IMF Kredisi, Organizasyon ve Halkçılık Anlayışımız

-
Aa
+
a
a
a

Bilindiği gibi IMF’ye verilen niyet mektubu devletin personel kadrolarında önemli ölçüde azaltım taahhüdünü içeriyor. Ayrıca krizin başladığı günden bu yana bankacılık sektörü başta olmak üzere, işten çıkarmalar büyük boyutlara ulaştı. İşsizliğin genel ekonomi açısından ne kadar önemli bir sorun olduğunu bir yana bırakın, insanın hangi gelir düzeyindeyken işsiz kalırsa kalsın yaşayacağı maddi manevi çöküntüler inanılmaz derecede acıdır. Bu acılara da medyamızda parmak basıldı çeşitli yönleri ile. En çok da IMF güdümü ile alınan bu kararlardan dolayı hükümet suçlandı. Bu özet durumu veri kabul edersek eğer, çok basit bir mantıkla krize yol açmakla hükümetin, hatalı olduğunu düşündüğümüz öneriler (önerilerden biri eleman azaltımı) getirmekle IMF’nin suçlu olduğunu, en azından bu krizden önce Türkiye’nin bir istihdam sorunu olmadığını da kabul etmemiz gerekir. Ülkemizde istihdam sorunu yoktu, birdenbire ortaya çıktı. Doğal ve haklı olarak daima halkımızdan başka hiçbir şey düşünmeyen medyamız da vicdanlarımıza seslenerek, gözü yaşlı evine ekmek götüremeyen babaların durumunu anlatmaya başladı. Soruna böyle bakmaya başlarsak, ki bana göre ağırlıklı olarak böyle bakıyoruz, sonuç alma şansımız yoktur.

Kriz nedenlerinden biri aşırı istihdam

Peki gerçekler böyle mi? Kasım - Şubat krizleri ve IMF istekleri hiç olmasaydı, Türkiye’nin istihdam sorunu yok muydu? Üstelik de bu sorun işsizlik değil, tersine fazla istihdam şeklinde değil miydi? Türkiye’nin görünen ve son bir buçuk yılda büyüyen sorunlarından biri işsizliktir. Aslında işsizlik bir sorun değil, bir sonuçtur. Gerçek sorun işsizlik değildir. Türkiye’nin temel sorunu nicelik / nitelik orantısı tersine olan nüfus yapısıdır. Bu niteliği az, niceliği büyük yapı, Türkiye’de gerek devlet gerekse özel sektörde nedenleri tamamen ayrı bir tartışma konusu olacak şekilde yanlış organizasyonu (daha açık bir deyişle organize olamamayı) getirmiştir. Yanlış bir organizasyon ise işleyebilmek için daima daha fazla insana gereksinim duyar. İşte Türkiye’nin temel sorunu budur. Türkiye’de işsizlik krizin bir sonucu değildir. Tersine krizin nedenlerinden, hem de çok önemli nedenlerinden biri aşırı istihdamdır. Halkçı medyamız bu farkı anlayamadığı sürece de sorunun çok önemli kaynaklarından biri olmaya devam edecektir.

Çok somut ve basit bir örnek vermek istiyorum. Kızım doğduğunda (4 yıl önceydi, meşhur krizimiz yoktu) nüfus kağıdı çıkarmak için nüfus idaresine gittim. Bir bayan hastane doğum kağıdını aldıktan sonra gerekli bilgileri bir forma doldurdu, bir deftere kaydetti ve sonra bir başka bayana imzalatmamı istedi. O bayan bakmadan formu imzaladı ve bir başka bayanı gösterdi. Ona gittim ve benden bir para alıp yanındaki bayana gönderdi. O da bir nüfus kağıdı çıkarıp bir şeyler yazdı ve iki gün sonra gelip almamı söyledi. İki gün sonra da gidip daha başka bir bayandan kızımın nüfus kağıdını aldım. Bu insanların hepsi aynı kattaydı ve araları 10 metre ya var ya yoktu.

IMF dedi diye...

Lütfen elinizi vicdanınıza koyun; buradaki beş kişiden üçü zaten işsiz değil mi aslında. Zerrece bilgisayara geçmeden (yani teknolojiden hiç yararlanmadan) sadece iş akışını ve yetkileri doğru organize etseniz iki kişi ile bu iş bitmeyecek mi? Yani zaten biz o üç insanı gereksiz yere istihdam etmiyor muyuz? Bu insanlara (yani aslında olmayan işe) para verebilmek için bir yerden gereksiz kaynak aktarımı yapmıyor muyuz? Boşa aktarılan kaynak aslında gerçek istihdam yaratıcı bir yatırıma engel değil mi? Şimdi bu sorun değil de, IMF dedi diye eleman azaltımına gitmemiz mi sorun? Evet, IMF dedi diye eleman azaltımına gitmemiz sorun, çünkü biz bu işi kendimiz zaten halletmeliydik.

Yukarıda verdiğim örnek kamuya ilişkindi. Ancak Türk özel sektörü de bundan farklı değildir. Üstelik bu kadar organize olamamak için görünürde özel sektörün bir nedeni de yoktur. Türk özel sektörü bu kriz hiç olmasaydı dahi kendini verimlilik prensibine göre ayarlayıp eleman azaltımına gitmek zorundaydı.

Üstelik sorun sadece eleman sayısında da değildir. Gerek özel gerek kamu sektöründe bazı yatırımların kendisi de gereksizdir. Bir başka deyişle yapılan yatırımda tek bir tane gereksiz eleman yoktur ama yatırımın kendisi gereksizdir. Örneğin İstanbul metrosu bana göre yapılabilecek en abuk sabuk yatırımlardan biridir. İşin garibi aslında kitle ulaşımı, bu ulaşımı yer altına almak ve raylı yapmak olağanüstü doğrudur. Hata, daha geleceği planlanmamış ve planlanması gibi bir düşünce de olmayan ülkemizde ve İstanbul’da bu yatırımı yapmaktır. Bu tür yatırımların sonuç verebilmesi için belli bir zaman diliminde neler olabileceğinin öngörülebilmesi gerekir. Yani bu şehirde hangi zaman diliminde kaç kişinin, nerelerde yaşayıp, nerelerde çalışması gerekiyor gibi. Bunu yapmadığınız sürece yaptığımız her yatırım Boğaz Köprüleri’nin haline dönüşecektir. Eğer bu büyümeyi durdurmazsak, Boğaz’a üçüncü köprü yapmayı bırakın, Boğaz’ın üstünü yan yana köprülerle kapayıp tünel haline getirsek gene sonuç alamayacağız.

Bir kez daha vurgulamak gerekir ise, asıl sorunumuz şu anda günlük hayatımıza yansıdığı gibi, ne kadar acı da olsa, işsizlik değildir. Sorunumuz nicelik ve nitelik olarak olumsuz nüfus yapımızın, gerek kamu, gerekse özel sektörde yol açtığı hatalı organizasyonlar ve yatırımlardır. Bu gerçeği kabul etmeden, Sn. Ege Cansen’in deyişi ile sürekli “Garibanizm” edebiyatı yaparak sorunların temeline inmemek, bizi bir daha çok zor düzeltilecek veya hiç düzeltilemeyecek daha büyük problemlerin içerisine iyice gömecektir.