Felsefe Light - XXXXIII

-
Aa
+
a
a
a

Pragmatizm

 

Hep şakşakçılık yapılacak değil ya. Bir de karşı çıkmalar başlasın bakalım. Bazılarına ne maddiyat ne de maneviyat tam anlamı ile doğru gelmiyordu. Katı bir doğrular çerçevesi içine oturtulmak anarşist ruhlarına doyurucu gelmemişti herhalde. İlk kıpırdanmalar eleştirel oldu ama sonra doğrudan karşı çıkmalar gecikmedi elbet.

 

Neymiş efendim? İnsan bile bu kapsama dahil olmak üzere herşey ama herşey yalnızca ilksel bir bulutsunun ya da tükenmeyen bir cismin etkisi altında ise, ahlaksal sorumluluğa, eylem özgürlüğüne, bireysel çaba ve isteğe ne olur o zaman? Ne yani, gereksinimlerimiz, seçimlerimiz, yenilgilerimiz ve çekişmelerimiz bizim değil de, bu katı doğrular çerçevesinin zorunlulukları mı?

 

Hadi oradan!!!

 

İşte isyan böyle başladı.

 

İster evrensel madde olarak ister evrensel irade olarak düşünün, hiçbir güç doğamızın tüm istemlerini doyuramaz. Bu yüzden de böyle bir gerçeklik yoktur. Yani dünyamız mutlak zorunluluk dünyası değildir. Öyleyse bir teorinin, bir inancın, bir öğretinin üzerimizde sınanması başka başka sonuçlara neden olacaktır. Bunlar varabileceğimiz pratik sonuçlardır ve pragmatik sınama budur.

 

Yani kısacası işinize geleni düşünün efendim.

 

Pragmatik ilkeler üzerine, eğer Tanrı varsayımı doyurucu sonuçlar üretiyorsa varsın Tanrı sizin için mevcut olsun yahu.

 

İtirazlar bununla da kalmadı. Son darbeyi bilgiye vurdular.

Bilgi bir araçtır, bilgi yaşam uğrunadır, yaşam bilgi uğruna değil.

İşte bu kendine bilgiyi amaç edinmiş felsefeye yapılacak şey değildi. Milattan Önce 500, belki de 600 yıllarından bu yana beyinlerini süpürge etmiş tüm filozofların kemikleri sızlamıştır bu lafın karşısında.

 

Üstelik bu çıkarsamalarını mantıksal tutarlılık ve doğrulama ile pekiştirip öyle bir sunuyorlardı ki, itiraz bile edemiyordunuz. İşi de basite indirgediler: gerçek düşünceler özümseyebildiğimiz, onaylayabildiğimiz ve doğrulayabildiğimiz düşüncelerdir. Yani; 

Gerçek olduğu için yararlıdır, yararlı olduğu için gerçektir.

Bunun tehlikesi neydi, biliyor musunuz? Felsefe avamlaşıyordu. Bu bir felaketti, hatta fecaatti.

 

Ancak bu arkadaşlar için mantık herşey demek değildi. Akılcı olan herşey realist olmayabilir. Bir şeyin reel olabilmesi için deneyimlenmiş olması şarttır ve bazen mantıklı olmayan şeyler de deneyimlenebilmektedir. Öyle olmasa, aşk bir gerçeklik olur muydu hiç?

 

Bu karşı çıkmaları aslında ilk başlatan Ernst Mach, onu William James takip etmiş, artlarından da John Dewey yetişmiş. Dewey kesin noktayı şöyle koymuş:

 

"Başarmayı tasarladığımız düşünceler, görüşler, anlayışlar, varsayımlar uyumu ve düzenlemeyi güvenceye aldıkları zaman onlara gerçek deriz. Başarılı bir düşünce kesinlikle gerçektir."

 

Peki o zaman inanç ne olacaktır? İnançlar realizmi değiştirir ve şekillendirir. Dolayısı ile düşünce doğrudan inançların etkisi altındadır. Eğer bu böyleyse, doğal bilimlerin manevi değerlerimize el atarak onu yok edeceklerinden korkmamızın da bir alemi yoktur, çünkü değerlerimizi her zaman varoluşlara (kurumlara) dönüştürebiliriz. Ancak şunu bilmeliyiz ki; inançlarımız gerçekleşmiş birer düşünce değil, birer varsayımdır.

 

Buraya kadar bahsettiğimiz filozoflar her ne kadar asi grubundan insanlar olsa bile, aslında elleri öpülecek adamlar sayılır. Neden mi? Çünkü bunları takip eden biri vardır ki, tam bir felaket. Kim mi?

Felsefenin "enfant terrible"ı tabii. Yani Friedrich Nietzsche.

Bu deli-dahi sadece eski kuramlara ve yöntemlere karşı çıkmakla da kalmaz, eski değerleri süpürüp atar ve modern uygarlığımızın temeline tükürür. Tarihimize laf atar, onu insani çürümüşlüğümüzün temel nedeni olarak görür ve tüm değerlerimize karşı çıkarak "İnsanlık için yeni idealler ve yeni bir uygarlık yaratmak lazım" der.

 

Nietzsche de Schopenhauer gibi iradenin varoluş ilkesi olduğu fikrindedir, ancak "Bu irade sadece yaşama amaçlı irade değil aynı zamanda güç istemli bir iradedir" der. İşte bu güç istemi tüm yaşamı boyunca onun gözlerini kamaştırmıştır.

 Friedrich Nietzsche (1844-1900)

Yaşam özünde gücün arttırılmasına yönelik bir çabalamadır ve bu taşkın içgüdü iyidir.

Ben yazarken korkuyorum ama o söylerken korkmamış. Bakın aynen şöyle diyor:

"Dahası, evrensel gerçeklik diye bir şey yoktur. Evrensel gerçeklik olarak önerilmiş önermeler yanılgılardır. Düşünme gerçekte pek de sağlıklı olmayan bir algıdır, çünkü benzerliklere önem verirken ayrımları gözardı eder. Doğada kalıcı hiçbir şey, hiçbir töz, hiçbir evrensel nedensel bağ, hiçbir amaç yoktur. Evren mutluluğumuza ya da ahlakımıza aldırmaz bile. Ve evrenin dışında bize yardım edebilecek hiçbir tanrısal güç yoktur. Bilgi bir güç aletidir. Düşüncelerimizde dünyayı varoluşumuzu olanaklı kılacak bir yolda düzenleriz, bu yüzden kalıcı ve düzenli olarak yineleyen herşeye inanırız. Bize sunulanları yönetilebilir bir şemaya indirgeriz ve bunun amacı yararlı bir yolda kendimizi aldatmaktır.

 

Doğrudan doğruya bildiğimiz herşey isteklerimizin ve içgüdülerimizin dünyasıdır; ve tüm içgüdülerimiz temel içgüdüye – güç istenci – indirgenebilir. Yaşayan her varlık başka varlıkları yenerek onları altetmek ister. Hedef üstün insanların, daha yüksek bir tipin, bir kahramanlar ırkının yaratılmasıdır. Savaş, acı, sıkıntı ve zayıflara zarar vermeksizin bu başarılamaz. Bu yüzden savaş barışa yeğlenebilir.

 

Öyleyse acıma duygusu kötüdür, vereni de alanı da yaralar, güçlüyü de zayıfı da zayıflatır, insan ırkının gücünü tüketir ve kötüdür."

 

Son