Ermeni Konferansı'na Dair Birkaç Gözlem

-
Aa
+
a
a
a

Bu hafta sonu "İmparatorluğun Son Döneminde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları" başlıklı konferans, nam-ı diğer "Ermeni Konferansı" uzun bir "muharebenin" ardından Bilgi Üniversitesi'nde gerçekleşti. Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in "hain"li, "hançer"li açıklamaları sonucunda ertelenen konferans, Boğaziçi Üniversitesi'nde üç güne yayılarak gerçekleştirilecekti. Ancak bir idare mahkemesi bilimsel yeterlililiğin noterli tasdikini isteyince düşeyazan toplantı, kısa bir bocalamanın ardından bir günlük gecikmeyle  başlayabildi. Akademik özerklik ve ifade özgürlüğünün "namusu" da bu hızlı karar sayesinde kurtuldu...

 

İki gün süren konferansta 52 sunum yapıldı. Toplantıyı kabaca özetlemek gerekirse, Anadolu Ermenileri'nin 19 ve 20. yüzyılda yaşadıkları toplumsal değişim ve bu sürecin sonuçları üzerine söylenebilecek pek çok şey çeşitli açılardan irdelendi denilebilir. Sunumların içeriğinden çok 'Ermeniler'in soyu Türkler tarafından kırıldı mı?' sorusunun katî cevabını isteyen 'skor meraklıları' için baştan söyleyeyim: Bu konferansı takip etmeyerek pek bir şey kaçırmadınız. Ancak imparatorluktan millî devlete geçiş sürecini Ermeni cemaatlerinin nasıl yaşadığını merak edenler için aynısını söyleyebilmek zor. Onlar bu toplantıya katılmalıydılar. Katılamayanlar için içeriği özetlemek isterdim, ama açıkçası bunu yapmak hem çok zor, hem de sunumları kırpmak beni aşıyor. Tebliğlerin yakında kitap olarak basılacağını söylemekle yetineyim. Kendi adıma söyleyebileceğim ise çok basit: Çok şey öğrendim.

 

Eh sunumları özetlemeyeceğim ama Konferans'a dair gözlemlerimi aktarabilirim. Sabah 8:30'da kampusün önüne vardığımda, gün boyu orada bulunacak olan "milliyetçiler" çoktan yerlerini almışlar, simaen tanıdık buldukları kişilere taaruzua başlamışlardı. İdeolojileri açısından tabiidir ki, izleyici, konuşmacı gibi 'ince' ayrımlar yapmaya gerek görmeden tanıdıkları yüzleri protesto ettiler. Murat Belge'nin sunumunda belirttiği gibi "dilekçe veren faşizm", protestosunu da taş-sopa yerine yumurta-domatesle yapıyordu. Doğrusu, toplantı dolayısıyla geleceğe dair içimde yeşeren umutların temel besini de, bu protesto ve engelleme çabalarının geçmişle mukayese kabul etmeyecek kadar hukuki olmasıydı.

 

Harika bir "ilk gün maratonu"nun ardından keyfimi kaçıran yegâne olay, Pazar günü gazeteleri taramaya başlamam oldu. Benim takip ettiğim toplantıyla gazetelere yansıyan toplantı aynı toplantı değildi... Medyanın aksiyon merakı Türkiye politik tarihi açısından büyük öneme sahip olan böyle bir toplantıda dahi nüksetmişti. Taradığım 25 gazetenin büyük bölümü "sıkıcı sunumlar" yerine hareketi tercih etmiş, yaşanan iki gergin olayı toplantının kendisi olarak sunmayı uygun bulmuşlardı. Burada her gazetenin haberi ele alış şekli ve ele alış şekline sebep teşkil eden mantık üzerine yorum yapmak yerine, ilginç bulduğum çıkışlardan bahsedeceğim. "Derin milliyetçi" gazeteler, doğal olarak protestoların çapını geniş göstermiş, katılımcıları da "vatan haini" ilan etmişler. Bu cenahtan, bana göre kantarın topuzunu ziyadesiyle kaçıran Yeniçağ gazetesiydi. Gazete "hedefleri" belirlemiş olacak ki, "Bunları tarihe not edin" manşetiyle katılımcıların fotoğraflarını yayımladı. Takvim gazetesi ise daha ironik bir dili tercih etti ve manşetten "Eksik olmasınlar, aydınlar sayesinde Ermeniler'i nasıl katlettiğimiz öğreniyoruz" diyerek konuya dair her şeyin bilindiğini ima etti. "Şakacı" sağ gazeteler, atılan yumurta ve domateslerden "omlet" esprileri türetti.

 

Ana akım medya ise "tarafsızlığını" korumaya özenle dikkat etti. Cuma günü mahkeme kararına gösterdikleri sert tepkinin ardından, "desteğe" devam etmek politik olarak doğru görülmemişti... "Konferans tartışmalı başladı" ya da "Konferans sancılı başladı" genel manşet olarak tanımlanabilir. Haber içeriğiyse daha çok polemiklere ayrılmıştı. İçerik biraz yitirilmiş olsa da, en azından bu sayede "dengeli yayıncılık" korunmuştu. Milliyet ve Radikal'in bu çerçeveyi pek önemsemediğini de not düşmek gerek. Her iki gazete de elden geldiğince içeriğe yoğunlaşmayı tercih etmişti.

 

Şaşırmama yol açan haberlerse "sol" gazetelerdeydi. Evrensel gazetesi de "Konferans tartışmalı başladı" manşetiyle duyurduğu haberinde, alt başlık olarak "sataşma" ve "protestoları" öne çıkardı. Birgün gazetesi ise konferansı asla ve kat'a manşete taşımadı, kendi gündemini oluşturdu; mini haberinin manşeti "Zevahir kurtuldu" idi.

 

Çok genel bir medya taramasının ardından toplantıya dair anlatmak istediğim bir olay da var.

 

Bir konferans da böyle geçti... Bu konuda toplumsal bir öğrenme sürecine ihtiyacımız olduğunu ise, toplantıyla birlikte "medyatik" olan 'protestocu Fatma Hanım sayesinde daha iyi anladım. Açılış konuşmalarıyla birlikte protestoya başlayan Fatma Hanım 12 saat boyunca toplantıyı takip etti. Ancak geçen süre içinde daha fazla söz istemek yerine gittikçe daha fazla not alarak. Cumartesi gerçekleşen son oturumda "facia ve kurtuluş öyküleri" anlatılırken Fatma Hanım gözüme takıldı; geçen 12 saat içinde protesto yerini sessizliğe terk etmişti. Fatma Hanım, konferansın bitmesine 20 dakika kala, cam gibi gözlerle salonu sessizce terk etti. Daha sonra, toplantının ikinci gününde Fatma Hanım'ın Hrant Dink'le sarılıp, öpüştüğü, bir köşede Baskın Oran'la sohbet ettiği haberleri de bu gözlemimi takip etti. Eminim bu konferans, katılan herkesin "Ermeni sorunu"na bakışını değiştirdi. En azından herkese bir çok yeni bakış açısı kattı. Konuşmanın, sorunu ifade etmenin öneminin altını, bir daha, kalın çizgilerle çizdi. Yazımın başında da belirttiğim gibi konferansta ben çok şey öğrendim, ama öğrenen yalnız ben değildim...