Issızlığın Ortasında

-
Aa
+
a
a
a

Kuddusi Müftüoğlu vesilesiyle yeni bir ''Türkiye futbol orta oyununa'' daha tanıklık ettik. Mağdur Beşiktaş ve ''konu hakemi'' de Beşiktaş'la ''bozuk'' Kuddusi Müftüoğlu olunca, mesele haddinden ağır tartışıldı. Bir kural hatası, bildik komplo senaryolarının önünü açtı ve Kulüp Başkanı ezberi bozmadı.

Farklı bir şey yapalım; mevzuuyu bahane edip, görüntünün ve hakkaniyetin ''Kocaman'' taraflarını analım. Böylesi bir futbol ortamında, her türlü tehlikeli ve karanlık hikâyelere rağmen ''hakem''in yalnızlığına hislenip, ''hata yapma haklarını'' da kendilerine teslim ederek...

Kocaman Bir Adam: Sıradışı Bir Teknik Direktörün Portresi, Barış Tut'un 2003-2004 sezonunda, İstanbulspor'u izleyerek, hazırladığı sıra dışı bir portre  kitabıydı. İstanbulspor Teknik Direktörü Aykut Kocaman'ı konu alan kitap, 2004 yılında İthaki Yayınları'ndan çıktı. Kitaba konu olan sezon, hem Aykut Hoca hem de şık bir maç izleme ekibi vesilesiyle hayatımın en istikralı stadyum takibiydi diyebilirim. Kesin derim, hatta o kadar ki, ''uğursuzluk'' mu, taban irtifası mı anlamadım, bir iki maça daha gitseydim İstanbulspor ligten düşecekti. O kadar yani! Kaç maça gittim, kaçı mağlubiyet söylemeyelim! Yoksa, kimse stadına yaklaştırmaz. Kendi taraftarlığımda; parlak bir ''terbiye dönemi'' olarak anarım geçen sezonu. Ortada Aykut Kocaman gibi ''kocaman bir adam'' ve her şeye rağmen yarattığı emek orada yanı başımızda dururken, tüm ettiğimiz şaşalı lafları yemek olacaktı, böylesi bir duruşa kayıtsız kalmak.

Neyse kitap, dolayısıyla Aykut Hoca, ve dahi İstanbulspor, nihayetinde hakem meselesine gelmek di amaç. Yıllarca İstanbul Dükâlığı'na bağlı bir takımı desteklemenin getirdiği psikolojiyle, İstanbulspor gibi bir takımın maçlarının düzenli izleyicisi olduğunuzda, ortada dönen kepazeliği daha bir iyi anlıyorsunuz. Saha içi ve dışı yetkililer tarafından ''futbolun adaleti''nin kime ne kadar dağıtıldığını ibretle ve dahi nefretle izliyorsunuz. Adaletin olmadığı yerde, barış da olmuyor. O yüzden, İstanbul Dükâlığı Anadolu'ya adım attığında nefretle karşılanıyor. Her şeye rağmen bu lig sürüp gidiyor, ''Üçü bir yerde'' büyükler Merkez Hakem Komitesi ve Federasyon'la çarpışıyor, tercih yapıyor, afaroz ediyor. Her daim de aynı klişe arz-ı endam ediyor. ''Bugüne kadar hakemler hakkında hiç konuşmamıştım, ama...''

Bir maçın ertesinde, ''Rakibimizi elle atılan bir golle yenmek istemezdik. Üzgünüm.'' demişti Aykut Hoca. Hani, ahalinin de ''Vaadı da biz mi demedik!'' deme lüksü ortadan kalkmışken, insan her daim artistik bir hareket bekliyor. Hayır bu İstanbul Dükâlığızulmü, Anadolu'yu bu kadar canından bezdirmişken, böyle bir refleks göstermekte de haklılar. Ve lâkin, yine de ''insanlık bizde kalsın'' lafı olan ''Kural ihlalinden gelen golle gelecek skor bizim değildir'' diyebilseydi Gençlerbirliği yöneticileri, ne şık olurdu. Veya maç içinde, Ali Tandoğan, hakem orta sahayı gösterince. Şöyle işaret parmağını sallayıp, ''Hocam, aman! Yanlış yapıyorsun'' deyip ortaya sahaya koşacağına, hakeme izaha koşsaydı. Hani onun da örneği olmuştu, İngiltere'de - Fowler'ı da analım, fırsat bulmuşken-. Ama yok, olmuyor işte! ''Erdem'', bizim sahalarda top koşturmuyor.

 

 11 Şubat 2005 tarihinde Birgün'de yayınlanmıştır.

 

(Kâr amacı gütmemek şartı ile bu yazının tüm hakları, yazarını ve ilk yayımlandığı kaynağı belirtmek kaydıyla kullanmak isteyene aittir...)