Gilad Atzmon'la Söyleşi

-
Aa
+
a
a
a

Gilad Atzmon, İsrail'de doğmuş fakat Filistinlilerin haklarını savunuyor. Bundan dolayı da sürgün ya da "kendini sürmüş" biri olarak Londra'da yaşıyor. Saksofon, klarnet zaman zaman da zurnasıyla ifade ediyor kendini. Grubu The Orient House Ensemble ile kaydettiği "Exile" albümü 2003'te BBC tarafından yılın en iyi caz albümü seçilmiş. Gilad Atzmon  ve grubunun son albümü de politik tutumu kadar radikal: "musiK / Re-Arrranging The 20th Century". Albümün ismini oluşturan iki parça birbirini tamamlar nitelikte. Albüme musiK demelerinin nedeni müziğin metalaştırılmış olması ve "Music" tanımın da bunu çağrıştırması. O halde "20. yüzyıl müziğini tekrar düzenleme" zamanı. Küçük Amerika'lar oluşturmaya çabalayanlara da bir cevap var albümde: Liberating The American People. Kemençe, bendir ve klarnet adeta şöyle söylüyor: "Britneygillere gerek yok, burası böyle iyi, ya siz?" 

 

Gilad Atzmon geçtiğimiz günlerde konser vermek üzere İstanbul'daydı... Volkan Balkan kendisiyle bir söyleşi yaptı.

 

Volkan Balkan: Politik sanatçılıkla başlayalım. Bu sıfatla adlandırılıyorsunuz..

 

Gilad Atzmon: Tam olarak değil. Aslında politik sanatçı gibi görünüyorum, ama temel olarak sanatçı olduğumu düşünüyorum. İnsanlığa karşı işlenen feci suçlara ve genellikle de Filistinliler ve Iraklılar üzerine işlenen suçlara karşı kaygının ötesinde bir tutum sergiliyorum. Bu konuya kendimi adadım diyebilirim. Enerjimin büyük bir kısmını bu işe harcıyorum; Amerika ve İngiltere'nin işlediği akıl almaz suçlara. Kim bilir... tam da bilemiyorum ne demek olduğunu politik sanatçılığın. 

 

VB: Eğer bir müzisyen ya da grup politik müzik yaptığını söylüyorsa veya bu gibi kaygılar taşıyorsa, genellikle müzik çok tatmin edici olmuyor. Fakat sizin müziğinizde durum farklı.

 

GA: Biz müziğimize politik sıfatı takmıyoruz. Bazıları böyle olduğunu düşünüyor. Bizim müziğimiz müziktir. Bir mesajı da var tabi. Aslında pek çok insan açısından politik olarak değil hümanist olarak görülüyor.

 

VB: Londra'da yaşıyorsunuz ve kendinizi sürgün, aslında 'kendini sürmüş' (self-emposed exile) olarak nitelendiriyorsunuz. Günümüzde sürgün kavramının da değişmekte olduğunun söyleyebilir miyiz?

 

GA: Sürgün kavramının Batı'da çok güçlü bir anlamı olduğu düşünüyorum. İtiraf etmeliyim ki bu durumdan gayet memnunum. Son zamanlara kadar benim gibi pek çok doğduğu ya da yetiştiği yere karşı tutum sergileyen insana ev sahipliği yapacak kadar cesur olduğunu görürüz. Tahmin edebileceğiniz gibi Londra'da pek çok Amerikalı "sürgün" de var.  Amerika'nın genişlemeci politikasından kaçmış pek çok insan. Yine tahmin edeceğiniz gibi Tony Blair'le de pek mutlu değiller ki o da Amerikalı kardeşi-ikiz kardeşi- kadar tehlikeli. İngiltere konusunda eleştirilerde bulunacağımı hiç düşünmemiştim ama Irak'ta işledikleri suçları dikkate aldığımda mutlu olmaktan epey uzaklaşıyorum. İngilizlerin bu yaptıklarını eleştirmek zorundayım. İsrail'e baktığımızda farklı bir durum söz konusu. İsrailliler Filistinlilere karşı işlenen suçları tamamen destekliyorlar ama İngilizler için en azından şunu söylemeliyim: büyük bir çoğunluk bunun karşısında; hem Irak'ta devam eden savaşın hem Filistin'de olan bitenin.

 

 

VB: Exile albümünüzdeki Al-Quds isimli parça bir İsrail ezgisi. Hatta 1967'deki Altı Gün Savaşları'nda İsrail'in marşı olarak kullanılmış. Siz parçaya Filistinli şair Mahmoud Darwish dizelerini eklemişsiniz ve bir başka Filistinli isim Reem Kelani de bir ağıt gibi yorumlamış. Parçanın bu değişiminde temel alınansa caz. Caz müziğinin doğuşuna bakacak olduğumuzda siyahların başkaldırısını ve tepkisini görüyoruz. Sizce günümüzde de caz hâlâ bu olanağı sağlıyor mu?

