Kosova'nın "İnsancıl" İşgalcileri Ne Kadar Sessizler?

-
Aa
+
a
a
a

Bir Avrupa ülkesine yapacakları gayri meşru ve gerekçesiz saldırı konusunda, Clinton ve Blair'in kamuoyunu inandırmak için söyledikleri yalanlar da, en az Bush ve Blair tarafından söylenmiş olanlar kadar büyük.

9 Aralık 2004Znet

Irak'taki Anglo-Amerikan faciasının kanıtlarıyla suskunlaşmış olan uluslararası "insancıl" savaş birliği, Tony Blair'in "özgürlüğe doğru yürüyüş" modelini oluşturmuş ve büyük ölçüde unutulmuş olan Kosova seferi için hesap vermeye çağırılmalı. Tıpkı emperyalist güçler tarafından parçalanan Irak'ta olduğu gibi, soğuk savaşta taraf olmayı reddeden tek ülke, çok ırklı Yugoslavya'da da aynı şey oldu.

Bir Avrupa ülkesine yapacakları gayri meşru ve gerekçesiz saldırı konusunda, Clinton ve Blair'in kamuoyunu inandırmak için söyledikleri yalanlar da, en az Bush ve Blair tarafından söylenmiş olanlar kadar büyük. Irak'ın işgaline kadar gelen süreçte olduğu gibi, 1999 baharında medyadaki haberler ABD Savunma Bakanı William Cohen'in "100,000 kadar, askerlik çağında kayıp Arnavut erkek olduğunu görüyoruz, öldürülmüş olabilirler." iddiasıyla başlayan bir dizi hileli gerekçeden oluşuyordu. Savaş suçları için büyükelçi olan David Scheffer, "yaşları 14 ve 59 arasında değişen 225,000 kadar etnik Arnavut erkeğinin" ölmüş olabileceklerini ilan etti. Blair, Yahudi soykırımı ve "İkinci Dünya Savaşı ruhunu" harekete geçirdi. İngiliz basını işareti aldı. Daily Mail "Soykırımdan kaçış" dedi. Sun ve Mirror koro halinde "Yahudi Soykırımının Yankıları" diye başlık attılar.

Haziran 1999'da, bombardımanın bitmesiyle uluslararası adli gruplar Kosova'yı dikkatli bir incelemeye aldılar. Amerikan FBI'ı, "FBI'ın adli tarihindeki en büyük suç mahalli" ni araştırmaya geldi. Haftalar sonra, FBI tek bir toplu mezar bulamamış halde eve döndü. İspanyol adli grubu da evlerine döndüler. Grubun lideri, kızgınlıkla kendisinin ve arkadaşlarının "savaş propaganda araçları tarafından lafsalatasına çevrildiğini söyledi; zira tek bir toplu mezar bulamamışlardı.

Kasım 1999'da, The Wall Street Journal, "toplu mezar saplantıları"nı bir kenara bırakarak kendi araştırma sonuçlarını yayınladı: "Bazı müfettişlerde oluşturulan muazzam 'ölüm tarlaları' beklentilerinin yerine..., görüntü, daha ziyade, bölücü Kosova Kurtuluş Ordusu'nun aktif olduğu bölgelerde dağınık katliamlar şeklinde." The Wall Street Journal, yorgun basın kurulunun, sivillerin Nato bombalarıyla öldürüldüğü yolundaki karsıt hikâyeye doğru kaymaya başlamaları üzerine, Nato'nun "Sırp katliam tarlaları" iddialarını ortaya atıp kuvvetlendirdiği sonucuna vardı… Kosova'daki savaş "acımasız, şiddetli, vahşiydi; fakat soykırım değildi."

Bir yıl sonra, Nato tarafından oluşturulmuş bir kuruluş olan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi, Kosova'nın "toplu mezarlarındaki" son ceset sayımının 2,788 olduğunu ilan etti. Bu sayıya her iki tarafın savaşanı, ve Arnavut Kosova Kurtuluş Ordusu tarafından öldürülmüş olan Sırplar ve Romenler de dahildi. Tıpkı Irak'taki hayali kitle imha silahlarında olduğu gibi, ABD ve İngiliz hükümetleri tarafından kullanılan ve basın tarafından da tekrarlanan rakamlar uydurmaydı – Sırp "tecavüz kampları" ve Clinton ile Blair'in, Nato'nun sivil halkı asla kasten bombalamadığı yolundaki iddiaları da öyle.

"Üçüncü Safha" kod adıyla Nato'nun hedef aldığı sivil hedefler arasında, toplu taşıtlar, hastaneler, okullar, müzeler, kiliseler vardı. Kanada'nın saldırılar zamanındaki Belgrad Büyükelçisi James Bissell'in dediği gibi "(birkaç hafta sonra) Nato'nun Üçüncü Safha'ya geçtiği herkes tarafından biliniyordu. Aksi takdirde, Pazar ögleden sonraları köprüleri ve pazar yerlerini bombalamazlardı."

Nato'nun müşterileri, Kosova Kurtuluş Ordusu'ydu. Yedi yıl önce KKO, Dışişleri Bakanlığı tarafından El Kaide ile aynı kefedeki bir terror örgütü olarak adlandırılmıştı. KKO eşkıyalarının şöhreti büyüktü; Dışişleri Bakanı Robin Cook'u cep telefonundan arayabiliyorlardı. Birleşmiş Milletler, Balkanlar Komutanı Tümgeneral Lewis MacKenzie geçen Nisan ayında şöyle yazmıştı: "Kosovalı Arnavutlar bizimle Stradivarius keman çalar gibi oynadılar. Biz onların safkan Kosova için yürüttükleri vahşi kampanyaya hem mali destek sağladık, hem de dolaylı olarak destek verdik. Biz onları hiçbir zaman 1990'lardaki vahşetin faili oldukları halde suçlamadık, ve bugün hâlâ, aksine mevcut olan kanıtlara rağmen, onları hedef alınmış kurbanlar olarak yansıtmaya devam ediyoruz."

