Hrant Dink Davasının Türkiye İçin Anlamı

-
Aa
+
a
a
a

Ergenekon Davası’nın sanıklarından bazılarının, Hrant Dink davasının sanıklarıyla telefon görüşmeleri olduğu ortaya çıktı. Hrant Dink cinayetinin seyrini etkileyecek bu önemli gelişmenin ardından Açık Gazete’de, “Hrant’ın Arkadaşları”ndan, gazeteci ve radyocu Hayko Bağdat’la, en başından itibaren Hrant Dink davasının gidişatını, bu davanın Türkiye için ne anlama geldiğini konuştuk.

Dinlemek için:

İndirmek için: mp3, 25 Mb.

 

Ömer Madra: “Hrant’ın Arkadaşları”ndan gazeteci, radyocu, Hayko Bağdat’la beraberiz.  Hoşgeldin.

 

Hayko Bağdat: Hoşbulduk, teşekkür ederim.

 

ÖM: Yıllardır konuştuğumuz Hrant Dink cinayeti davası tam da bitti diye düşünürken çok önemli gibi görünen bir gelişme oldu ve ilk defa Ergenekon davası sanıklarından bazılarının Hrant Dink cinayeti davası sanıklarıyla telefonla görüştükleri tespit edildi. İstanbul Emniyet Müdürlüğünden gelen bir yazıda, Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz, Levent Göktaş, Muzaffer Tekin ve Erbay Çolakoğlu gibi, Ergenekon davasının çok önemli sanıklarıyla telefon bağlantıları olduğunun mahkemeye belirtilmesi, davanınseyrini çok etkileyebilecek çok önemli bir bilgi. İkinci önemli gelişme de şu; Ogün Samast’ın tek başına olmadığı, birden fazla kişinin kolektif hareket ederek bu cinayeti gerçekleştirdikleri de tanık ifadeleriyle mahkemede konuşulmuş oldu. Bu gelişmeler bize çok önemli görünüyor. Sen ne dersin?

 

HB: Aslında bundan bir öncesinde de, Kafes Eylem Planı’nda Hrant Dink’in adının geçiyor olması yine dava seyrinde çok önemli bir kırılma noktasıydı, çok önemli bir gelişmeydi. Aslında biraz şuna bakmak lazım; şimdi Deniz Baykal’ın istifasının hemen arkasından bunun nasıl  bir operasyon olduğunu, operasyon olup olmadığını ve siyaseten neye tekabül ettiğini neredeyse bir haftada çözmek üzereyiz. Yani herkes bunu konuşuyor ve bunun Türkiye’de çok sevdiğimiz ‘komplo teorileri’nde neye tekabül ettiğini, kimin işine yaradığını çok fazla konuşmaya başladık. Fakat Hrant Dink meselesinde 3,5 yıldır niye birşey konuşamıyoruz hâlâ? Yani bunun ne anlama geldiğini, kimin işine yaradığını, ne olduğunu niye konuşamıyoruz? Çünkü bu noktada gerçekten Ermeni tabusu meselesi karşımıza bir yüzyıllık bilgi olarak çıkıyor. Kafes Eylem Planı’nda, Türkiye’de mevcut iktidarı islamcı göstermek ve Türkiye’de yaşamın gittikçe zorlaştığını ifade etmek üzere, Türkiye’de yaşayan gayrimüslimler üzerine bir takım operasyonlar yapılmasından bahsediyordu. O operasyonlar içerisinde Rahip Santoro cinayeti, Malatya katliamı ve Hırant Dink operasyonundan bahsediliyordu. Fakat Hrant Dink operasyonunun arkasından gösterilen tepkilerle tam amaca hizmet etmediğinden bahsediliyordu. Türkiye’de Hrant Dink’i katleden zihniyetin Hristiyan kimliği üzerinden hareket ederek bunu yaptığını anlatmaya çalışan bir belgeydi o elimize geçen. Bir başka önemli bilgi daha var; Danıştay saldırısı sonrasında zanlı olan avukat ilk ifadesinde diyor ki; “ben Türkiye’de Ermenileri öldürecektim ya da gidip Danıştay’da hakimleri vuracaktım.”

