İngiltere'ye Karşı İsveç Modeli

-
Aa
+
a
a
a

11 Ocak  2005

The Guardian

Gordon Brown geçtiğimiz Perşembe şöyle bir soru sordu: "Güney Doğu Asya'daki dev dalgalara verilen tepki, en zengin ülkelerin, en zengin insanlarının servetleriyle, en yoksul ülkelerin en yoksul insanlarının kaderinin karşı konulmaz biçimde birbirlerine ne kadar bağlı olduğunu göstermiyor mu?"

Yanıt "hayır". Çok zenginin çok fakir için üzülebildiği ve bazılarının bu son yaşanan felakete cömertçe tepki verdiği doğru. Ama en zengin ve en yoksulun kaderlerinin ve servetlerinin birbiriyle ne kadar ilgisiz olduğunu tahayyül etmek zor. Dünyanın en zengin 10 kişisinin toplam serveti 255 milyar Dolar – kabaca, Sahra Altı Afrika'nın toplam gelirinin %60'ı. Dünyanın en zengin 500 kişisinin serveti ise, en fakir 3 milyar kişinin yıllık kazancından daha fazla. Küresel adeletsizlik meselesi ne Brown'ın konuşmasında, ne de Tony Blair'in aynı zamanda yaptığı basın toplantısında dile getirildi. Aslında, G8 liderlerinin son konuşmalarında henüz bu konuyla ilgili bir şey bulamadım. Blair ve Brown'ın, dünyanın yoksullarıyla ilgili dile getirdiği kaygının samimi olduğuna inanıyorum.  Temmuz'da yapılacak olan G8 Zirvesi'nin gündeminin en başına, dünyanın yoksullarını koyacaklarını söylediklerinde samimi olduklarına inanıyorum. Sorun şu; onların yoksullarla ilgili kaygıları, zenginlerle ilgili kaygılarının başladığı yerde bitiyor.

Bu aralar ekonomistler arasında küresel adaletsizliğin artmakta mı yoksa azalmakta mı olduğuna dair ateşli bir tartışma sürüyor. Hiç kimse, on yıllardır süren küresel ekonomik büyümeden sağ salim çıkmış olan zenginle, yoksul arasındaki derin uçurumu inkâr etmiyor. Ama kuralsız küresel kapitalizmi savunan neoliberaller, bize zenginlerin kaprisleriyle fakirlerin sefaleti arasında herhangi bir çatışma olmadığını söylüyor. Örneğin The Economist dergisi, zenginlere ne kadar çok özgürlük verilirse, yoksulların durumunun o kadar iyileşeceğini savunuyor. Kısıtlamalar olmazsa, zenginler küresel büyümeyi sağlamak için daha güçlü bir istek duyacaklar ve bu büyüme "bütün gemileri yüzdürecek dalga" olacak. "Cezalandırıcı vergiler, kamu harcamalarına dair cafcaflı programlar ve uygulamalı ekonomik adaletin tüm diğer aygıtlarıyla" pazara dahil olan ülkeler, kendi halklarını yoksullukla lanetliyor. Adalet hevesi "zarar vermekten başka bir işe yaramıyor."

Küresel büyümenin, dağılım ne kadar kötü olursa olsun, yavaş yavaş herkesi bataktan çıkarmakta olduğu doğru olabilir. Ama ne yazık ki bunu doğrulama şansımız yok, çünkü Columbia Üniversitesi'ndeki araştırmacıların ortaya koyduğu gibi, küresel yoksullukla ilgili olarak elimizde bulunan tek kapsamlı rakam dizisi, metodolojik olarak öyle hatalı ki işe yaramıyor.

Ama neoliberallerin hipotezlerini test etmenin başka bir yolu daha var: Kalkınma için farklı yöntemler kullanmış ulusların performanslarını karşılaştırmak. Neoliberaller, gelişmekte olan ülkelerin karşılaştığı sorunlara "büyüme sancısı" deyip geçiyorlar; o zaman biz de kesin sonuç almak için bakabileceğimiz en yakın örneğe bakalım. Tüm kalkınma sürecini tamamlamış ve vaat edilmiş refaha ulaşmış iki ülkeyi ele alalım.

 

Neoliberalizmin öncülerinden Birleşik Krallık'la (BK) dağıtımcılığın son kalelerinden İsveç'i karşılaştıralım. Ve The Economist'in itiraz etmeyeceği (kendi yayını olan 2005'te Rakamlarla Dünya'da yer alan) istatistiklerden faydalanalım.

