Felsefe Light - XXXV

-
Aa
+
a
a
a

Intentat angues atgue intonat ore – Yılanlar ağızlarını açmış her yandan saldırıyorlar.

 

der Immanuel Kant (David Hume'u eleştirenler için).

 

Neden böyle der bilir misiniz? Fakirlikten illallah demiştir de ondan. 1724 yılında doğmuş ve 1766 yılında Kraliyet Kütüphanesinde bir memurluk elde edene kadar açlıktan doğru dürüst hiçbir eser üretememiştir. Nihayet 1770 yılında profesör ilan edilmiş ve bundan sonra 1781 yılına kadar geçen on yıl sürede insanlık tarihi için büyük önem taşıyan çalışmalarını yapmıştır.

 

En sonunda da muazzam eseri ‘’Kritik der reinen Vernunft – Saf aklın eleştirisi’’ yayınlandı. Eser devrin aydınları için inanılmayacak üst düzeyde olduğu için arkasından da Prolegomena  isimli bir açıklama kitabı çıkartmak zorunda kaldı üstad. Bu kitabı her biri birer felsefe şaheseri kritikler takip etti. Ve sonunda üstad hemen hemen hiçbir filozofa sağlığında nasip olmamış bir üne kavuştu.

 

Johann Gottlieb Fichte ‘‘Pratik aklın eleştirisini okuyalı yepyeni bir dünyada yaşıyorum. Bu felsefe sisteminin insanlığa nasıl bir şeref ve bize ne büyük bir kuvvet kazandırdığı anlatılamaz’’ diyor. Sanatçılar da geri kalmıyorlar; ozan Jean Paul bir arkadaşına ‘’Allah aşkına bu iki kitabı satın al. Kant dünyanın ışığı değil, pırıl pırıl parlayan güneş sisteminin bütünüdür’’ diye övüyor Kant’ı.

 

Kral Büyük Friedrich’in ölümüne kadar Kant dinsel açıdan ne kilise ne da devlet adına rahatsız edilmedi ancak bundan sonra giderek tırmanan bir ölçüde kilise Kant üzerine yüklenmeye başladı. Onun eserlerindeki insan özgürlüğü kavramı kilisenin insanın dine hem saygı hem de sevgi ile yaklaşması ilkesine karşı geliyordu. Kant "insana bir kere saygı ile yaklaşılması emri verilen kavramlar sevilemez, bu çelişkidir" diyordu. Zorlanan şeyin zorla sevdirilmesi mümkün değildir, yani kısacası ‘’Zorla güzellik olmaz’’ diyordu üstad. Uzun ve yıpratıcı bir çekişme sonucunda Kant açıkca Kraliyet makamı tarafından tehdit edilince geri adım attı ve Majesteye aynen şöyle yazdı;

 

‘’Majestelerinin sadık bir uyruğu olarak, şunu kesinlikle açıklarım ki, ben dinle her türlü kamuoyunu aydınlatma olgusunda uzak olarak ilgileniyorum; bu din ister doğal isterse vahyedilmiş olsun, hem derslerimde ve hem de yazılarımda din üstüne suç oluşturacak tutumlardan tamamen uzak kalacağım.'’  

Bu sefer de karşı taraf başta Goethe olmak üzerek doğrulardan ödün verdiği ve Kilise'ye dalkavukluk ettiği suçlamaları ile saldırı başlattı.

Kant iki çift laf etti sadece. "Özgürlük yönünde baskı yapmak da özgürlüğe mani olur..."

Muhteşem adamdı muhteşem…..

 

Gelelim eserlerine. Saf Aklın Eleştirisi iki bölümden oluşur;

 

a)       Transandantal (aşkın - üstün) Ögeler Öğretisi

b)       Transandantal Yöntem Öğretisi

 Immanuel Kant (1724-1804) 

 

Bu kitapta soyut kavramsal çözümlemeler tam bir akademik yaklaşım ve dil ile anlatılırlar. Anlaşılır olmak Kant’ın önceliği değildir. Yani benim kişisel yaklaşımlarım ile zıt düşünce içerisindedir bu benim hayran olduğum insan. Ben felsefeyi diyet boyutta sevdirerek beyninize tecavüze zorlarken o düşüncenin ve nüktenin özgür hareketinden sakınmayı bilinçli seçmektedir.