 

ÖM: Alparslan Arslan’ın mı?

 

HB: Alparslan Arslan’ın ilk ifadesi. Alparslan Aslan’ın Türkiye’de başörtüsüne yasak koyan mahkeme üyelerine bir eylem düzenlemesiyle, Türkiye’de Ermenileri öldürmesi arasında nasıl bir paralellik vardır ki? Siyaseten yoktur, ideolojik olarak yoktur.

 

ÖM: Mantıken?

 

HB: Mantıken de yoktur. Bütün bunları bir iktidar karşıtı komplo olarak görecek olursak Hrant Dink’in de bu anlamda devrimci kimliği bir yana bırakılarak, Ermeni kimliği, Hristiyan kimliği gözönüne alınarak bu duruma muhatap kaldığını varsayacak olursak, peki o zaman bunun muhatabı olan kesim, yani iktidar bu noktada ne durumda?

 

Hrant Dink niye bu anlamda turnusol kâğıdı gibi? İşte o gördüğümüz pazarlıklar, kasetler, “bak bu konuyu da açarım, bunu da tutarım” mantığıyla niye hâlâ açılmamış bir karttır? O zaman şuna bakacağız; Türkiye’de mevcut iktidara talip olduğu varsayılan iki büyük kuvvetin ikisi de Ermeni meselesinde galiba aynı fikirde. Çünkü hatırlayın, Ermeni Konferansı esnasında Cemil Çiçek, “İçimizdeki hainler bizi sırtımızdan hançerliyor” dedi. Bir adalet bakanıydı o zaman ve Türkiye’deki bir Ermeni için söylüyordu bunu. Hemen arkasından cinayeti işlediği varsayılan Ogün Samast “Bir Ermeni’yi vurdum!” diye bağırdı ve yakalandıktan 24 saat geçmeden emniyet müdürü Celalettin Cerrah “örgüt bağlantısı yok, milliyetçi hassasiyetlerle işlenmiş bir cinayettir” dedi. O zaman resim tamamlandı orada. Hemen arkasından baktığımızda da bu son 10 Ocak döneminde, Başbakan birşey  söyledi, dedi ki; “Bizim dönemimizde herşey aydınlatılıyor, bakınız Hrant Dink cinayetine, 24 saat geçmeden yakaladık, hamdolsun. Bağlantılarından bahsetmiyorum bile”. E bahset artık o zaman! Dolayısıyla şu çok komik bir durum değil mi? 3,5 yıl geçmiş ve 3,5 yıl sonra oradaki zanlıların telefon kayıtları henüz yeni geldi.

 

ÖM: Şimdi ben önüme düşen bir küçük -hatta, son derece küçük, yarım sayfa bile olmayan- Anadolu Ajansı haberinde, belki de 21. yüzyılın en önemli haberlerinden birini görüyorum ve bunu normal, sıradan  karşılamamız gerekiyor. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden mahkemeye gelen yazıda, “Davanın sanıklarının, Ergenekon davası sanıklarından 6’sıyla telefon irtibatlarının bulunduğu bildirildi” diyor. İnsanın kanını donduracak kadar soğukkanlı, önemsizleştirilmiş bir haber.

 

HB: Ve avukatların çok uzun süredir talep ettiği, bir türlü alamadıkları bir belge bu. 3,5 yıl geçmiş üzerinden... Cinayeti işlediği varsayılan insanların o günkü telefon kayıtlarının istenmesi herhalde yapılacak ilk işlerden bir tanesi olmalı. 3,5 yıl sonra bu bilgi gelebiliyor avukatlara, mahkemeye ve duruşmaya.