Eşsiz ekonomik dinamizmimizle ilgili hikâyeleri yutanlar için ilk sürpriz, gayrı safi milli hasılayla ilgili: İsveç bizim kadar başarılı. 2002'de İsveç'in kişi başına düşen GSYİH 27,310 Dolar, BK'nın 26,240 Dolar. Bu tesadüf değil. İsveç'te kişi başına düşen GSMH, 1960 – 2001 arasında, yani 41 yıl içinde, BK'tan sadece yedi kez  daha düşük olmuş.

Daha da büyük sürpriz ise İsveç'in bütçesi 10 milyar Dolar fazla iken, BK bütçesi 26 milyar Dolarlık bir açık veriyor. Neoliberallerin en favori ölçütleriyle bile İsveç kazançlı çıkıyor. Enflasyon oranı bizden düşük; "küresel rekabet gücü" ve "ticari yaratıcılık ve araştırma" derecesi bizden daha yüksek.

İnsani refah açısından iki ülke arasında rekabetten bile söz edilemez. The Economist tarafından yayınlanan yaşam kalitesi ölçütlerine göre ("insani kalkınma indeksi") İsveç dünya üçüncüsüyken, BK on birinci. İsveç ortalama hayat süresi bakımından dünya üçüncüsü, BK ise yürmi dokuzuncu. İsveç'te her yüz kişiye 74 telefon hattı ve 62 bilgisayar düşerken; BK'da bu rakamlar sırasıyla 59 ve 41.

Ortalama olarak alınmış bu rakamlar arasındaki tezat yeterince katı, ama sosyal yığının en altındaki kişiler için bu daha da büyük. The Economist'in bu verileri yayınlamaması pek şaşırtıcı değil, ama Birleşmiş Milletler yayınlıyor. 2004 İnsani Kalkınma Raporu'na göre, İsveç'te nüfusun % 6.3'ü, gelişmiş ülkeler için mutlak yoksulluk sınırının (günde 11 Dolar) altında yaşıyor. Bu rakam BK için %15.7. İsveçli yetişkinlerin yüzde yedi buçuğu okur yazar değil; BK rakamlarının %21.8, üçte birinden biraz fazla. Başka bir araştırmaya göre, içine doğduğunuz ekonomik sınıftan çıkmama olasılığı BK'ta İsveç'tekinden üç kat fazla. Kuralsız pazarın yarattığı olanaklar bu kadar işte.

Bu farkların sebebi apaçık ortada. 20. yüzyılın büyük bölümünde İsveç, Catalyst Forum'un yeni yayınladığı bir broşürdeki ifadeyle- "sosyal sınıflar arasındaki koşulların eşitsizliğini azaltmayı amaçlayan politikalar" sürdürdü. Bunlar arasında The Economist'in "cezalandırıcı vergiler" ve "kamu harcamalarıyla ilgili cafcaflı programlar" olarak adlandırdığı şeyler de var; unutmayın, bunlar "zarar vermekten  başka bir işe yaramıyor". Bu politikaların, aslında ülkenin ekonomik rekabetçiliğini güçlendirdiğini, öte yandan da yoksulların toplam ulusal gelirden daha yüksek bir oranda pay almasını sağladığı anlaşılıyor. BM'e göre İsveç'te en zengin %10, en yoksul %10'dan 6.2 kat fazla para kazanıyor. BK'da bu oran 13.8. Yani, vaadedilmiş refah ülkesine ulaşmayı uman ülkeler için bir seçenek var. İsveç modeli kalkınmayı örnek alabilirler, ki bu modelde büyümeden elde edilen fayda dağıtılıyor. Ya da, bunların zenginlerde toplandığı BK modelini seçebilirler. Teorik olarak tabii. Pratikte seçme şansları yok. G8 hükümetleri onları Uluslararası Para Fonu ve Dünya Ticaret Örgütü aracılığıyla, BK modeline daha yakın, üstelik daha katı ve daha az dağıtımcı bir modeli izlemeye zorluyor. İki tür kapitalizm arasında, Blair, Brown ve diğer G8 liderleri kalkınmakta olan ülkeler için yoksullara yardım etme ihtimali daha düşük olanı seçtiler.

Bu değişmediği sürece, "gelişmekte olan dünya için Marshall Plan'ları işe yaramaz. Brown, küresel yoksulluğu yok etmek için yeni vaatlerin altına "neredeyse bütün ülkelerin" imza atmasının üzerinden beş yıl geçmiş olmasına rağmen, hemen hemen hiç ilerleme sağlanamaması nedeniyle ateş püskürüyor. Ama tam da IMF'nin bir idarecisi olarak, kendi uyguladığı politikalar bu ilerlemeyi imkânsız kılıyor. Son 25 yıldır bize söylenenlere rağmen, yoksullara yardım etmenin zenginleri dizginlemek anlamına geldiği daha doğru.

 

Çeviren: Özlem Dalkıran

http://www.monbiot.com/archives/2005/01/11/punitive-and-it-works/