 

 

GA: Bana göre caz muhalif bir müzik. Siyahların sesini, özgürlük ve insan hakları gibi konuları ifade etmek için kullanılıyor. Şunu da söylemeliyim ki, Amerikan hükümeti son derece zekice bir şekilde 60'ların sonlarında caz müziği pazarlamaya karar verdi ve işte tam da bu sıralarda caz sınırlarını yitirdi ve kibar, fazlasıyla yapmacık bir müzik haline geldi. Bana göre, Coltrane'in ölümünden bu yana bu müzik hızla bozuluyor. Bu bozulmayla birlikte Amerikalıların kültürel bozulmasına ve onların şiddet dolu, yayılmacı tertibatına da şahit oluyoruz.

 

VB: Timna Brauer & Elias Meiri Ensemble'ı bilirsiniz. Arap ve Yahudilerden oluşan bir koroyla sahneye çıkıyorlar ve hem Arapça hem de İbranice parçalar seslendiriyorlar. Bu tip girişimleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Barış ya da farklı bir dünya düzeni için sanatçının rolü ne olmalı?  

 

GA: Sanatçıların böyle bir rolü olduğuna eminim. Ama ben kişisel olarak herhangi bir role bağlı değilim. Kendime bağlıyım. Bir sanatçı kendine bağlı olmalı. Ben inandığım şeyi yapıyorum. Tabii ki bunun acısını da çekiyorum. Çünkü, örneğin politik açıdan doğru mesajlar taşıyan bilmem kimin aksine, benim Filistin vakasına dair fikirlerim var. Onlar iki halk için iki ülkeye inanıyorlar ama Filistinliler etnik temizliğe maruz kaldılar. Onlar sürgünde yaşıyorlar. Onlar Yahudilerin Nazi'lerden çektiği gibi aynı kaderi yaşıyorlar. Bana sorarsanız, ben Filistinlilerin geri dönüş hakkını savunuyorum. Filistinliler Filistin'den uzakta yaşadığı sürece hiçbir şeyden bahsedemeyiz, çünkü bu insanlar hukuken tanınmış ve ülkelerine dönme hakkına sahip durumdalar. Ben hiçbir politik kuruluşa bağlı değilim, asla hiçbir hükümetten para almam. Bu yüzden de tek başıma yürüyorum ve bundan gayet memnunum. Doğal olarak büyük bir plak şirketiyle de çalışamam, çünkü onların politik doğruculuğu savunmaları gerekiyor. Ben de orta çaplı, bağımsız şirketlerle çalışıyorum.

 

VB: Son albümünüze gelelim; "musiK / Re-Arranging The 20th Century". Bu, müzik endüstrisinin gittiği yöne bir tepki olsa gerek.

 

GA: Bence müzik endüstrisi kesinlikle yanlış bir yöne gidiyor, hatta hiçbir yere gitmiyor. Resmen karanlığa ateş ediyorlar ve ben bundan çok mutluyum. Gitgide kayboluyorlar. Ama müzisyenler hâlâ hayatta. İyi müzisyenler var. Daha ölmedik. Hâlâ çalışıyoruz, hâlâ müzikle ilgili hevesliyiz. Bugün (adını doğru telaffuz edebileceğimi zannetmiyorum ama) Mustafa Kandıralı'nın bir albümünü aldım. Daha önce hiç duymadığım bir albümünü buldum, "Besame Mucho"yu çalıyor, "vay be!" dedim. Onu dinledim ve aklıma o kadar çok fikir geldi ki. Bu benim EMI ya da Universal'dan aldığım bir şey değil, öylesine bir dükkândan 10 milyon liraya falan aldım. Sonuç olarak müzik orada. Yıllar boyunca zevklerimizi, alışveriş alışkanlıklarımızı yönettiler. Ama hayır, artık yoklar. Tamamen kayıplar.

 

VB: Albümde" Liberating The American People" adlı bir parça var. Bu herhalde Amerikan hükümetinin Irak halkını 'kurtarmasına' bir tepki.

 

GA: Tabii ki. Amerikalılar kendilerine petrol satmayı reddeden tüm halkları kurtarmak istiyorlar. Ama kendimize şunu sormalıyız? Amerikalılar kurtarılmış mı? Kurtarmak ne demek, I-pod almak mı? Kurtuluş bu mu? Ne demek kurtuluş? Amerikalıların bize sunduğu bu muhteşem şey nedir? Daha dün otuz bin Ford işçisinin işsiz kaldığını okudum. "Amerikan rüyası" dedikleri bu mu? Sanırım Amerikalılar bu gezegendeki bütün halklardan daha ağır biçimde eziliyor. Ve ne şanslılar ki hem entelektüel hem de ahlaki açıdan yaşadıkları bozulmadan dolayı bunun farkında bile değiller.