 

ÖM: Öte yandan da gizli tanığa, niye 14 gün gecikmeyle şimdi ifadesini verdiği gibi birşey de sorulabiliyor, o da “korktum” diyor. Yanlış değil değil mi?

 

HB: Doğru ve bir önceki duruşmada da unutuldu gizli tanık biliyorsunuz.

 

ÖM: Evet getirilmesi unutuldu ve hakim böylesine hassasiyetle 14 günlük bir gecikmeyi -ki ben anlayabiliyorum şahsen, böylesine birşeyde tanık olsaydım ben hemen koşup verir miydim ifade bilmiyorum korkudan dolayı...- sorguluyorsa, öte yandan da 3,5 sene sonra böyle bir bilgi polisten şimdi geliyorsa, burada bir tuhaflık var demektir.

 

HB: Tabii tuhaflık sadece o kadar da değil biliyorsunuz, o günün kamera kayıtları yok, o saatler arasında silinmiş. Şimdi TUBİTAK onu Amerika’ya gönderecek de belki tekrar geri kaydı almaya çalışacak.

 

Aslında gerçekten Hrant Dink meselesinin hepimizin içinde bıraktığı bir yarılma vardır ya bir türlü atlatamadığımız, 3,5 yıl değil 13,5 yıl geçse de tam haliyle çözemediğimiz bir duygusal tarafı var Hırant Dink cinayetinin. Çünkü hepimiz şunu hissediyoruz; “Olmadı yakışmadı bu iş!” Bir şekilde Hrant’ın kişisel özelliklerinden, Hrant’ın temsil ettiği tarihçeden, nereden bakacak olursanız olun Türkiye toplumunda bir “olmadı” hissi var. Aynı zamanda o soru ve duygu şununla da tamamlanıyor, sokaktan birisini çevirseniz, deseniz ki “Hrant Dink cinayeti için ne diyorsun?” herhangi birisi şunu söyleyecektir size, “Abi o iş gözüktüğü kadar değildir.” Bunu hepimizin bildiği yerde, bunu hepimizin hissettiği yerde, hepimizin o yarılmayla hâlâ Türkiye’de 3,5 yıl geçmesine rağmen en büyük anmaların, en büyük eylemlerin, en büyük duygunun yaşandığı yerde, maalesef o işin öyle olmadığını bildiğine emin olduğumuz bütün kesimler bu işin üstüne gitmemekte. Bu gerçekten şaşılacak bir durum.

 

Ben biraz da şuradan bakıyorum, Hrant Dink cinayetinin arkasından yaşadıklarımız Türkiye’de sorularımızın cevaplarını çok netleştiren bir durumdur. Yani Hrant Dink’in cenazesine katılanlar ve katılmayanlar kendi siyasi tarihçelerinde tarihe not düşmüşlerdir. Hrant Dink meselesindeki cevapları net olan insanlarla, net olmayan insanlar bugün mevcut bütün açılımlarda, bütün politik durumlarda herşeyde aynı tedirginlikte davranmaktadırlar. Ermeniler bir turnusol kâğıdı oldu tekrardan; daha önce de soykırım meselesi, Türkiye’de sol içerisinde de, bütün kesimler içerisinde de bir turnusol kâğıdıydı. Ermeni’ye bakışı neyse bir insanın bu ülkede, onun kendini tarif etmesindeki samimiyetine inanıp inanmayacağımızın cevabı gibi geliyor bana. Hrant Dink cinayeti bunu çok perçinledi aslında.

 

ÖM: Hrant Dink cinayeti kesinlikle bir milad oluşturdu çok çeşitli boyutlarıyla, sadece bir etnik mesele olarak, azınlık meselesi olarak değil. Toplumların tarihlerinde böyle bazı şeyler oluyor, bireylerin de kendi bilinçlerine kadar inen çok tuhaf bir ayrışma noktası oluyor. Pek çok insanın tarihinde bir başlangıç noktası olduğunu ve böyle de devam edeceğini biliyoruz. Herkesin herşeyi bilmesine rağmen sustuğu bir kesim var.

