Hocalar ve Evlatları

-
Aa
+
a
a
a

Operasyon hedefindekiler, ''gönderilecekler'' listesinin kahramanları, kadro dışılar, takım içi huzur bozucular, vb. Gidişata farklı bir yön vermenin futbolcu merkezli değişim, muhtemel dönüşüm projelerinin parlak manşetleri. İlk devre nihayete erince, dedikodular artık vücut bulmaya başladı. Masaya gelen sevimsiz hesap gibi gazete sayfalarında boy boy, belki de yıldızı iyiden iyiye sönecek oyuncu cenahının son son büyük fotoğraflarını görüyoruz.

Mevzuyu biraz daha özelde, yani Ümit Karan ve muhtemel kararma potansiyeli olan futbol geleceği üzerinden tartışalım. Öncelikle Hagi'nin ne zaman Ümit Karan mevzusu olsa, kullandığı ifade ve söylem akıl alır gibi değil. Demek, gerçekten Ümit'i takımdan göndermeyi kafasına koymuş. Taraftarı ve kamuoyunu buna ikna etmeye çalışıyor. Ki bu tarz ne Lucescu'yu ne de Fatih Terim'i hatırlatıyor. Aslında, bu iki örneği iyi analiz edip, başka bir davranış biçimi çıkartabilirdi, Hagi. Ama her hocalığa evrilen yıldız oyuncu gibi kendi tarzını geliştirmeye çalışıyor. Sonuçta bu iki eski Galatasaray hocası da birbirinden farklı dinamiklerle memleket futbolcusu, futbolu ve kamuoyu temasları olmuş ve Hagi'nin de şahit olduğu başarılara, bu dinamikleri ''kendilerince'' iyi tahlil ederek ulaşmışlardı. İki hocanın da ortak yönü, olası bir mağlubiyeti hakeme, sahaya bazı bürokratik mekanizmalara bağlamalarıyken, hiç bir vakit kendi ''futbolcusunu'' kamuoyu önünde bu kadar alenen ve uzun süreli hedef gösteren bir dil kullandıklarına tanık olunmamıştır, herhalde.

Açıklamalarından, Hagi'nin artık profesyonelliği de bir kenara koyup, Galatasaray'ın halen sözleşmesi süren bir oyuncusuna karşı ciddi ciddi husumet beslemeye başladığını görebiliyoruz. Kendisi ''ben profesyonelim'' diyerek Karan'ın antrenmanlardaki disiplinsizliğine ve gayri-ciddiliğine gönderme yapıyor. Ve futbolcusunu taraftara ve kamuoyuna şikâyet ediyor. Konunun önünden, arkasından ve iç dinamiklerinden bihaber olan bizler ise apışıp kalıyoruz. Ne oluyor da, Lucescu'nun Galatasaray'ında alışageldik agresif, pres yapan forvet hattını, -Hakan Şükür'den arta kalan-, tek başına dolduran bir oyuncu Fatih Terim'le başlayan bir süreçten sonra Hagi'yle iyice kayboluyordu. Ve profesyonel olan sadece Hagi oluyordu.

Elbet tek neden değil, ama meseleyi, takımın gelmiş geçmiş en önemli oyuncularından biri olan Hakan Şükür'ün gölgesine bakarak takip etmek gerek. Saha içindeki efendilik performansının tam tersi, takımın mahreminde açtığı yaralar ve gruplarla tanınan Şükür, yaşı geçtikçe, iyiden iyiye bu yaraları büyütmeye başlıyor. Yaşamakta özgür olduğu inançları ve ''yüzmekte serbest olduğu denizleri'' bir kenara koyup, konu takımın bekası olduğundan hareketle artık birilerinin bu zatı kontrol altına alması gerekiyor. Yoksa, artık bunaltan bu yardan vazgeçmeyelim denilirken, serden olunacak.

Klişedir, oyuncular, genel de hocaları için kullanırlar; "O bizim, babamız gibidir." Siyasette olsun, sokakta olsun, sporda olsun sürekli bir baba arayışının kendisine dair söyleyeceklerimizi saklı tutalım. Ama, sonuçta ailenin dışında birisiyle kurulacak baba-oğul ilişkisinin en temel düsturu, iktidardan çok sevgi-saygı ilişkisi olmuştur. O vakit, ''kendi deyimleriyle'' bir evladını ha bire tepene çıkartırken, diğerine sokak ortasında sövüp saymak, bir zaman sonra diğer evlatların psikolojisini ne hale sokacaktır, hiç düşünüyor mu ''profesyonel hoca'' acep?!

 

24 Aralık 2004 tarihinde Birgün'de yayınlanmıştır.

 

(Kâr amacı gütmemek şartı ile bu yazının tüm hakları, yazarını ve ilk yayımlandığı kaynağı belirtmek kaydıyla kullanmak isteyene aittir...)