para kazanma olanağı yok. Bu kadınların göçü hem o işsizliğe bir tepki olarak ortaya çıkıyor, hem de yapılacak hiçbir şeyin olmadığı bir yerde bazılarına kâr olanağı sağlıyor. Bu arada küreselleşmenin yol açtığı ekonomik krizlerden etkilenmiş, borç yükü altında ezilen ülkeler için de bu gelir çok önemli oluyor. Devletlerin kendilerinin bu tür işçi göçlerini örgütlediklerini görüyoruz. Yani bu örgütsüz, kendi kendine alınmış bir kararla yollara düşmek değil. Bir taraftan insan ticaretinden para kazanan çeteler, ki bunların içinde akrabalar, hemşehriler çok önemli bir rol oynuyor, bir taraftan da devletin bunu kurumsal olarak teşviki, küreselleşmenin gerçekten asli bir parçası olarak ortaya çıkıyor.

 

ÖM: Devletlerin de bu durumda engelleyici tedbir almaları pek mümkün olamıyor. Çünkü bu şekilde göçmen gönderen devletler, gelen paralardan dolayı, ekonomiye katkılarından dolayı memnunlar; öbürleri de en kötü işleri yapacak insan bulmanın rahatlığı içinde fazla kısıtlamıyorlar herhalde. Beş altı ay önce, ABD'de İç İşleri Bakanı'nın bir skandali ortaya çıkmıştı; kendi evinde illegal olarak Filipinli hizmetçi çalıştırıyordu.

 

Avi Haligua: Bu kadınlar tamamıyla saflığından, bir çetenin ağına düştüğü için mi böyle çalışıyorlar, yoksa durumu görüp bilerek de kabullenmiş olabilirler mi?

 

AB: Bu durumu bir kısmı biliyor aslında. Türkiye'ye fuhuş sektöründe çalışmak için gelen kadınların bir kısmı nereye geldiklerini, ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar. Bu arada bir parantez açayım; Sema Erder ile Selmin Kaşka'nın Türkiye'deki bu kadın göçüyle ilgili olarak 2003 tarihli çok güzel bir çalışması var; Düzensiz Göç ve Kadın Ticareti: Türkiye Örneği. Uluslararası Göç Örgütü'ne hazırlanmış, bu konuştuğumuz konular bağlamında çok yararlı ve çok ilgili bir rapor, biraz ondan da bahsedeyim.

 

ÖM: Evet, onlarla da belki bu konuyu ayrıca konuşmamızda çok fayda var.

 

AB: Çok çok iyi olur, gerçekten çok enteresan bir çalışma . Bu kadınların bir kısmı nerede çalışacağını biliyorlar; hizmet için gidenler de hizmetçi olarak çalışacaklarını biliyorlar. Fakat iki şeyi hiç unutmamak lazım, bir, göç durumunda yani çalışmak için yer değiştirilen durumda hiçbir zaman tam bilgiye sahip olunamaz. Özgür bir iş akdinden söz ettiğimiz zaman bunun içine tam bilgi de girer, benden ne bekleneceğini bilirim, bana bunun karşılığında ne verileceğini bilirim, ona göre kararımı veririm. Uzak bir yere çalışmaya giderken bu bilginin tam olması imkânsız, kişi daha önce orada çalışmış tanıdıklarından, duyduklarından kendisine ne söylenirse onu biliyor, dolayısıyla bilginin tam olması imkânsız.

 

ÖM: Evet tabi müthiş aldatmacalara açık bir durum.

 

AB: Mesela İngiliz İşçi Sendikaları'nın çalışmasında, Uzak Asyalı bir kızın durumundan bahsediyordu,  teyzesi kızı İngiltere'ye çağırıyor. "Ben sana çalışma izni çıkaracağım, iş bulacağım" diyor. Kız geliyor, çalışma izni yok. Kendisinin birdenbire kaçak statüsünde olduğunu, çalışma izni alamayacağını görüyor ve teyzesinin bulduğu işlerde teyzesinin kimliğiyle çalışıyor. Bütün para teyzenin hesabına yatıyor ve kız tamamıyla bir akraba kölesi haline gelmiş oluyor. Böyle durumlar da var.

 

ÖM: Burada da "akrabanın akrabaya ettiğini akrep etmez" atasözünü hatırlıyoruz.

 

A.Buğra: O atasözünü bugünlerde hiç unutmamak lazım. Çünkü biz hep bu kişisel ilişkileri, etnik bağları, akrabalıkları dayanışma kavramı bağlamında sevimli yüzleriyle düşünüyoruz. O kişisel ilişkilerin, o dayanışma denilen şeyin gerisinde neler olabileceğini kesinlikle hiç unutmamak lazım. Hizmet sektöründeki işler –fuhuşta da, hizmetçilikte de bu çok açık- hiçbir zaman tam olarak tanımlanamıyor, çalışandan ne bekleneceği bilinmiyor. Bir eve gider, yatak yapar yemek pişirir, başka bir eve gider, sabaha kadar ayakta durup hizmet etmesi gerekir. Dolayısıyla nereye gittiğini bilerek gitmesi işin mahiyetine de müsait değil. Dolayısıyla bu hakikaten özgür çalışmaktan bahsedilemeyecek ve çalışmanın her zaman özgürleştirici olamayacağıyla da ilgili bir durum. Küreselleşme denince akla gelmesi gereken durumlardan da biri.

 

ÖM: Evet, küreselleşmenin ortaya koyduğu en acımasız durumlardan biri olarak da ortaya çıkıyor.

 

(9 Mart 2005 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)

*Hükümetin, yurtdışına ev hizmetleri için giden göçmen işçilerin haklarına ilişkin yaptığı kısıtlamaları protesto eden Filipinli kadınlar. (Manila) 

 

Blind Spots: Towards a Feminist Analytics of Today's Global Economy

 

Women in The Global City

 

Countergeographies Of Globalization: The Feminization Of Survival