İktidar ve Şiddet

-
Aa
+
a
a
a

Bir aya yakın bir süredir Sri Lanka'yla ilgili en ayrıntılı haberleri Açık Gazete'de dinliyorum. Bu sabah (2 Haziran 2009) beklenen o korkunç kıyımın haberini de yine Açık Gazete'den aldım. Sri Lanka'nın iktidar sahiplerinin Tamilleri yok etmek için yaptıkları katliamları yanlış hatırlamıyorsam bir İngiliz gazetecinin tanıklığı ile haber verdiniz. Ben de bir insan olarak orada olabilecekleri düşündükçe ve ne yazık ki gezegenimizde insan denilen ve iktidar denilen şeyin neler yapabileceğini az çok tahmin ediyordum. Ne yazık ki iktidarların her zaman yaptığı şey bu: YOK ETMEK. Halkların en basit talepleri bile hep böyle katliamlarla bitiyor ve bütün insanlık ailesi bunu seyrediyor, iktidar sahipleri her zaman birbirlerine katliamlar için yol veriyorlar, olduktan sonra da kınamalar geliyor. Ben Tamil Kaplanları'nı yıllardır izlemeye çalışıyordum. Bu işlerin böyle sona erdirilmesi adetten oldu, bunun adına da utanmadan "BARIŞ" diyorlar.

 

31 Mayıs 2009 Pazar günü saat 14'te Açık Radyoda Emre Dağtaşoğlu'nun programını dinliyordum, bir yandan da yemek yapıyordum, bir ara mutfaktan içeri girdim. Star televizyonunda bir program vardı, o programa katılan bir araştırmacı-yazar (o konuşurken alt yazıda böyle yazıyordu) "Bakın," diyordu, Sri Lanka hükümeti kimseyi ülkeye sokuyor mu, İngilizleri oraya sokmadı, gazetecileri sokmadı, ne güzel teröristleri temizliyor," diyordu. İnanın bunu söylerken çok rahat ve memnun bir ifade vardı yüzünde, ne demek istediğini ben şöyle anladım; biz de Güneydoğuda bunları yapmalıyız. Bu insanların yazar, akademisyen veya araştırmacı kimlikleri ile ekranlarda kılları kıpırdamadan katliamları hoş göstermeleri çok korkunç, ben bu insanı tesadüfen gördüm ve inanamadım. Ona şunu sormak isterdim; "sizin hiç çocuğunuz öldü mü, sizin sevdiğiniz bir aile hiç ortadan kaldırıldı mı?"  Onları vicdana çağırmaktan başka yapacak bir şey yok. Ama böyle vicdandan yoksun, gözünü kan bürümüş insanları da gerçekten teşhir etmek gerekiyor, bu insanlar bu ülkelerde iktidar sahiplerinin bütün silahlarıyla ve ordularıyla kendileri gibi olmayanları veya onlara itaat etmedikleri için öldürülmelerini nasıl hoş görebiliyorlar? Tamil Kaplanları denilen örgütün de mutlaka çok korkunç eylemleri olmuştur, ama hangi örgütte iktidarların sahip olduğu silahlar var? Ne yazık ki bu katliamları daha çok yaşayacağız gibi görünüyor….

 

Dün sabah yaşadığım çok korkunç bir şey daha var; oturduğumuz yer bir köyün tepesinde kalıyor, o kadar çok köpek var ki, kediler de çok, ama köpekler o kadar zayıflar ki, bir deri bir kemik kalmışlar ve insanların çoğu her yerde olduğu gibi burada da onları hiç sevmiyorlar. Çoğu, zaten ya atılan taşlardan yaralı, bazılarının da ayaklarını araba ezmiş 3 patiyle yürüyorlar. Ben 6 aydır buradayım, 6 aydır pişirdiğim yemekleri, aldığımız ekmekleri ve evimizin 4 ayaklı çocuğu Rex'in mamalarını köpeklerle, kedilerle ve kargalarla paylaşıyoruz, onlara da sürekli mama hazırlıyorum. Evimizin önünde bir tane çöp konteynırı var, bütün hayvancıklar onun başında, hatta ilkbahara yeni girerken iki tane de kirpi vardı, bir gün bir baktım benim koyduğum mamaları kirpiler de yiyor. Ne yazık ki dün sabah o çöp konteynırının başında korkunç bir şiddetle karşılaştım. Adına insan denilen genç bir adam plastik bir sandalyeyi zavallı, ufacık, sıska bir kara köpeğin sırtında kırdı, tesadüfen gördüm, "yazık değil mi?" dedim, zavallı köpeğin canhıraş feryatlarla kaçışını izlerken "niye vuruyorsunuz, yazık ne yaptı ki size?" dedim. "Balkonuma yatmış, evime girecekti," dedi, o kadar sinirli ve gözü dönmüştü ki biraz daha konuşursam balkondaki diğer sandalyeleri de benim sırtımda kıracağını zannettim. Bu dünya çok garip; insanlar hem kendilerine, hem diğer insanlara, hem hayvanlara hatta her şeye düşman. Daha kötü işler olmasından korkuyorum. Acayip bir şiddet kültürü herkesi sardı. Dilerim daha çok acılar yaşamayız.

