Franny Armstrong ile Söyleşi

-
Aa
+
a
a
a

 

Age of Stupid (Aptallık Çağı) ya da Yılmaz Erdoğan’ın önerdiği şekliyle çevirecek olursak “Ahmaklık Çağı” adlı film, dünyanın pek çok ülkesinde aynı anda vizyona girerek bir dünya rekoru da kırdı. Türkiye’de de bugünden itibaren Beşiktaş Kültür Merkezi’nde (BKM’de) gösterime giriyor. Aslında hem bir bilim-kurgu, hem bir belgesel, hem de bir animasyon bu. Hepsi birden. Bu yüzden de benzersiz bir yapıt. Konusu küresel iklim değişikliği. 2000’li yılların ortalarında geçiyor. Yeryüzünde tek insan kalmış, “arşivci”: Süper bilgisayarındaki süper arşivde geçmişe, yani bizim şimdiki halimize bakıyor. Kul Nesimî’nin söylediği gibi:

 

“Kâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi

kâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni!..”

 

Bizim bugünlerde neler yapıp kendimizi nasıl uçuruma atmakla meşgul olduğumuzu biraz şaşkınlık, çokça da ahmaklığımıza gülümsemekle izliyor bu arşivci. Dört kıtadan dört ailenin serüvenini anlatan filmi yazan ve yöneten Franny Armstrong ile, Londra’daki evinden 5 dakikalık özlü bir konuşma yaptık.

 

***

 

Ömer Madra: Merhaba, sizi radyomuzda ağırlamak bizim için büyük bir zevk. Ayrıca filminizi geçen gün ön gösterimde seyrettik. Kutlarız. İnsanın yüreğini burkan bir güzelliğe sahip. Zaman zaman çok da komik yerleri var ama…

 

Franny Armstrong: Doğrusunu isterseniz, iklim değişikliği ile ilgili bir filmi komik yapmak da çok zor. Filmin içine dört beş gülümseme ve kahkaha sıkıştırabilmiş olmaktan dolayı kendimizi şanslı sayıyoruz.

 

ÖM: Evet, şimdi ilk sorumuzu soralım: Kusura bakmayın ama biraz uzun olacak; Noam Chomsky 6 yıl önce yayımlanan Hegemony or Survival (Hegemonya ya da Hayatta Kalmak) kitabında şöyle diyordu: “İnsan hayatında öyle bir döneme giriyoruz ki, bu dönem, ‘akıllı mı olmak daha iyidir, yoksa ahmak olmak mı?’, sorusuna bir cevap getirebilir. Yani, ‘mantıklı bir uzaylının hayranlığını uyandıracak şekilde, yeryüzünde bir çeşit akıllı hayat mevcut olabilir mi?’, sorusu.” Chomsky şöyle devam ediyor: “En umut verici ihtimal bu soruya hiç cevap verilemeyeceği olmalı; çünkü kesin bir cevap verilecek olursa, bu cevap sadece insanlığın bir tür “biyolojik hata” olduğudur. Yani, insanların kendilerine ayrılmış yüz bin yıllık ömür süresini kendilerini ortadan kaldırmak için kullandıkları ve bu süreç içinde başka pek çok şeyi de mahvettikleri cevabı çıkar.” Bu düşünce üzerindeki görüşlerinizi alabilir miyiz?

 

FA: Aslında yaptığımız film de tam bu konuda zaten. Çok değil, önümüzdeki 60 gün içinde, Aralık ayında, Kopenhag’da yapılacak iklim zirvesine kadar bunun cevabını öğreniriz.  Yani, insanlık olarak biz, evrim sürecinde gelmiş geçmiş en zeki tür müyüz, yoksa en ahmak tür mü? İşte bunu öğreneceğiz. Kendimizi silip süpürecek miyiz yeryüzünden, yoksa süpürmeyecek miyiz? Kopenhag’daki toplantıda kendimizi imha edecek değiliz tabii de, kendimizi kurtarma kapasitesine sahip miyiz, değil miyiz onu göreceğiz. Orada devlet başkanları, başbakanlar filan bir araya gelip, bilimin hayatta kalmamız için zorunlu olduğunu söylediği maksimum hedefler doğrultusunda önlemleri içeren bir anlaşma yapacaklar mı, bunu hep birlikte göreceğiz.

 

ÖM: Evet tam iki ay var. Bir anlaşma yapılacaktır herhalde, ama orada, kontrolden çıkmış bir iklim değişikliğini önleme doğrultusunda bir çözüme ulaşılabileceği konusunda ümitli misiniz?