 

HB: Yani o cinayetin kendisine yapılmış bir operasyon olduğunu bilen kesimin bu konudaki tavrı gerçekten bize tekrar birşeyleri hatırlatıyor. Başbakan’ın veya iktidar kesiminin bu meselelere bakışında, bu tek mesele değil tabii, Alevi meselesine, Kürt meselesine, işçi meselesine bakışında sürekli şu hal var; bir jest yapıyor, jest! Hrant Dink’in katilinin 24 saat içinde yakalanmasını, sadece o 2-3 kişinin gözaltına alınmasını böbürlenerek söyleyeceği bir jest olarak algılıyor. Gasp edilmiş onlarca, yüzlerce, binlerce azınlık vakfından 8 tanesini ifade etmeyi bir jest olarak görüyor; hak, hukuk, adalet arayışıyla değil bu da.

 

ÖM: Delikanlılık ve âlicenaplık.

 

HB: Evet, “verdim bak bir de beni yanılttılar, özürlerini de dilediler, 100 bin dediler”. Yani Türkiye’deki kaçak işçileri göndermekten bahsettiğinde, aslında uluslararası siyasette göçmenleri, mültecileri pazarlık kozu olarak kullanmanın ayıp olduğunu bilmediğinden olsa gerek, onların sayısını onlara yanlış söyleyen Ermenilere kızarak tekrar oradan çözüyor. Bu bakış Hrant Dink meselesine bakışta da geçerli. Çünkü bir emniyet müdürünün, emniyet görevlisinin ‘off the record’ sohbette söylediği şey şuydu; Hırant Dink’in öldürüleceğini aslında herkes biliyor, fakat onu korumak teşkilattan bir kişi için kolay iş değildi. Ermeni’ye bakış meselesinde şunu anlatıyor bana o cümle; sizin bir tanıdığınız trafik kazasından gözaltına alındığında, karakolda tanıdık bir amir varsa gidersiniz rica edersiniz, en azından orada gece kalacaksa bile şartlarını kolaylaştırırsınız. Fakat eğer terörle mücadeleye düşerse bir tanıdığınız, o tanışıklık ilişkileri falan işe yaramaz. Aynı zamanda şimdi öğreniyoruz ki Hrant Dink’in öldürülmeyeceğini bilmeyen bir devlet kurumu yok, jandarması da, istihbaratı da, MİT’i de, Trabzon’daki herkes hatta, sokaktaki, kahvedeki adam dahil.

 

ÖM: Evet, Gabriel Garcia Marquez’in Kırmızı Pazartesi hikâyesi gibi gerçekten.

 

HB: Evet ve bu anlamda bunu durdurmaya, müdahale etmeye yeltenmek için kendi bulunduğu kurumda görev icabı bunu yüksek sesle dillendirmek isteyen bir insanın o teşkilatın siyasi zihniyet içerisinde “yahu?!” muamelesi göreceği bir durumla karşı karşıya kaldığı bir iklim yaşamışız biz o zaman. Yani içimizden birinin öldürülme ihtimali “E, hakediyor” noktasına getiriyor bütün kamu görevlilerini. Dolayısıyla o yüzden bu dava yürümüyor, o yüzden bu davada adalet dağıtmakla mükellef olan kesimler tutuktur, eli varmaz. Çünkü yaşadığımız belki 95 yılın, 100 yılın ağır yükü üzerinde toplanıyor.

 

ÖM: Evet, hakimler için de bu herhalde söz konusu olan.