 

2

 

Geçtiğimiz aylarda Mehmet Ağar ilk defa hakim karşısına çıktı. 1996 Susurluk kazasının üzerinden tam 13 yıl geçti ve ilk defa hakim karşısına çıktı, büyük ihtimal bir daha da çıkmayacak. Beni en çok etkileyen sözü "vicdanım rahat" oldu. Ben, Mehmet Ağar İstanbul emniyet müdürü olduğu dönemde, 1991'de, canım yeğenimi onun emri ile yargısız infazda kaybettim. "Vicdanının" rahat olduğunu söylüyor. Ben bu cinayetlerden birini yaşayan sadece tek bir kişiyim, o dönem (emniyet müdürü olduğu) olsun, öncesi ve sonrası  olsun bu toprakların en kanlı ve en vahşi cinayetlerinin olduğu dönemdir. Bu insanın görev yaptığı dönemlerde bir çok insan hayatını kaybetmiştir, gerek işkencede olsun, gerek yargısız infazlarda olsun ve kendisi bu cinayetleri ile terfi etmiştir, onurlandırılmıştır. Oysa öldürülen insanlar da bu toprakların gencecik çocukları idi, bu insanlar zaten ele geçirilmişti. Polisin görevi, ele geçirdiği insanları öldürmek midir, yoksa adalete (varsa) teslim etmek midir? Kendisinin "vicdanı rahatmış"... Canım yeğenim katledildikten sonra biz aile olarak çok acılar çektik. Aradan 18 yıl geçti, biz aile olarak bu olayı dünkü sıcaklığı ile yaşıyoruz. O çok değerli bir çocuktu, herkesin çocuğu gibi.... Ben bu ailelerden sadece birinden bahsediyorum. Mehmet Ağar'ın polis şefliği, emniyet müdürlüğü, emniyet genel müdürlüğü, Elazığ valiliği ve adalet bakanlığı dönemlerini hatırlayan çoktur. Sonra Susurluk meselesi ile gündeme geldi. Yıllarca hiç birşey yapılmadı, ne yazık ki bundan sonrası da şüpheli. Medya 1996'daki medya değil. O zamanlar bu konu ile ilgilenenler çok olmuştu. Her zaman ki gibi ateş sadece düştüğü yeri yakıyor.

 

Ayrıca şunu söylemeden yapamayacağım; bu eski polis şefi, eski vali, eski adalet bakanı, eski parti başkanı, o dönemlerin içişleri bakanı, başbakanından habersiz elbette bu tür cinayetleri işleyemezdi. Bu coğrafyada bunları yaşayan o kadar çok aile var ki, ama inanın bana, insanlar büyük ihtimalle hâlâ korkuyorlar, çünkü hukukun hiç yaşanmadığı bir coğrafyadayız. Yarın kimin başına ne geleceği belli değil.

 

2009'dan gerilere doğru bakıp bu süreçleri sürekli hatırlayıp, konuşup bunları dile getirmek şart, bu ülkenin insanları çok acılar çekti. Benim yeğenim 19 Mayıs 1991'de bir pazar günü İstanbul'da öldürüldü. Biz ailece hemen İstanbul'a gittik, bizi 3 gün hastane hastane dolaştırdılar, morgları gezdik, bütün çekmecelere bakıp yeğenimin cesedini aradık. Üçüncü günün sonunda ilk baktığımız yerde bulduk, o hastanelerdeki görevliler "burada yok" diyorlardı. Sonra çocuğumuzu İzmit'e getirdik, otopsi yapmışlardı, vücudunda işkence izleri vardı, 17 tane mermi deliği saydı, öldüğünden emin olmak için de en son başına da ateş etmişlerdi. Kardeşim, otopside darmadağınık edilen yeğenimi parçalanmadan kefene koymak için çok zorlandığını söyledi. Hepimiz ağır travmalar geçirdik, ama en önemlisi onun hayatını kaybetmesiydi. Ne ile suçlanıyorsa, o suçla cezaevine girseydi, daha o zamanlar çıkacaktı. 28 yaşında hayatı bitti, aslında hepimizin hayatı bitti.... 

 

Aradan yıllar geçtikten sonra, Mehmet Ağar evladını kaybetti, evlat acısını yaşadı. Gazetelerde ağlayan bir resmini gördüm, ağlarken gazeteciler çekmiş, resmi gazeteden kestim, canım yeğenimin olduğu resimlerin yanına koydum. Bu yazdıklarım tuhaf gelebilir, ama onun ağlayan resmi bende "acaba insanca duyguları var mı" hissini uyandırmıştı. Ama hayır, geçen gün bir haber kanalında bir alt yazı vardı "VİCDANIM RAHAT".....  "Devlet ne görev verdiyse onu yaptım" demiş...