4 Ocak 2009
On sekiz aydır, Gazze'de 1.5 milyon insan, tamamı İsrail tarafından uygulanan acımasız bir kuşatmaya ve günlük hayatı yaralayan türlü zorluklara maruz kalmakta. Altı ay önce, Mısır'ın ön ayak olduğu anlaşmanın ateşkesi beraberinde getirmesiyle bir umut ışığı yanmıştı. Böylece, İsrail'in yol açtığı ölümler sıfıra indi ancak İsrail yakınındaki bölgeye yapılan sınır ötesi roket atışları sınır kasabası Siderot'ta kaygı yaratmaya devam etti. Ateşkes boyunca, Gazze'deki Hamas liderliği defalarca anlaşmayı uzatmayı teklif etti, hatta süresini on yıla çıkarmayı önerip İsrail'in 1967'deki sınırlarını kabul eden politik çözümlere açık olduklarını açıkladı. İsrail bu diplomatik girişimleri görmezden geldi ve anlaşmaya uymayarak Gazze'ye gıda, ilaç ve petrol girişini kısıtlayan kuşatmayı hafifletmeye yanaşmadı.
İsrail, bunun yanı sıra yabancı burslu öğrencilerin, Gazzeli gazetecilerin ve saygın STK temsilcilerinin çıkış izinlerini reddetti. Aynı zamanda, gazetecilerin ülkeye girişini gittikçe zorlaştırdı. Ben, birkaç hafta önce, işgal altındaki Filistin'de, yani Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze'de insan haklarını takip etmekle sorumlu olduğum BM'deki işimi yapmak üzere ülkeye girmeye çalıştığım sırada İsrail'den sınır dışı edildim. Şüphesiz, İsrail mevcut kriz öncesinde de, gücünü güvenilir gözlemcileri Gazze halkının yaşadığı insanlık dramına dair kesin ve doğru beyanlar vermekten alıkoymak için kullandı. Çocukların kötü beslenmesi ve çeşitli hastalıkları tedavi edecek imkânların yokluğu gibi, gittikçe kötüleşen fiziksel koşullar ve psikolojik durum daha önce defalarca belgelendi. İsrail'in saldırıları, önceki 18 ay boyunca devam etmiş olan kuşatmadan ötürü, zaten çok kötü koşullarda yaşamakta olan bir topluma yöneliktir.
Amerikalıların edindikleri bilgilerin %99'unu İsrail yanlısı medyadan almalarının yanında, tıpkı meselenin temelinde yatan tartışmada olduğu gibi, son krize dair gerçekler de karışık ve tartışmalıdır. Ateşkesin bozulmasından, yenilemeye yanaşmadığı ve roket atışlarını artırdığı iddiasıyla Hamas sorumlu tutuluyor. Ancak, gerçek bu kadar net değil. Geçen yıl 4 Kasım'da İsrail, Gazze'de Filistin militanlarının olduğunu iddia ettiği yere birkaç kişinin ölümüyle sonuçlanan roket saldırısını başlatana kadar ateşkes süresince Gazze'den herhangi bir roket saldırısı olmamıştı, ancak bundan sonra, Gazze'den roket saldırıları sıklaştı. Ayrıca, pek çok kez kamuya ateşkesi uzatmak için seslenen Hamas'tır; ancak İsrail bürokrasisi çağrılarını tanımamış ve dikkate almamıştır. Bunun ötesinde, tüm roket atışlarını Hamas'a mal etmek de inandırıcı değildir. Hamas karşıtı Fetih destekli El-Aksa Şehitleri Tugayı gibi Gazze'deki çeşitli bağımsız milis kuvvetler de provoke etmek veya İsrail'in intikamını meşrulaştırmak için roket gönderiyor olabilir. Gazze yönetimi Amerikan destekli Fetih'in kontrolünde olduğu dönemlerde, yoğun çabalara rağmen roket atışlarını durduramadığı da bilinmekte.
Bu arka planın bize söylediği bazı gerçekler var; İsrail 27 Aralık'ta başlayan yıkıcı saldırılarını sadece roket saldırılarını durdurmak veya intikam almak için değil, henüz açıklanmamış bir dizi sebepten ötürü yapmıştır. Açık ki, İsrail saldırılarından birkaç hafta önce, İsrail askeriyesi ve siyasi liderleri halkı Hamas'a karşı geniş çaplı bir askeri saldırıya hazırlıyordu. Saldırıların zamanlamasını çeşitli faktörler harekete geçirmiş gibi görünüyor: öncelikle, başlangıçta Şubat gibi görünen, ancak askeri operasyonlar son bulana kadar ertelenmiş olan genel seçimler öncesinde güçlerini göstermek isteyen Savunma Bakanı Ehud Barak ve Dışişleri Bakanı Tzipi Livni gibi siyasi rakiplerin çıkarları. İsrail'in bu tür güç gösterileri, önceki seçim kampanyalarında da görülüyordu, ancak şimdiki durumda, İsrail'in militarist politikacısı Benjamin Netanyahu'nun mevcut hükümeti güvenliği sağlamakta başarısız oluşuyla eleştirmesi belirleyici olmuştur. Bu seçim çıkarlarının yanısıra, 2006 Lübnan Savaşı'nda, savunmasız Lübnan köylerinde orantısız güç kullanması ve yoğun nüfuslu yerlerde parça tesirli bomba kullanmış olmasından ötürü uluslararası arenada suçlanmasına yol açan ve İsrail ordusunun askeri gücünün şöhretini zedeleyen Hizbullah'ı yok etmekteki başarısızlığını unutturmak için Gazze'yi bir fırsat olarak görmesi önemli faktörlerden biridir.