 

HB: Ermeniliğin maalesef biraz böyle bir tarafı var, her ne kadar Ermeni kimliğinizi kullansanız da kullanmasanız da. Ermenilik meselesi Türkiye’de hâlâ en azından bu tutukluğa yol açıyor. Ermeniler üzerinde planları olanların eylem kabiliyeti ne kadar geniş hâlâ bilmiyorum, ama olmayanların da tutuk davranması hali sözkonusu hâlâ. Bildiğiniz psikolojik haller bunlar.

 

ÖM: Öte yandan da tabiiaz da olsa pozitif tarafına bakalım; Hrant Dink öldürüldüğü anda duyulan infiali çok net olarak hatırlıyorum ve birdenbire binlerce kişinin oraya gitmesi, cenazeye gelmeden daha, o ilk andan gelen, kendiliğinden gelen insanlar var, binlerce insanın isyanı var. Arkasından da cenaze töreninde T.C. tarihinin, hatta dünya yakın tarihinin de önemli bir kitle eylemi gördük, sessiz, vakur ama çok kararlı bir kitle eylemi haline dönüşmesi de bu işin biraz önce anlattığın bütün genel planının ya da hesaplamanın dışına çıkmasına da yol açtı herşeye rağmen. Bu da söylenebilir herhalde.

 

HB: Tabii burada şunu da görmemiz lazım, geçenlerde Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun bir açıklaması oldu. Davutoğlu’nu herkes çok beğenir aslında, yani dışişleri bakanı olarak beyefendi bir kişilik temsil eder, eğitimli bir kişilik temsil eder, ülkeler arası ilişkilerde pozitif olduğu varsayılır. Aslında Davutoğlu kimse için “A olmasın o adam..” gibi birşey hissettirmiyor. Fakat bence Hrant Dink arkasından söylenmiş sözler içerisinde, ‘ırkçı’ dersem ayıp olacak, ama en ayrımcı cümlelerden bir tanesini etti farkında olmadan, yine o yüzyıllık manipülasyonun etkisinden olsa gerek.

 

ÖM: Lapsus diye de bakılabilir belki, hakikaten bu benim de zihnimi meşgul etmişti. Davutoğlu konusunda çok pozitif şeyler de yazılıp söyleniyor, ama bu beni de düşündürmüştü. Ne demişti?

 

HB: Şunu söylemişti; “Türkiye halkı Hrant Dink’e sahip çıkmıştır, Ermenistan’da bir Türk gazeteci öldürülseydi acaba aynı şey olur muydu?” Şimdi meseleyi anlamamış; Hrant Dink Türkiye’de İngiliz pasaportuyla yaşayan bir BBC muhabiri değildir, Hrant Dink Türkiye’nin kendisidir, Malatyalıdır, bu toprağın kökenidir ve o yüzbinlerce insanın gelme sebebidir. Buralıdır Hrant Dink ve Ermeniler de buralıdır, hep buralıydılar zaten, oradaki o yabancılaştırdığın, ötekileştirdiğin şey değil ki.

 

Hrant Dink’e Türkiye halkı sahip çıkar tabii, Türkiye devleti nerededir o zaman? Öncesinde ve sonrasında nerededir? Senin temsil ettiğin şey devlet erkidir, sen bizim işimize karışma, biz birbirimize zaten sahip çıkıyoruz sık sık, ama şu da yorucu birşey, birbirimizle artık cenazelerindeki kalabalıktan övünür hale getirdiler bizi.

 

ÖM: Bu da tabii korkunç.

 

HB: Farkında mısınız, ben de kendimi bazen böyle buluyorum, arkadaşımızın öldürüldüğü bir hal yaşıyoruz, adalet yok, adaletin tecelli etmesi için heves yok, hiç kimsede yok, bunu talep edenlerin yorgunluğu kadar yürüyen bir mesele bu aslında. Bunu talep edenlerin yorulduğu, bıraktığı anda birşey yok ortada. Bizler bazen şunu konuşuyoruz; “ama öyle deme, çok kalabalıktı cenaze.”