 

VB: Gelelim Ortadoğu'ya. Shaul Mofaz'ın açıklamaları: "Eğer İran nükleer programından vazgeçmezse, İran'ı vururuz" Bunu gerçekçi buluyor musunuz?

 

 

GA: 18 yılını hapiste geçirmiş bir arkadaşım Mordechai Vanunu'nun dediğine göre bundan 20 - 22 yıl önce bile İsrail'in elinde 300 adet atom bombası varmış. Bu sizin ülkeniz dahil bütün bölgeyi yok etmek için yeterli. Ve sizin ülkenizi de yok edecekler. Çünkü sizin Arap olduğunuzu düşünmelerine yetecek kadar caminiz var. Oysa onların umurunda bile değil. Ne Arapları, ne Müslümanları, Yahudi olmayan kimseyi sevmiyorlar. Peki böyle muazzam bir nükleer mühimmata sahip bir ülkeyi yöneten bir adam, nasıl olur da başka bir ülkenin benzer şekilde nükleer enerjinin tadını çıkarmasına mani olur? Bu Yahudilerin kendilerini üstün görme durumu ve ben buna kesinlikle karşıyım. Daha da ileri gitmek istiyorum, Soğuk Savaş'ın ardından dünyanın yok olmasını önleyen zorbaların gücüydü. Hem Sovyetler hem de Amerikalılar bu gezegeni dümdüz etmeye yetecek nükleer güce sahipti. Buna zorbaların gücü diyoruz. Örneğin İsrail Hava Kuvvetleri düzenli olarak Gazze mahallelerini yerle bir edip halkını, Filistinlileri öldürebiliyorsa, bunun sebebi Filistinlilerin karşılık veremeyecek olması. Oradaki savaşı durdurmak istiyorsanız oradaki Filistinlilerin yeterince silaha sahip olmalarını sağlamanız gerekiyor. İsrail yayılmacılığını durdurmak istiyorsak, İranlıların da nükleer bombalara sahip olmalarını sağlamalıyız. Bu Yahudi devletinin iktidarını dengelemek için herkes nükleer bomba sahibi olmalı. Benim felsefem bu. 

 

VB: Filistin tarafına baklalım. Hamas'ın seçimleri kazanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

GA: Onları tebrik ediyorum. Bu çöküntü içinde oy verdikleri ve bu kadar büyük bir çoğunlukla kendilerini temsil ettikleri için Filistin halkını da tebrik ediyorum. Eğer insanlar Arap dünyasında demokrasi konusuyla ilgileniyorlarsa, Filistinliler demokratik durumları nasıl ele alacaklarını bildiklerini kanıtladılar. Açık bir şekilde Hamas kazandı. Ne yapacaklarını ben de bilmiyorum. Belki de yarın İsrail'le anlaşmaya giderler, bilemem. Filistin olayları beni ilgilendirmez ama şimdi İsrailliler kendi durumları çerçevesinde gerçekten de savaşı sona erdirmek istiyor. Fakat bu defa da Filistinliler hayır bizim için bu savaş bitmedi, biz geri dönme hakkımızı istiyoruz ve geri dönme hakkını savunan partiye oy veriyoruz diyorlar. Ben de Hamas'ın zaferinden son derece memnunum.

 

VB: Yanılmıyorsam, "bu topraklarda bir medeniyet ya da birlikte yaşanabilecek bir ülkeden bahsedeceksek bu İsrail değil demokratik bir Filistin adı altında olur" demiştiniz.

 

GA: Eğer İsrailliler herkesin oy verebileceği gerçek bir demokrasi ile insancıl bir bakış açısını benimserlerse, tek Filistin olur ve bu da ılımlı İslami bir ülke olur. Çünkü Filistin'de yaşayan insanların çoğunluğunu Filistinliler oluşturuyor. Filistinliler de bu gezegendeki en şahane insanlar.

 

VB: Son olarak, yazmış olduğunuz son kitap My One And Only Love ile ilgili bir şey sormak istiyorum. Time Out kitap için şöyle yazmış: "..Mossad ajanları, savaş suçluları ve tek bir notayla kadınları orgazm edebilen bir trompetçi hakkında..." Ben de bir trompetçiyim, belki bana tüyo verebilirsiniz.

 

 

GA: Şahsen ben bunun hangi notalar olduğunu bilmiyorum. Zaten bu yüzden bu kadar çok nota çalıyorum, arıyorum işte. Bu açıkça hurafe. Ben de duydum ama nasıl yapılacağını bilmiyorum. Nasıl yapılacağını bilsem zaten oturup kitap yazmazdım. Sadece kadınları mutlu ederdim!