Saygıdeğer ve tutucu İsrail yorumcuları daha da ileri gidiyor. Örneğin, ünlü tarihçi Benny Morris, New York Times'taki birkaç gün önceki yazısında, Gazze'deki kampanyayı İsraillilerin sınırlarındaki Arap hareketliliğinden ötürü kendilerini tehlikede hissettikleri 1967 Savaşı öncesindeki karanlık durumla karşılaştırıyor. Morris, İsrail'in son yollardaki zenginliğine ve görece güvenli durumuna rağmen, bazı etkenlerin İsrail'in Gazze'ye cesurca saldırmasına yol açtığını iddia ediyor: Arap dünyasının kurulu bir gerçeklik olarak İsrail'in varlığını reddetmesi: Mahmut Ahmedinecat'ın kışkırtıcı tehditleri ve İran'ın nükleer silah elde etmek için zorlamasıyla, Batı'da artan Filistin sempatisiyle birlikte unutulmaya yüz tutmuş Holokost ve Hizbullah ya da Hamas gibi İsrail sınırlarındaki politik hareketlerin radikalleşmesi. Morris aslında, İsrail'İn Gazze'de Hamas'ı yokederek, bölgeye, ne olursa olsun egemenlik ve güvenlik taleplerinden vazgeçmeyeceği mesajını vermekte olduğunu iddia ediyor.
Buradan çıkan iki sonuç var: Gazze'deki insanlar, yenilmek üzere olan mevcut siyasi liderlerin seçim umutlarını artırmak ve bölgeyi, İsrail'in çıkarları tehlikeye girdiği durumda güç kullanacağına dair uyarmak gibi, roketlerden ya da sınırdaki güvenlik kaygılarından başka sebeplerle kurban ediliyor.
Böylesi bir insanlık felaketinin dışarıdan bu denli az müdahale görmesi de uluslararası hukukun ve Birleşmiş Milletler'in zayıflığını ve nüfuzlu aktörlerin jeopolitik önceliklerinin daha önemli olduğunu gösteriyor. Birleşik Devletler'in 2006'da Lübnan'a savaş açtığı zaman olduğu gibi, ne yaparsa yapsın İsrail'e pasif destek veriyor olması da yine önemli bir etken. Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan gibi, bölgedeki rakipleri İran'ın desteğini alan Hamas'a düşman olan komşu Arap ülkelerinin, Gazze bu şekilde zalim saldırılara maruz kalırken kenara çekilmesi ve bazı Arap diplomatların, Filistin'deki karışıklığı veya Hamas'ın Filistin Otoritesi Başkanı Mahmut Abbas'ı tanımayışını suçlaması da anlaşılması güç konular arasında.
Gazze'deki insanlar, en insanlık dışı haliyle jeopolitiğin kurbanları: İsrail'in yaptığı, Apache helikopterleri ve F-16larla, karşısında hiçbir askeri savunma aracı olmayan, tamamen korunmasız bir topluma karşı topyekûn bir savaş. Bu aynı zamanda, Cenevre Sözleşmesi'yle kabul edilen uluslararası insanlık hukukunun, katliam devam edip ölü bedenler çoğalırken sessizce bozulması demektir. Ayrıca, Birleşmiş Milletler'in temel üyeleri söz konusu olduğunda, büyük ölçekli hukuk dışı güç kullanımına maruz kalan insanları korumakta yetersiz olduğunu da göstermiştir. Sonuç olarak bu şu anlama geliyor, dünya çapında kitleler feryat edebilir ve yürüyebilir, ancak katliam sanki hiçbirşey olmamış gibi sürecektir. Gazze'de günden güne ortaya çıkan tablo, özellikle de vatandaşlarına diplomatik liderlikte daha az militarist bir yaklaşımı da kapsayacak bir değişim vaadinde bulunan Birleşik Devletler'den başlayarak, uluslararası hukuka ve Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'ne bağlılığa ihtiyacın arttığını ifade etmektedir.
Yazının İngilizce aslına ulaşmak için tıklayın. Znet
Türkçe'ye çeviren: Habibe Şentürk