 

FA: Şimdi, biz herhangi bir işaret, yeni bir bilgi falan bekliyor değiliz. Beklediğimiz ya da öğrenmek istediğimiz tek şey, siyasetin sorunu çözme kapasitesine sahip olup olmadığı. Dolayısıyla sorun bizimle ilgili. Ve politika dediğim zaman, anlaşmayı yapmak için ihtiyaç duyduğumuz politikacıları kastediyorum açıkçası.  Ama, aynı zamanda, bu gezegenin üzerinde bulunan herkesin, bu gezegenin yaşanır bir yer olmasına güvenen herkesin buradan bir beklentisi, burada oynayacağı bir rolü var. Yani, herkes, hangi ülkede yaşıyorsa o ülkedeki politikacıları sıkıştırmak, onlara alttan baskı yapmak, Kopenhag’da varacakları anlaşmanın bilimin gerekli gördüğü şartlara uyacak kadar güçlü bir anlaşma olmasını sağlamak için bastırmak durumunda. Şunu da ekleyeyim ki, bizim kuşağın, özünde, daha önceki kuşaklardan daha aptal ya da daha işe yaramaz olduğunu gösteren hiçbir şey yok ortada. Bizden önceki kuşakların, kendi dönemlerinin büyük sorunlarını çözmekte, mesela apartheid’ı, yani ırk ayrımcılığı rejimini sona erdirmek ya da köleliği bitirmek gibi meseleleri çözmekte başarılı olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, bizim kuşağın ne yapması gerektiği konusunda en ufak bir şüpheye düşeceğimiz bir durum yok. Çünkü, bizden önce gelen kuşakların herhangi biri bu konu hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Bizden sonra gelecek kuşakların bir şey yapabilmeleri içinse çok geç olacak. Velhasıl, bu iş gelip bizim üstümüze kalıyor, bizim omuzlarımıza yükleniyor. O zaman da geriye tek bir mesele kalıyor: Buna bir omuz verecek miyiz, yoksa vermeyecek miyiz? Hepsi bundan ibaret.

 

ÖM: Peki omuz veriyor muyuz dersiniz?

 

FA: Omuz veriyor muyuz? Hmmm. Yani şöyle. Biz bu mesele, yani küresel ısınma hakkında 20 yıldır bilgi sahibiyiz. Bugüne kadar da hiçbir şey yapmadık, tamamen çuvalladık, burası doğru. Politikacılar da çuvalladı; medya da bu mesajı, yani sorunun ne kadar âcil olduğunu kitlelere iletmekte tamamen başarısız oldu. Eh, vatandaşlar da doğru anlaşmayı talep etme konusunda başarısız kaldı. Şu anda herkes, toplumun her kesimi başarısız kalmış görünüyor. Ne var ki, zaman bitiyor. Artık sonuna geldik. Zamanı geriye çeviremeyiz! Demin konuştuğumuz gibi, 60 gün bir şey kaldı şurda. Aptal olmadığımızı ispat etmek için.

 

ÖM: Kopenhag’da olacak mısınız?

 

FA: Ben mi? Elbette. Elbette orada olacağım.

 

ÖM: Evet, biz de orada olmaya çalışacağız. Şimdi başta sorduğumuz soruya dönersek; Chomsky, o kitabında “zekâ” derken, “medeniyet kurmaya yetecek bir zekâ”dan bahsediyordu. Medeniyet deyince de, dünyanın önde gelen iklim bilimcilerinden Dr. James Hansen’ın bir sözü geliyor aklımıza: Meslektaşlarıyla birlikte yakın zaman önce yazdığı bir bilimsel makalede, “Atmosferde 350 ppm seviyesinde karbondioksit salımı seviyesine dönmeyi başaramazsak, üzerinde medeniyetin geliştiği ve hayatın yeşerip adapte olduğu bir gezegene benzer bir gezegenimiz olamaz artık!” diyordu. Siz, bu 350 ppm seviyesine geri dönüp medeniyeti kurtarma çabasında başarılı olacağımız kanısında mısınız?

 

FA: (Gülerek) Vallahi birkaç ay önce yeni bir araştırmanın verileri yayımlandı. Aslında bu konuda benim ne düşündüğüm hiç önemli değil, çünkü ben bir iklimbilimci değilim. Ama bu geniş çaplı araştırmada iklimbilimcilere, yani hakemli yayın organlarında yayın yapan saygın bilimcilere aynı soruyu, esasen sizin demin bana sorduğunuz soruyu yöneltmişlerdi. Bu bilimcilerden 10’da 9’u “Evet, bilimsel açıdan daha hâlâ vakit var,” diye cevap verdiler.  Ama, politik açıdan bakıldığında durum farklı, bu bilim insanları politikacıların yeterince hızlı hareket ettiklerini düşünmüyor! Dolayısıyla, bizim asıl kulak vermemiz gereken insanlar, bu bilim insanları işte...

 

ÖM: Franny, size son olarak şunu söyleyeyim, soru niyetine: Çapa’da, Tıp Fakültesi’ndeki öğrencilerimi, gelecek hafta sinemaya götürüyorum. Aptallık Çağı filminizi seyredeceğiz birlikte.

 

FA: Harika!

 

ÖM: Zorunlu okuma gibi, bu da zorunlu “seyretme” oluyor. Sınav yapmayacağım, ama filmi izlemek zorunlu.

 

FA: Eğer çocukların izlenimlerini bana da aktarırsanız, çok sevinirim.

 

ÖM: Elbette, size yazarız. Franny Armstrong, konuğumuz olduğunuz için çok teşekkür ederiz.

 

FA: Beni konuk ettiğiniz için ben de size teşekkür ederim.

 

16 Ekim 2009 tarihinde Açık Radyo'da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.

 

Dinlemek için:     

 

İndirmek için: mp3, 12 Mb.