 

Daha önce de Vecdi Gönül “Ermeniler, Rumlar buradan gönderildi, fena olmadı, biz de ulusal kimliğimizi oluşturduk” demişti.

 

ÖM: Ulus devletin inşası.

 

HB: İnşa ettik. Arat Dink’in güzel bir yazısı vardır; “Yokluğum Türk Varlığına Armağan Olsun!” diye. Bu anlamda işte bu devlet ağzı, bu nefret söylemi, farkında olsun veya olmasın bu ötekileştirme hali aslında şimdi o işin şiddetinden unuttuğumuz, ama biraz bakacak olursak hatırlayacağımız Hrant’ın ölümünden önceki hale çok benzer. Hrant’ın ölümünden önceki medya taramalarını şimdi arkadaşlar yaptı, alın bakın inanamayacaksınız, her gün o anı yaşadığınız halde, üzerinden 3 sene geçtikten sonra baktığınızda inanamayacaksınız. (bkz: “Nefret Söylemi” www.nefretsoylemi.org/detay.asp?id=86&bolum=rapor)

 

Bu anlamda da biz bunu söyleriz, Hrant’ın cenazesindeki dayanışmamızdan bahsederiz, sizler söylersiniz, oraya gelmiş 200 bin insan bundan bahsedebilir, ama bunu Hırant’ın öldürülmesine mani olmakla mükellef olan, öldürüldükten sonra da adalet vermekle mükellef olan devlet görevlisi söyleyemeyecektir.

 

ÖM: Bu tabii Türkiye’nin ve belki de dünyanın en önemli sorunsalına bizi getiriyor; adalette eşitlik sağlanamadığı sürece bu dünya kurtulamaz, Türkiye de kurtulamaz. Temel sorunumuz budur. Mesele Ermeni, Türk ya da AKP vs. meselesi değildir, adalette eşitlik sağlanmak zorundadır. Başka türlüsünü, bunun altını hiç kimse kabul edemez, zaten gerçekçi de olmaz.

 

HB: Ergenekon sanıklarıyla görüşme meselesi herhalde hiçbirimize “a olur mu öyle şey!’ dedirtmedi. Ancak şuna ‘aa’ diyoruz biz “niye 3,5 yıl sonra?”

 

Avi Haligua: Ki bunun da bir cevabı var aslında, İçişleri Bakanlığı müfettişinin uzun süre hazırlamayıp sonunda hazırladığı raporda o kayıtların hepsinin yasa dışı olduğu ve bu sebeple imha edilmesi gerektiği ortaya çıkmıştı. Aslında Erdoğan’la içişleri müfettişleri arasındaki gerginlikten galiba böyle bir boşluk çıktı da davada bunlar konuşulur oldu gibi geldi bana.

 

HB: Ama bu gelişme bize şu soruyu sorduruyor -ki aslında meselenin takipçisi olan avukatlar, aile, Hrant’ın Arkadaşları dediğimiz sokaktaki bu işi takip eden insanlar, daha öncesinden de bu tartışmayı yaşamışlardı aslında, ama bu şimdi de kamuoyu önünde de konuşulur hale geldi- “Hrant Dink davası Ergenekon’a bağlansın mı bağlanmasın mı?” Bundan bir süre önce şöyle eleştiriler vardı, haklı olarak insanlar da “hayır, ayrı ve tek kalsın bu iş, bu kendi özelinde yürüsün, sırf bununla ilgilenilsin” diyorlardı. Evet, onu hak eden bir durum zaten bu ve “bütün eforumuzu ona verelim” noktasındaydı çoğu kişi. Çünkü Ergenekon’a gittiği zaman, binlerce faili meçhulün de konuşulacağı, belki bir sürü şeyin de konuşulacağı çok daha büyük suçların, çok daha büyük kötülüklerin olduğu bir yerde araya girecekti. Fakat şunu fark ettik yavaş yavaş, bu dava bitti, şu son duruşma öncesine kadar, bu dava bitmiş idi, bu davanın artık yavaş yavaş oradan bağlanacağı bir şey kalmamış idi. Şimdi bu duruşmada, Hrant’ın avukatlarından Fethiye Çetin, herşey baştan başlasın isteğiyle, talebiyle gitti, basın açıklaması yaptı.

