Felsefe Light - XXVIII

-
Aa
+
a
a
a

Bacon iki kilise arasında bi-vaftiz, ortada kalmıştır, demiştik geçen hafta...

 

Peki Thomas Hobbes öyle midir? Kitaplar onun Modernizm hareketinin en gözüpek ve en tutarlı temsilcilerinden bir olduğunu söyler. Bakalım öyle mi?

 

Önce tüm reformcular gibi antik çağdan kendini kurtarır. Gerçi Bacon gibi toptan temizlik demeyip "kökleşmiş sanıları ayıklayalım" der ama, ona göre Eski Yunan felsefesi bir ‘’kuruntu’’dan ibarettir. O da Bacon gibi pratiğin hayranıdır. Bilginin amacı güç elde etmektir. Ne yazık ki bu gelişmeler olurken zaten gücü elinde tutan bizim atalarımız bilginin yakınından uzağından geçmeyi düşünmemektedirler bile.

 

Onlar farketmişler. Bilgisiz güç gelip geçici ve hoyrat, bilgi ile elde edilen güç ise kalıcı ve yararlı. Merak ettim şimdi bu felsefenin başlangıcını sağlayan onlarda da sarışın mavi gözlü bir dev mi?

 

Hobbes bir matematikçi olduğundan geometrinin yöntemini evrensel doğrunun bulunmasında etkin yöntem olarak seçer. Doğal ve politik tarihi ise bilim yerine bile koymaz. Bunların bilgisinin deneyimle ilgisi olduğunu, akıl ile ilgisi olmadığını öne sürer. Hobbes hem Descartes'ın ve Galileo’nun akılcılığını hem Bacon’un görgücülüğünü kuyruklarını birbirine karıştırmadan beraberce taşıyan nadir filozoflardandır. Felsefeye bakış açısı şu ilginç teorisinde özetlenebilir;

 

Felsefe etkilerin kendi nedenlerinden ve nedenlerin kendi etkilerinden oluşan bir bilgidir.

 

O zaman da felsefenin yöntemi hem sentez hem de analiz yöntemleridir. Biraz daha açacak olursak bunu, duyu algılarından ilkelere (analiz) ya da ilk veya en evrensel önermelerden sonuçlara (sentez) ilerleyebiliriz. Hobbes akıl yürütme (ratiocination) konusunda da tam bir matematikçi gibi davranır ve bunu bir tür hesaplama (calculation) olarak görür. Yani düşüncelerimizi göstermek ve vurgulamak için üzerinde anlaşılmış genel adların sonuçlarının toplanması ve çıkarılması işidir akıl yürütme. Bu durumda asıl gereksinimiz bir ilk ilke, yani bir başlangıç noktası bulmaktır.

 

Hobbes bunu devinim – hareket olarak betimler. 

 

Biz insanların bir doğal bir de politik felsefemiz vardır. Doğal felsefemiz fizik ve ruhbilimi kapsar, politik felsefeye ise töre ve politika hakimdir. Birincil felsefe tüm bilimin temel ilkeleri, yani kavramlara ait bilime giriştir. Bu felsefede dolayısı ile uzay, zaman, cisim, neden, etki, özdeşlik ve ayrım, ilişki, nicelik, nitelik gibi ilk akla gelen hususlar ele alınırlar. Burada ilk sorunun kendisine engel olmasını önlemek için Hobbes, basit şeylerden kurtulmak ister ve "bunlar kendiliğinden açıktır ve tümünün de tek nedeni devinimdir" der. Buradan son şeylere doğru yürümek üzere hareket eden filozofumuz, "ilk şeyler bütünüyle bilinmeden son şeyler açıklanamaz" maddesini de ortaya koyar.

 

 T. Hobbes 1588-1679

Peki bu ilkeler nereden doğarlar ve bilgi nasıl türer? Tüm düşüncelerin kökeni duyudur, duyumlar kalıcıdır ve bellekte tutulurlar. Yani hem duyu hem deneyim Hobbes'in iki silahı, dolayısıyla üstadımız görgücü. Deneyim ise konuşma yolu ile yayılır. Adların ilk kullanılmasında konuşmanın ilk kullanımı yatar ve bu bilimsel kazançtır. Yani yeni bir şey önce deneyimlenerek sonra konuşulup adlandırılarak bilime kazandırılmıştır kısaca. Bu yüzden bilimde biz evrensel terimler kullanırız ama şeylerin kendileri evrensel değil bireyseldirler. Bu yüzden de ne olgu bilgisi ne de sonuç bilgisi mutlak değil, koşulludur.

Geldi mi size de yüzlerce yıl sonranın izafiyet teorisinin insanlıktaki doğum sancıları?

 

Bacon’a inat Hobbes deneyim tarafından oynanan rolün tanıtlama, tümevarımın becerilerinin de tümdengelime kazandırılması çabalarındadır. Bu arada duyu ile başlayarak da mutlak bilgiye ulaşılabilinmesi konusundaki inancının zayıf olduğunu göstermiştir. İleri tarihlerde Locke mutlak bilgiye hiçbir zaman ulaşamayacağımızı iddia ederek zaten bu görüşe son damgasını vurur.