Nato'ya göre Yugoslavya'daki bombalamaları tetikleyen unsur, Sırp heyetinin Rambouillet Barış Konferansı'nı reddetmesiydi. Fakat asıl söylenmeyen şey, Rambouillet Anlaşması'nın, Madeleine Albright heyetinin son günde araya sokuşturduğu gizli bir B Eki'ne sahip olduğuydu. Bu ek, Nazi işgali ile ilgili acı hatıraları olan Yugoslavya'nın bütününün askeri işgal altına alınmasını emrediyordu. Dışişleri Bakanı Lord Gilbert'ın, Avam Kamarası Savunma Komitesi'ne daha sonra açıkladığı gibi, Ek B, Belgrad hükümetinin reddetmesini sağlamak amacıyla kasten yerleştirilmişti. İlk bombaların düştüğü sırada, aralarında Miloseviç'in en şiddetli karşıtlarının da yer aldığı seçilmiş Belgrad meclisi, büyük bir çoğunlukla ret oyu verdi.

Çok aydınlatıcı olan bir bölüm de yalnızca Kosova ekonomisini anlatan bölümdü. Burada gerekli olan "serbest piyasa ekonomisi" ve tüm devlet varlıklarının özelleştirilmesiydi. Balkan uzmanı yazar Neil Clark'ın belirttiği gibi, "Yugoslavya'dan arta kalan bölge… orta-güney Avrupa'da batı sermayesi ile anti-sömürgeleştirilen son ekonomiyi oluşturuyordu. Tito tarafından başlatılan ve çalışanın kendini yönetmesine dayanan 'toplumsal ortaklı işletmeler' hâlâ baskındı. Yugoslavya'nın kamu ortaklı petrolü, madenciliği, otomotiv ve tütün sanayileri vardı, ve endüstrinin %75'i devlet veya toplumsal ortaklıydı."

Neo-liberal liderlerden oluşan 1999'daki Davos Zirvesi'nde Blair, Belgrad'a Kosova konusundaki tavrı ile ilgili değil, "ekonomik reformu" tamamıyla benimsemediği için çattı. Takip eden bombalama kampanyasında, askeri alanlardan ziyade devlet ortaklı firmalar hedef alındı. Nato, yok ettiği 14 Yugoslav askeri tankerine karşılık, Zastava araba fabrikası da dahil olmak üzere, 372 sanayi merkezini yok ederek binlerce kişiyi işsiz bıraktı. Clark, "Özel sektöre veya yabancılara ait tek bir fabrika bombalanmadı" diye yazdı.

Bu muazzam yalan üstüne kurulmuş olan Kosova, bugün şiddet ve kanunsuzluk içinde, Birleşmiş Milletler'in idaresinde bir uyuşturucu ve fuhuş "serbest pazarı". Nato güçleri seyirci olurken 200,000'den fazla Sırp, Romen, Boşnak, Türk, Hırvat, ve Yahudi KKO tarafından etnik temizlige uğradı. Birleşmiş Milletler'e göre, KKO vurgun çeteleri 85 tane Ortodoks kilise ve manastırı yaktı, yağmaladı, ve tahrip etti. Mahkemelerde rüşvetle iş görülüyor. "89 yaşında Sırp bir nineyi mi vurdun? Aferin sana, çık o zaman hapisten." Bir Birleşmiş Milletler narkotik polisi durumu alaya aldı.

1244 numaralı Güvenlik Konseyi Kararı uyarınca Kosova, Yugoslavya'nın ayrılmaz bir parçası kabul edilmesine ve BM yönetimine herhangi bir satış yetkisi verilmemesine rağmen, aralarında dünyanın zengin maden yataklarından biri olan uçsuz bucaksız Trepca madenleri de dahil olmak üzere, ilçenin yerel sanayi ve kaynaklarının işletmesi çokuluslu şirketlere 10,15 yıllığına kiralandı. Madenler, 1940'ta Hitler tarafından ele geçirildikten sonra Alman cephane fabrikaları için gereken kurşunun %40ını temin etmişlerdi. Bu yağmalanmış, ve hemen hemen safkan hale gelmiş  "geleceğin demokrasisini" (Blair), 3,100 dönümlük kalıcı Camp Bondsteel üssünden, 4,000 Amerikan birliği denetliyor.

Bu esnada Miloseviç'in duruşması, daha önce Lahey'deki Lockerbie olayı için suçlanan Libyalıların gösterişten ibaret duruşmaları gibi, bir maskaralık. Miloseviç gaddar biriydi; ama aynı zamanda da bir banker ve bir zamanlar IMF, Dünya Bankası, ve AB istekleri doğrultusunda "ekonomik reformlar" getirecek olan Batı'nın adamıydı. İdareyi teslim etmeyi reddetti ve kaybetti. İmparatorluk da en az bunu bekler.

Çeviri: Nuşin Odelli

How Silent Are The 'humanitarian' Invaders Of Kosovo?

İlk kez New Statesman'de yayımlanmıştır.