 

‘’Bu konuda yazar olarak daha fazla bir çekiciliğe ve daha büyük bir nükte gücüne sahip olabilseydim bile, yine de bunları bir yana bırakırdım. Çünkü şundan hiç kuşku edilmemelidir ki, böyle yapmakla, okuyucudan beni kabul etmesini, ikna olmasını ve beni alkışlamasını beklemedim; tersine ondan güçlü bir kavrayış bekledim.’’

 

Buyrun bakalım. Adam ben ne bekliyorsam tam tersini bekliyor. Üstelik şurda iki üç kişi cılızından ya alkışlamış ya alkışlamamış beni de.

 

Nankörsünüz hepiniz nankör….

 

Neyse…

 

Gelelim kitaba. Aristoteles – Platon ikilisi ile Kant arasında nerdeyse iki bin yıl var. Ancak temel problem hâlâ aynı. Gerçek varlıkların doğru bilgisinin mümkün olup olmadığı. Arada geçen yıllar içerisinde hem doğa bilgilerinde hem de ruhani konularda inanılmaz değişimler yaşanmış yaşanmasına da, bunların sonucunda elde edilen bilgiler ve yaklaşımlar işi basitleştirip çözüme kavuşturacağına daha da içinden çıkılmaz hale getirmiş.

 

Aristoteles aksiyomatik kabuller yapmış. Başta felsefe olmak üzere tüm disiplinlerin birer bilim olabilmeleri ancak bunlarla ilgili bilimsel bilgilerin kanıtları ile gösterilmesi ile mümkündür, demiş. Tüm verileri de duyu algıları ile elde edeceğiz sonucuna varmış. Objeler dünyasının varlığını ise aksiyomatik olarak kabullenmiş ve duyu verilerini bu konuda muhatap bile etmemiş nesnelerin varlığının kanıtlanması için. Platon ise sofistlerin doğru bilginin olanaksızlığı ilkesinden idealizmin yüceliği ile sıyrılır.

 

Zaman değişmiş ve bilgi genişlemiştir. Modern felsefenin çocukları artık bu kadar kolay kanmayacaklardır.

 

Kant tüm analizleri yapacağı aklı ele aldığında iki ayrı yaklaşım denemiştir. Her ne kadar insan aklı bir ve tek ise de en azından aklın işlem alanları ikiye ayrılmalıdır. Akıl bir ‘’saf akıl’’ olarak işler bir de ‘’pratik akıl’’ olarak. Örneğin ahlak pratik aklın işlem alanıdır, bilgi ise saf aklın. Pratik akılda dün ile bugün çok farklı olabilirler ancak saf akılda doğru bir kere biliniyor ise artık değişmez kuraldır o. Hafif Makyavelist yaklaşım kokuyor ama olacak o kadar bittabi. Her neyse, pratik aklı bir yana bırakıp saf akılla elleşelim biz azıcık.

 

Saf aklın eleştirisi, hareketini Metafiziğin doğuşuna borçludur. Biraz hatırlayalım eskileri: Bir zamanlar metafizik yoktu. Sonra Aristoteles üstad Prote Philosophia adlı eserinde, ki Physika adlı eserinden sonra sıralanmıştır bu eser, "Fizikten sonra ne var?" konusunu ele alır, hatta kitap bu isimle değil de "Ta metata physika – fizikten sonraki" ismi ile anılır. Saf aklın eleştirisi şu soruyu sorar önce: neden metafizik bir bilim dalı olamamıştır? Metafizik gelecekte bilim dalı olabilecek midir?