 

İnsan ve insanlık çok ilerledi, çok şeyler öğrendi, koşullandırıldı, özgür bırakıldı ama dikkat edin hâlâ nereden başlayacağını bile tam olarak kestiremedi ki sonuca varıp varamayacağına emin olsun.

 

Hobbes ilginç adam. Bu sefer duyumu ele alıp onu araştırmaya başlar. Duyum nedir ve duyuma neden olan şey nedir? Duyum ile ilgili organlarımız görevlerini yaptıktan sonra bunun gereği olarak beyinde bir devinim oluşur ve buradan da yüreğe taşınır. Duyum dolayısı ile nesnenin beyinde yürüttüğü başkalaşımdan başka birşey değildir, ancak bu nesnelerin niteliklerinin bir özelliği değil bizdeki devinimleridir. Gülün kokusu size başka, bana başka olabilir. Bu nedenle de duyu yolu ile elde edilen dünya bilgisi realistik bir dünya bilgisi değildir. Bunu ne fazla açar, ne yeni cevaplar üretir Hobbes. Herşeyi devinime yükler ve susar.

 

Metafizik konusunda suskun değildir üstad. İlginç şeyler de söyler. Uzayda realistik cisimler dünyası vardır. Bunun yanında bir de hayali uzay bulunur. Aslında uzayın hayalinde de elimizdeki cisimlerin rolü vardır. Onların uzayda kapladıkları alan bize uzayın varlığını gösterir. Buradan yola çıkar, uzayı hayalleyerek büyütür ve kendimizde bir uzay kuruntusu yaratırız. Bir cismi tanımlayabilmemiz için onun uzayda kapladığı yer ve varlığının biçimine gereksiniriz, bunun dışında kalan dinginlik, devinim, renk, koku, sertlik ve benzerleri sürekli değişirler, ancak cisim hiçbir zaman yok olmaz. Devinim ise sürekli biryerden vazgeçilmesi ve bir başka yer kazanılması olarak tanımlanır. Devinimin nedeni ise devinimden başka birşey olamaz. Bakın bu Hobbes’un ilk sorunun kurgusunu bozmasından kaçması için daha öncede belirttiğimiz açıklaması kendiliğindendir taktiğine çok güzel bir örnek.

 

Ruhbilim konusunda da epey iddialıdır Hobbes. İdrak konusunda çeşitli anlayışlar ileri sürer. Akıl yürütme beyindeki bir devinimdir, ya da baştaki bir tözdür. Dikkat edin Hobbes töz olarak sadece cisimleri kabul eder. Yani hayali töz yoktur ona göre. Dolayısı ile idrak, yani düşünebilme, akıl yürütebilme de ince bir cisimdir. Acaba bununla fizyolojik bazı değişimleri yani kimyasal reaksiyonları mı kastetmektedir Hobbes? Sanırım bu sorunun cevabı evet. Yalnız burada bir hataya düşüyor o zaman. İdrak duyu algısı ile başlar. Duyu algısına neden olan nesne aynı ise beyinde yaratacağı kimyasal reaksiyonda herkeste aynı olmak zorundadır. O zaman duyu ile algılamada koşulluluk yani görecelik savı iflas etmez mi?

 

Bu soruyu kimse sormadı herhalde ona.

 

Bir de bilme yetisinin yanında güdüleyici yani hayvansal devinim veren güç vardır. Burada devinim baştan yüreğe doğru iner. Bu yüzden de korku yürekte hissedilir. Bu tür güdülerde eğer baştan yüreğe inen devinim canlılık devinimine yardımcı olacak bir devinimse, insan bundan haz, engelleyecek bir devinimse acı duyar. Haz ve acı itki ya da istek ya da tiksinme doğurur. İtki birşeye doğru çabalama, tiksinme ise birşeyden uzaklaşmaya doğru çabalamadır. Kimi itkiler (örneğin yeme itkisi) bizimle doğar, kimi itkilerde deneyimlerden kazanılırlar. Son itki ya da son tiksinmeye istenç (irade) denir. Bir insan hona hoşnutluk verene iyi, hoşnutsuzluk verene ise kötü der. İnsan yapıları aynı olmadığı için iyi ve kötü de insanlara göre farklı farklıdır. Tanrının iyiliği bile bize göre iyiliktir. Tanrı bize avlanabilme becerisi vererek bize iyilik yapmış ama avlanan hayvana kötülük yapmıştır. Dinler bu çıkmazın içinden herşey insan için yaratılmış diyerek kurtulmaya çalışmışlardır.

 

Mutluluk için de hoş bir görüşü var Hobbes’un:

 

Mutluluk ya da sürekli mutluluk başarmış olmaktan değil, başarmakta olmaktan oluşur.

 

Geldik iradenin özgürlüğü düşüncelerine. Son derece somut görüşler bunlar. Bir insan bir edimde bulunmada yani aksiyonda özgürdür ancak istediğini istemede özgür değildir. İstemeyi istememezlik edemez. Bu onun elinde değildir. Canım isterse isterim saçmalıktan başka şey değildir. İrade özgür değildir.

