Hatice ile Netice'nin Finali

-
Aa
+
a
a
a

Şampiyonlar Ligi Finali'nin önemli provasıymış, bütün Avrupa'nın gözü bu maçtaymış, El-Cezire bile veriyormuş, şuymuş buymuş... Sonuçta, çarşamba gecesi oynanan Galatasaray- Fenerbahçe kupa finalinde 70 binlik Olimpiyat Stadyumu'nu dolduran taraftar sayısı 20 bindi. Ki yıllar sonra - belki de tarihte ilk defa- sarı/kırmızı/lacivert renkler bu kadar çok sayıda yan yana gelecekti. Beklenen olmadı, dolayısıyla korkulan olmadı. Gece maçı, Fizan maçı, zengin maçı tribünleri öksüz bıraktı. Kimse birbirine girmedi, onca zorlukları aşıp da gelen seyircide de derman kalmayınca, güllük gülistanlık maç oldu.

Bu durum maçı televizyondan anlatan İlker Yasin'in de canını çok sıkmış olmalı ki, maçın başında ''Neden böyle, tanrım neden?!'' yakarışlarından sonra, neyse artık maç başlıyor havasıyla asli muhatapının televizyon başında olduğunu fark edip, maça gelmeyen cenaha da yüklenmeyi bıraktı. ''Futbolun güzelini, heyecanının büyüğünü yaşamak istiyoruz'' diyen İlker Yasin, özellikle ikinci yarıda Galatasaray'ın gollerinden sonra, sürekli Fenerbahçe'nin istatistiksel üstünlüğünden bahsederek, ortada yanlış giden bir şeylerin olduğunu düşünüyordu. Hal böyle olunca da, maçı yorumlayan Ersun Yanal'a sorup duruyordu. ''Hocam nasıl iş bu iş?'' kıvamında.

Hakikaten maçtan sonra, meselenin sayısal boyutuna baktığınızda ortada garip bir durum olduğu açıktı. Lakin, ''aslolan değiştirmek olduğundan'', yorumlayan yaptığı yorumla kalıyordu. Peki garip olan neydi? Şu: Topa sahip olma oranları FB: % 56- GS: %44.

Ne müstesna bir ifadededir şu ''topa sahip olma''. Şimdi final maçındaki oranlara bakılınca ortaya çıkan gerçek; ''Fener'in defalarca topa sahip olduğu'' ama sadece "bedeni"ne sahip olup, ''ruhuna asla'' sahip olamadığı oluyor. Devam edelim; İsabetli şut: Galatatasaray 6 - Fenerbahçe 11, Korner: Galatasaray 1 - Fenerbahçe 6, Gol Pozisyonu: Galatatasaray 6 - Fenerbahçe 10. Skor Galatatasaray: 5 - Fenerbahçe: 1. Belli ki meşin yuvarlak -bu da sevilen bir ifadedir-, Feneri sevmemiş, belli ki ''olaylar sanıldığı gibi değilmiş''.

Hal böyle olunca, her ''garip'' maç sonrası yapılan, mağlubun ve bir kısım adaletli muzafferin ağzına sakız olan ''Maçın hakkı, bu değildi'' kelâmı yine gündemin üstüne yerleşiyor. Sevilen bir yaklaşımdır. İçinde hak ve adalet geçen her ifadeye bu memleketin vicdanlıları olarak sahip çıkmak gerekir. Öte yandan, sürekli Rüştü'yü zemin kata çekip, Mondragon'a teras katı vermek de yakışık almaz. Netice itibariyle, kalecilik de performans ve defansla koordinasyon işi. ''Siz de Mondragon olmasaydı, durum böyle olmazdı'' muhabbeti yapılırsa ''Siz de iyi alıştınız, kalecisiz takımlarla oynamaya'' cevabı verilir ki, sonrasında mutedil hava dağılır, ''özlenen görüntüler''i yine özlemeye devam ederiz.

Son söz yerine; Aziz Yıldırım'ın kendi statlarının dışındaki her arz-ı endamı gerilimlere, küfürlere neden oluyor. O da gittikçe sinirleniyor. Hani haksız da değil, insanın dinlerken bile içi kalkıyor. Yalnız, mesele sadece taraftara adreslenecek kadar basit mi? Sorumsuz demeçler, aba altından sopa göstermeler, ortamı iyiden iyiye bulandırıyor. Yeni MHK Başkanı Ufuk Özerten, Star TV'de Serhat Ulueren'e orta yerimizde, ''dayılık'' yapıyor, dil kesiyor, alın karışlıyor. Bunu yapan Merkez Hakem Kurulu Başkanı. E imamların performansı böyle olunca cemaat de başka türlü vazifeleniyor.

 

 13 Mayıs 2005 tarihinde Birgün'de yayımlanmıştır.

 

(Bu yazının tüm hakları, yazarını ve ilk yayımlandığı kaynağı belirtmek kaydıyla ve kâr amacı gütmemek şartı ile, kullanmak isteyene aittir...)