 

Kant başlangıcını doğru seçer. Metafizik daha başlangıçta madde, ruh ve gerçeklik üzerine belirli sorular ile başlamış ve sistem kurucu filozof şaşmaz doğru kabul ettiği kendi postulatlarından hareket etmiştir. Yanıtlar da tabii ki bu şaşmaz doğruların mantıksal çıkarsamaları yönünde oluşmuştur. Eski metafizik genelde iki yol izlemiştir; birincisi rasyonalistlerin izlediği yol, ki Kant bunların yoluna dogmatik olarak bakar, ikincisi ise empiristlerin izlediği yol, ki bununda sonucu kuşkuculuk ve ateizmdir.

 

Dogmatizm saf aklın sınırlarını belirleyebilmek için gerekli olan hiçbir eleştiriye başvurmadan ve akla sınırsız hedefler koyarak bu hedeflere ulaşılabileceğini de dogmatik olarak kabul ederek metafizik sistemini oluşturur. Bu ne demektir bilir misiniz? Ahlaka karşı inancım kalmadı demektir. Yani pratik aklın ve yasalarının inkârıdır bu. 

 

Gelelim empiristlere. Onların da rasyonalistler ile ortak noktaları peşin kabule dayanan postulatlardan yola çıkmalarıdır. Saf akıla eleştirel bir yaklaşım ile yaklaşabilseler bunlar olmazdı. Peki bunlar doğru ise o zaman metafizik problemleri ve dolayısı ile metafizik sistemi gereksiz midir? İşte bu noktada Kant'ın büyüklüğü çıkar ortaya.

 

Kant filozof ve bilim adamı olarak hiçbir konuya ideolojik yaklaşmaz.

 

Halbuki pozitivistler metafizik gereksizdir derken David Hume biraz daha ileri gitmiş ve tüm metafizik kitaplarının yakılması gerektiğini söylemişti. Kant metafiziğin varlığını metafiziğe değil akla bağlar. Metafizik, akıl istediği için vardır. Sorusu ve metafizikten kaçamamanın temel nedeni şudur;

 

Nereden geldim?

 

Bu soru kışkırtıcıdır ve cevabı da "bu soru sorulmamalı" olmamalıdır. Bu konuda yapılacak akıl yürütmeler doğa bilgisinin ve uzay karanlıklarının aydınlanması için değil, kendi anlığımızın karanlık uzayının aydınlanması içindir.

 

Kant felsefesinin kilit kavramlarından bir tanesi de ‘’transandantal’’ kavramıdır. Bu kavram aslında aşkın, üstün diye anlamlandırılsa bile Kant için farklı anlam taşır. Cassirer demiş ki: "Kant objelerin değil tersine genel olarak objeler hakkında bilgi edinme tarzlarının bilgisine ‘transandantal’ der." Kant ise kendini şöyle yorumlar: "Ben transandetal bilgi diye yalnız objelerle değil aynı zamanda objelerden elde edilen bilginin çeşitleriyle de uğraşan ve bilginin a priori yanını araştıran bir bilgiye diyorum."

 

Dikkat ederseniz Kant artık aklın dışındaki nesnelerin dünyasından, aklın içindeki dünyanın gizemine hareketin bayrağını açmıştır. Bu bir yerde bilimin esas olmaktan çıkıp aklın, akıl yürütmelerin, disiplinlerin ve ne kadar söylemekten kaçınırsak kaçınalım, metafiziğin çağı başladı demektir. Zaten Kant ardılları diyebileceğimiz filozofların sistemleri de bilimi az da olsa dışlamış, felsefe ile bilim arasındaki, filozof ile bilim arasındaki güçlü dayanışma bitmiştir.

 

Sartre için herşeyi diyebilirsiniz, varoluşçuluk için herşeyi diyebilirsiniz ama, bilim ile içiçedir diyemezsiniz. Hele Marksizm. O bir de bilimin içine etmekle maluldür.

Haftaya: Immanuel Kant'a devam...