 

Eh artık insanımızı tanıyoruz. Doğasını bildiğimiz bu şeyin davranışını da anlayabiliriz. O zaman artık onun politik felsefesini de açıklayabiliriz diye düşünür Hobbes. Bir insanın bedenini korumak için tüm araçları kullanması akla uygundur. Öyleyse insanın tüm iyi şeylere sahip olmaya, istediğine istediğini yapmaya, sahip olduklarını dilediğince kullanmaya ve onlardan yararlanmaya da hakkı vardır. Bu insanlar arasında inanılmaz bir hak savaşı anlamına gelmektedir. Hak çiğnenmesi hakkı kadar hakkının çiğnenmesine direnme hakkı da vardır. Bu durumda bir türe yani kurallar silsilesi gerekli olacaktır. Demek ki insanın bir düzen kurma ve bunu koruma hakkı da vardır. Yasanın olmadığı yerde adaletsizlik yoktur. Savaşta zor ve aldatma ana erdemlerdir. Adalet ve adaletsizlik yalnız yaşayan insanı ilgilendirmez o beraber yaşayan insana ait bir özelliktir. İnsan yırtıcı bir hayvandır (homo homini lupus – insan insanın kurdudur). İşte bu özelliği insanın aynı zamanda zayıflığıdır da çünkü insan mutlak surette kendisini savunmak için yeterli gücü her an bulamaz. Sonuç olarak da güç ile herşeyi kazanmaya çalışmak saçmadır ve birgün kaybınızın nedeni haline gelir. Yani adaletsizlik ve haksızlık saçma bir şeydir. Kazanç değil kayıp getirir. Burada Hobbes kendi kendine korku ile itiraf eder;

 

İnsanın sözünü tutmasını sağlayan şey doğacak sonuçlardan korkmasıdır.

 

Buraya kadar insanın haklarından bahsettik. Beraber yaşamanın yani devlet olmanın bir de ödevleri var. Akıl insana barış içinde kalabilmesi için savunma yapması gerektiğini düşünüyorsa bazı haklarından da vazgeçmesi gerektiğini söyler. İşte bu vazgeçilen haklar ödevlerdir. Yani insanlara kendisine karşı tanıyacağı ölçüde özgürlük tanıması ödevi. Burada karşılıklı bir hak aktarımı sözkonusudur. Yani insanlar arasında bir sözleşme oluşmaktadır. Bu sözleşme sonucu oluşan zorunlulukların yerine getirilmesini sağlayan bir yaptırım gücü olmalıdır. Bir devletin kurulma zorunluluğu da buradan kaynaklanır. Formül çok basittir;

 

Kendine yapılmasını istemediğin hiçbir şeyi başkasına yapma.

 

Devlet bu kuralı korumak üzerine kurulmuştur. Peki bu devleti kurmanın yolu nedir? İki yol vardır. Ya bir insana ya da bir insanlar topluluğuna bırakacaksınız tüm güç ve kuvvetlerinizi. Böylece çoğulcu irade tekil iradeye indirgenebilir. Devlet bu olgudur ve ölümlü bir tanrıdır. İrade onun iradesidir ve herkes uymak zorundadır. Egemenlik ondadır, görev ve hakları vardır ve bunları devredemez. Böyle bir mutlak egemenlikten doğacak kötülükler kaosun doğuracağı kötülükler ile karşılaştırılamaz bile.

 

Peki bu egemen güç kime devredilmelidir? Bu konuda fazla seçici ve zorlayıcı değil üstad. İsterseniz bir kişiye, isterseniz insanlardan oluşan bir topluluğa verin diyor. Yani derebeyliğine de evet demokrasiye de evete. Yeter ki kargaşa olmasın. Ancak egemen gücü de tek başına ve sorumsuz bırakmıyor ve uyruğa da hak tanıyor. Hatta uyruğa isyan hakkını bile tanıyor. İnsan hakları ile ilgili hemen hemen tüm şeyleri koymuş bu hakların içerisine Hobbes. Kimse itirafa zorlanamaz, kimseyi öldüremezsiniz, yaralayamazsınız diyor. Kimseyi bir başkasını öldürmeye zorlayamazsınız diyor. Nereye kadar diyor? Zurnanın Bacon içinde zort dediği yere kadar;

 

Din söz konusu olunca uyruğa söz ve özgürlük hakkı tanımıyor Hobbes.

 

Din devletin seçimindedir ve tebaa buna itaat eder, diyor.

 

Buna da şükür. İlerici bir adam Hobbes. Egemen gücü uyruğa karşı çok sınırlamış. Egemen hiçbir haksızlıkta bulunamaz çünkü o benim temsilcimdir, ona otoritesini ben verdim diyebiliyor. Egemenin ödevi halkı iyi yönetmektir, yoksa doğa yasasını ve tanrısal yasayı çiğner diyebiliyor.

Haftaya: Gene Modern Felsefe'ye devam...