 

ÖM: Evet bu çok önemli.

 

HB: Herşey baştan başlasın, savcılık da tam savcı olsun, sadece buna çalışsın gibi bir talep vardı aslında. Şimdiye kadar olan herşey aslında bir tiyatroydu, -ki bir yakın arkadaşımız da b duruşmaları tiyatro yapmak üzere- ve aslında bu gelişmeler de herşeyin baştan başlaması ihtimaline bir ışık tuttu şimdi. Dediğiniz gibi, medyada Baykal baş rolü kaptığı için belki de biraz az yer aldı. Gnel olarak da şu eleştiriyi yapalım; medya bu konunun peşinde o kadar gitmiyor.

 

ÖM: Gitmiyor evet. Ben sadece Baykal meselesiyle de bağlantılandırma eğiliminde değilim doğrusu, biraz da çuvaldızı medyanın bir parçası olarak kendimize batıracak olursak, hakettiği önemi katiyen bulmuş değil. Yani bireysel olarak da gazeteci olarak da, insanların vicdanları gereği bunun manşet haber olması gerekir. Yani bu Türkiye’nin en ağır davası olan Ergenekon’la en ağır ikinci davası olan Hrant Dink davasının birleştiği nokta, somut olarak, fiziki olarak birleştiği nokta ve cinayetin birden fazla kişi tarafından hesaplı, kitaplı olarak işlenmiş olduğunu belirten tanıklıklar da aynı gün çıktı. Şimdi buna artık, aynı yerde öyle Hrant Dink davası diye bakılamaz, bir kenara atılamaz. Görebildiğim kadarıyla, Radikal gazetesinde vardı, o da sol üst köşede, Hrant Dink’in de küçük bir fotoğrafını koymuşlar. Olacak iş değil, 7 kat büyüğü Deniz Baykal hikâyesinin.

 

HB: O anlamda aslında Türkiye’de belge temin eden ve o temin ettiği belgeyi basan ve kendisine belgeler gelmeye başlayan, bu anlamda Türkiye’de bu mücadeleyi veren gazetelerimiz de var. Talep eden, cesur duran, manşetleri günlerce aynı şekilde çıkartabilen, o kararlılıkta gazetelerimiz de var; Taraf gazetesi de var, ondan da bahsediyorum en çok. Biraz da bu konudaki talebin o kesimler tarafında da zayıf olduğunu görüyorum ben; ne olur kızmasınlar, çoğu arkadaşımız, dostumuz olduğu halde bunu söylemek istiyorum. Yani Hrant Dink duruşmaları veya anmaları günlerinde bile o kadar gözümüze soka soka çıkmıyor bazı haberler. Aslında başka bir Türkiye istediğimiz yerde, Hrant Dink’e adalet tecelli etmeden başka bir Türkiye olmayacağını biliyoruz.

 

ÖM: Kesinlikle, ben de bunu kastetmek istemiştim. Bir de küçücük bir dipnot olarak birşey sormak istiyorum; Jenkins’ın Türkiye durumuyla ilgili dışarıdan bakan bir raporu var, tamamını hâlâ okuma fırsatım olamadı, ama hızlı bir şekilde göz gezdirdiğimde uzun süredir Türkiye’de yaşamış, Türkçe bilen ve Türkiye uzmanı olduğu söylenen bir adam bu. Hrant Dink cinayetini tekil, milliyetçi gençlerin işlemiş olduğu birşey olarak koyuyor. Neden böyle yapıyor?

 

AH: Peki o yapıyor da ardından bir sürü gazete de “İşte tamam çıktı!” diye de koca koca haber de yapıyor üstüne üstlük.

