Hekimi Vurdular

-
Aa
+
a
a
a

Hekimi vurdular. Şehrin göbeğinde, güpegündüz çalışmakta olduğu üniversite hastanesinin bahçesinde hekime pusu kurdular ve vücuduna isabet eden 9 kurşun ile öldürdüler. Tedavi edemediği hastalarından birinin yakını vurdu diye hafifletici nedenlerden söz eden oldu.

 

Sağlık çalışanları ise sanki bekliyordu böyle bir haberi.

 

Hasta ve hasta yakınları ile sağlık çalışanlarının arası uzun süredir açıktı. Sistemin aksaklıkları ve hataları hep sağlık çalışanlarına fatura ediliyordu. Hekim, hastasının canına karşılık kendi canını verdi, ödeşilmiş oldu.

 

Hekimler olayı protesto ettiler, yürüyüşler düzenlendi, cenaze töreni görkemli oldu. Bakanlar, parti başkanları yöneticiler emniyet müdürü cenazeye katılıp taziyelerini ilettiler, her zamanki gibi. "Kanı yerde kalmayacak" buyurdular. Kalmadı da…

Cenaze törenine katılıp onun ardından sessizce göz yaşı döken eski hastaları haklarını helal ettiler. Genç bir kadın merhumun karısına sarılıp "babamı tedavi edebilmek için çok uğraşmıştı, öldüğünde birlikte ağlamıştık" dedi.

 

Çok kişi öfkelendi, söylendi, ama kimse şaşırmadı bu olanlara.

 

Gazetelerde tek tük çıkan "hasta yakınları doktor patakladı, hemşire dövdü, cam çerçeve indirdi" haberlerini de yadırgamıyordu çoktandır, kimse. Hastaların talep ettiği sağlık hizmetine tatminkar yanıt verilemiyor fatura başta hekimler olmak üzere tüm sağlık çalışanlarına çıkarılıyordu.

 

Hastalar haklıydı, kendilerince.

 

Hastalanmışlardı ve tedavi talep ediyorlardı. Hekimden, sağlık kuruluşundan ilgi bekliyordu. Küçük aksaklıklar bile böylesi zamanlarda göze batıyordu. Hoşgörülü olamıyordu insan, hastalanınca. Sonuçta hastalar aldıkları sağlık hizmetinden genel olarak memnun değildi, şikayetçiydi. 

 

Hekimler de haklı görüyorlardı kendilerini.

 

Sistem talebe yanıt verecek durumda değildi. Hasta muayeneleri 5 dakikayı aşmıyordu. Hastaneler sağlık işletmeleriydi artık. Hastalar tahlil, görüntüleme, inceleme süreçleri ile sisteme para kazandıran nesnelere dönüştürülmüştü. Hekimler ise kuruma para kazandıran  becerikli tezgahtarlardı. Hastalar iyi inceleniyor ama yeterince tedavi edilemeyip tekrar hastaneye gelmesi bekleniyordu. Sistem böyle çalışıyordu. Kuruma para kazandıran hekimler tercih ediliyor, deneyim sahibi hekimler sistem dışını itiliyordu. Hasta memnuniyetinden söz eden bile yoktu. Hekimler de bu durumdan çok şikayetçiydi. Hasta ile hekimin arası açılmıştı.

 

Dahası hastane idarecileri de kendilerini haklı görüyorlardı.

 

Devlet vatandaşın sağlığından kendini sorumlu hissetmiyordu. Bu konunun vatandaş ile sosyal güvenlik sistemi arasında halledilmesi gerektiği düşünülüyordu. Hastaneler sağlık işletmelerine dönüştürülerek ticari kuruluşlar haline getirilmişti. Hastane idarecilerinin öncelikli hedefi kar eden işletme olmak ve bu sayede ayakta durabilmekti. Dahası bir kısım hastaneler halka açılarak sermayedarlarına karşı sorumlu hale getirilmişti. Hasta memnuniyeti veya sağlık çalışanlarının yakınmaları işitilmiyordu, bu kurumlarda. Sistemin böyle kurulmuş olmasından, kurumların acımasız rekabetinden hastane idarecileri de rahatsızdı. Hastane idarecilerinin hasta ve hekim ile arası yoktu. Onların amacı kar etmek, işletmeyi ayakta tutabilmekti.

 

Yani; Sağlık sisteminde herkes şikayetçiydi ve herkes kendini haklı görüyordu.

Hasta alamadığı hizmetten, hekim yeterince veremediği sağlık hizmetinden, hastane idareleri de işletme mantığının getirdiği rekabet ortamının acımasızlığından rahatsızdı.

Kimse biri birini duymuyor, görmüyor, halini anlamıyordu.

 

İşte bu ortamda bir üniversite hocası, tedavi edemediği bir hastasının yakını tarafından güpegündüz hastanesinde pusu kurularak öldürüldü.

 

Kimse hastaneye silahla nasıl girildiğini sorgulamadı. Hatta yadırgamadı, bile.

Kimse hasta ve hasta yakınlarının hekimlerinin canına kast edecek kadar nefret duygusu ile yüklü olmasını da yadırgamadı. Bu da olağandı.

 

Hekimler de sanki bekliyordu bu olayı. Hastaları ile aralarının çoktan beri açık olduğunun farkındaydılar. Herkesin yakındığı sağlık sisteminde sanki her şey yolundaymış, hiç bir şey olmamış gibi davranmaya alışmıştı, hekimler. Bu olayı da beklenen olaylardan kabul ettiler. Birkaç gün içinde bu olayın yerini benzer bir başka olayın alacağı düşüncesiyle kendi aralarında dertleştiler. Seslerini hastalarına duyuramadılar.

 

İdari makamlar ise medya ile birlikte olayı dramatize edip münferit bir hadise haline getirilmesi gerektiğine uygun davrandılar. Olayın siyasi bir yönünün olmadığı konusu öncelikle dile getirildi.

 

Bir sabah, ülkenin en köklü üniversitesinde pusu kuruldu ve herkesin gözü önünde bir suikast gerçekleşti. Kurşunu atan bulundu elbet. Peki, kurşun atılan kimdi?

Sorsan, herkesin yanıtı ve haklı nedeni vardı, elbet.

 

Bu kez haklı olmak yetmemişti sadece, o kadar…

 

Değerli hocam Prof. Dr. Göksel Kalaycı'nın anısına saygı ile.