Felsefe Light - XXXX

-
Aa
+
a
a
a

Biz Hegel’e geri dönelim.

 

Şimdi, eğer felsefenin görevi şeylerin doğasını izleyerek bize realiteyi tanımlamak, realitenin nedenini, niçinini, şeylerin varoluşunu ve sonuçta da amacını anlatmak ise, elbette bunun yöntemi de bu dizgeye ve amaca uygun olmalıdır. Bunu da aklın sürecinde veya aklın dünyanın evrimine bakış açısında bulabiliriz. Burada Hegel ilk sapmayı gerçekleştirir. Schelling’in romantik, sanatsal ve sezgisel deha ile açıklamaları doğru değildir. Bize gizemsel yollar değil, adam gibi çalışma gerekir. Bunu da düşünmeden yapamayız. O halde aklımızı soyut kavramlarda değil, devinen, dinamik, diyalektik süreçlerde kullanmalı, bütünün küçük bir parçası olan soyut güzelliklerde kaybolmamalıyız. Yani düşünce soyut ve boş kavramlardan daha karmaşık, somut kavramlara yönelecektir. Bu yönteme Hegel diyalektik yöntem diyor.

Bu yöntem ise üç evrede gerçekleştirilebilir. Soyut, evrensel bir kavram ile başlarız ki bu bizim savımızdır. Bu kavram bir çelişkiye neden olur ki bu da karşısavdır. Sonuçta çelişen kavramlar üçüncü bir kavramda birleşirler ki bu da bireşimdir. Bu durumda evrim her türlü karmaşanın bir yeni sentezde huzur bulmasına kadar sürecektir.

 

Burada önemli nokta kavramların birer bütün değil, bütününün parçaları olduğunu anlamamızda. Bir düşünür düşüncelerini kavramların evrimsel ve mantıksal süreçlerinde nasıl düşünmeleri gerektiğini düşünerek sanki o kavramlarla özdeşleşmiş gibi düşünmelidir. Yani kısacası düşünür kendini boyuna düşündüğü şeyin yerine koymalıdır. Bu yolla Tanrı'nın tarzında Tanrı'nın düşüncelerini düşünebiliriz. 

 

Hegel bu noktadan sonra Tanrı'ya sen kendini bana borçlusun anlamına gelebilecek meydan okumalara başlar.

Hegel Tanrı'ya İdea der. Tanrı dünyanın canlı, devinimli aklıdır. Tanrı'yı doğada ve tarihte bulmak mümkündür. Dünya olmaksızın Tanrı'ya Tanrı demek mümkün değildir. Tanrı bir dünya yaratmadıkça, kendi yansımasını kendinden başka olanda görmeksizin varolamaz. Bunun tersi de doğrudur. Tanrı olmaksızın hiçbir gerçeklik mümkün değildir. Demek ki bir dünya olmaksızın Tanrı bilinçli de olamaz. O halde O gelişen bir Tanrı'dır ve ancak evrensel akılda gizlenmiş olarak bulunan mantıksal – diyalektik süreci ortaya çıkaran insan aklında bütünüyle özbilinçli olur.

Michelangelo'nun Tanrı'sı

Yani ben varsam ve Tanrı'yı düşünüyorsam Tanrı vardır. Dağa, taşa, kurda, kuşa Tanrı gerekmez, diyor hazret.

 

Akıl kendi gelişiminin biricik zeminidir. Dayanacak başka hiçbir noktası yoktur. Olmayan aklın geliştirilmesi de olanaksızdır. Kanıtlarını her Allahın günü defalarca kullanımımıza sunar durur bu öngörme. Bunu ilintilenebileceği kendine ait en önemli bilgisi de iradeye bağımlılığıdır. Bu bireysel aklın tezahürüdür. Bir de kurumsal akıl vardır. İşte bu noktada Hegel artık kurumsal aklın işleyişinin yani realize olmasının oluşturduğu ahlaki felsefeye yönelir.Bireyin dışındaki ortak akıl sadece kurumlarda değil örneğin tarihte bile mevcuttur. Bununla da kalmaz, hukukta, törede, törel (yani aile, yurttaş toplumu, devlet) uygulamalarda da akıl kendini dışavurur. Öyle milletler vardır ki ortak aklın çokluğu ile huzuru, refahı ve bireyi geliştirmeyi hedeflerlerken gene öyle milletler vardır ki gerek bireyin maddi edinimlerinde gerekse Tanrı'ya varmanın yolundan başka hiçbir özelliği olmayan din olgusunu yozlaştırıp insani oluşum ve isteklerin doyumlanmasında, yani bireyin manevi kazanımlarında ortak akılsızlığın örneklerini bıkmadan usanmadan arka arkaya sunmayı marifet sayarlar.İnsan kurumlarını tarihi bir süreç içerisinde üretmiş olan akıl ile bu kurumları anlamaya çalışan akıl aynıdır. Burada aklın amacı örneğin devletin ne olmasını gerektiğini söylemekten çok materyalist diyalektik düşünme ile devletin ne olduğunu bilmektir. Bir kere neyin ne olduğunu bildiniz mi, ya da hangi aşamalardan geçerek nereye geldiğini saptadınız mı onu aklın çizgisinden sapmaları varsa düzeltmek de kolay olacaktır.Bu düşünce tarzını felsefeleştirmede Hegel'in amacı ne olabilir?Bugün kendi içinde bulunduğumuz toplumlarda özgürlüğün derecesini dahi azımsadığımız yadsınılamaz. İçinde bulunduğumuz özgürlük değerleri dahi Hegel zamanında hayal edilebilir değerler değildi. Bu onları bir anlamda bireysel özgürlüğün savaşçıları değilse bile öncüleri yaptı. Objektif aklın ancak bireylerin yasa ve törelerini özgürce istediği, tartıştığı bireyler topluluğunda gerçekleşebileceğini gördü Hegel. Biz ise zaman zaman militer aklın, zaman zaman İslami aklın ve her zaman da büyüklerimizin aklının geri kalandan daha geçerli akıl oldukları ninnileri ile büyütüldük.Bugün 5-8 yaş grubundaki çocukların kendimizin akıl dahi edemeyeceğini iddia ettiğimiz gözlemlemeleri, akıl yürütmeleri ve karşı koymalarına gizli hayranlığımız bu ezikliğin dışavurumu değil de, ne sanki?Hegel düşünen toplumların herbirinin idealar oluşturacağına, bu ideaların savaşında ise savaşı güçlü olan davanın kazanacağına inanır. Bu noktada güçlü olan haklıdır, der. Bu yaklaşımı ileride kendini güçlü ve haklı sanan boş inançların zaman zaman çirkin sivilceler halinde patlamalarına da yol açmamış denilemez. Hegel'i tamamen suçlamak da onun ''ama bakın sonunda bu davalar güçsüzdü ki kaybetti'' savunmasına itecektir. Ancak bu savunma İkinci Dünya Savaşında 40 milyon yaşama malolmuştur. Bugün de kendilerini haklı sanan bazı cihat erbabının ölüm nedenleri ile dolup taşmaktadır dünyamız.Bu yaklaşımını tek cümlede özetler üstadımız;                                             Dünya tarihi Dünya mahkemesidir.

Haftaya: Ucundan kıyısından Schopenhauer