 

HB: Jenkins meselesi aslında Türkiye’de ne kadar ciddiye alınacağı tam karar verilmemiş bir mesele. Şimdi o adam sağda solda sunum da yapıyor, anlatıyor ki “bütün bunlar fasafisodur aslında hikâye şudur,” diye. Zannediyorum son bir çalışma yapıldı, Jenkins raporunun getirdiği bilgilere karşı, “hayır öyle değil” diyen, bizim yaşadığımız ülkeyi anlatan. O çalışma da bugünlerde kamuoyunda paylaşıldı. Onlarca imza da var aslında akademisyen, yazar gibi...

 

ÖM: Açık Gazete’de bunu ele almalıyız biz de ayrıca. Bu da soru işaretleri barındıran bir konu çünkü.

 

HB: Yani bütün o anlattıklarına karşın, daha akademik bir çevrenin oturup çalıştığı, araştırdığı ve meseleye, Ergenekon davasına genel olarak nasıl baktıklarını anlattıkları uzunca bir rapor bu. O yüzden onu da okumak lazım aslında, çünkü akademisyenler karşılıklı rapor yazıyor.

Fakat ben içimden geçen duygu şu, Jenkins neler anlatıyor bilmiyorum, ama bu meseleye böyle bakıyorsa ben çok ciddiye almıyorum, benim yaşadığım hayat böyle değil. Ona, fikrim, çalışmam, araştırmamla değil, yaşadığım hayattan yola çıkarak söyleyebilirim ki; “Yanlış söylüyorsun ya da ‘bilmiyorsun.”

 

ÖM: Tabii eksik kalıyor çok şey, tartışmalar da yanlış yerlerden yürütülüyor. Evet 3,5 yılın sonunda gene de mutlu olmak için sebep var diye düşünüyorum ben. Ne diyorsun son olarak?

 

HB: Bu son gelişmelerle ilgili mi söylüyorsunuz

 

ÖM: Evet.

 

HB: Son bir kaç dakikaya sığmayacak birşey aslında söylemek istediğim, biraz da kişisel vedam, madem programı kapatıyoruz. “Hrant için, Adalet için” diye 3,5 yıldır sloganlaştırdığımız ve lolipoplaştırdığımız, sokaklarda yürüdüğümüz bir durum var. “Hrant için adalet” nedir ya allahaşkına bu saatten sonra? Belki kalanlar için tesellidir. Hiçbir gelişme benim bu konuda yüzümü gülümsetebilecek bir gelişme değil, bir kere onu söyleyeyim. “Hrant için adalet”, bence bu saatten sonra Türkiye’de Hrant’ı öldüren iklimle mücadele etmektir. Hrant’ı öldüren ve öldürmeye tekrar gücü olan, her gün hepimizi boğan, yaşadığımız hayatı kirleten o iklim var ya, o siyasetçinin o demecinden, o gazetenin o manşetinden, sokakta o tavırdan... Bununla mücadele etmeyen birşeyin gerçek adaleti getireceğini düşünmüyorum ben. Dolayısıyla “Hrant için adalet” hepimize adalet artık bu saatten sonra, Hrant için adalet kalmadı çünkü. Adaletsizliğin en büyüğü yapıldı, yapılıyor, öldükten 3,5 sene sonra, ki bu hal de adaletsizlik. Dolayısıyla bize adalet Hrant için adalet bundan sonra. Dolayısıyla ben çok gülümseyemiyorum, sevinemiyorum olan gelişmelerde ama olmasın da demiyorum tabii.

 

ÖM: Hayko Bağdat çok teşekkür ederiz, bunları konuşmaya ve mücadeleye devam edeceğiz, başka da çaremiz yok zaten.

 

(13 Mayıs 2010 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)

Açık Gazete’nin podcast servisine abone olmak için tıklayın.