Ekonomi Notları: Irak'ın toparlanması 40 yıl sürer!

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Notları – 38

Ömer Madra: Tarihi bir gün yaşarken bir program daha yapmadan edemiyoruz. Irak ekonomisinden de bahsedeceğiz herhalde, önce enflasyon meselesi ile girelim. Ekonomik durum da fevkalade önem kazanıyor tabii giderek.

Hasan Ersel: Geçen haftaki konuşmamızda Türkiye ekonomisi açısından temel sorunun Irak savaşının yaratacağı sıkıntılar değil, ekonominin şu anda içinde bulunduğu ve seyretmekte olduğu yolla ilgili olduğunu söyledim. Gözlemlerimiz ekonomimizin iç sorunlarının çok daha önemli olduğunu gösteriyor. Bu arada enflasyona ilişkin yeni bir bilgi çıktı. Ocak ayı enflasyon rakamları yayınlandı. TÜFE %2.6 arttı, fena değil, aşağı yukarı herkes bu rakam dolayında olacağını tahmin ediyordu. %2.6 çok düşük bir rakam değil, ama yüksek de değil, mevsimlik düzeltmeleri yaptıktan sonra “işler yolunda” diyebilirsiniz.

Fakat TEFE %5.6 çıktı. TEFE’nin 2003 yılında yaklaşık ne kadar artmasını bekliyoruz? Bu göstergeye ilişkin doğrudan, açık bir hedef konulmuş değil. Ama resmi projeksiyonlara yansıyan bir rakam var: %17.5 artacağı bekleniyor. Ne oldu? Bir ayda % 5.6 arttı, yani yıllık beklenen artışın 1/3’ü bir ayda gerçekleşti. Sayın Başbakan Yardımcısı “bu dünyadaki gelişmelerden kaynaklandı” diyor. Dünyada aylık enflasyonun %3 olup, bizi etkileyebilecek bir ülke yok, bizi etkileyecek konumda olan ülkelerde ise enflasyon yılda %3…Dolayısı ile bunun dünya ile filan bir ilgisi yok.

ÖM: Bu açıklamayı yapan kim?

HE: Başbakan Yardımcımız. Dünyada konjonktür iyi değil. Bu açık. Bundan gelen olumsuz etkiler olması da beklenir. Buna da bir itirazım yok. Ama bu kadar yüksek bir fiyat artışını bunlar açıklamaz. Biraz daha dikkatle bakmak gerek. Tarımdan gelen bir olumsuz etki var. Bunları mevsimlik hareket olarak değerlendirmek olanaklı. Ama bir de kamu kesiminden gelen yaygın fiyat ayarlamaları var. Sadece petrol değil. Kamu niçin fiyat ayarlamak zorunda kaldı? Ne oldu da böyle ayarlama yapıldı? Kamu kesiminde fiyatları siyasal kaygılarla bir süre tutarsanız, sonra bu tür yüksek oranlı ayarlamaları bir gün yapmak zorunda kalırsınız.

Ama sorun burada da bitmiyor. Piyasa koşullarına göre fiyatlarını ayarlayabilen özel imalat sanayiinde de fiyat artışı %3.6 çıktı. Bu da yüksek. Bizim tahminlerimizin de üstünde bir fiyat artışı bu. Bu beklenmiyordu. Bu düşündürücü…

Bu olay, yani bir ay için fiyatların beklenenin epeyce üstünde artması, “işler rayından çıktı, çok kötüye gittik” anlamına gelmez. Ama demek ki bu iş ciddiye alınmadığı anda her an bir terslik çıkabiliyor. Bunu hastanın ateşi gibi düşünmek lazım, ateş yükseldiği zaman herhalde doktor “tamam, boşver” demez. Bir şey ters ki ateş yükseliyor, bir rahatsızlık var, önlem almak gerekir. Enflasyon sıçrıyorsa, anlıyoruz ki her an bünyede rahatsızlık yaratabilecek bir sorun var.

Geçen haftaki sohbetimize gönderme yapmakla yetineyim…İktisat politikasının çok dar bir alanda maharetle yürütülmesi gerektiği anlaşılıp bu iş çok ciddiye alınmadığı takdirde, hele savaş gibi bir olay da söz konusu olunca, Türkiye ekonomisi çok sıkıntılı bir döneme girebilir. Enflasyon rakamlarının bana çağrıştırdığı bu oldu.

ÖM: Bir de tabii Başbakan’ın insana şaşırtıcı gelen pek çok açıklaması var ama bir tanesi de “yüzde yüz zarar garantisi alacağız” diye şimdiye kadar benim uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk alanında bildiğim bilgilere de ters düşen bir açıklaması var: ABD yardımı nasıl önceden garanti edebiliyor, senatodan ve temsilciler meclisinden geçirmeden? Onu anlayamadım.

HE: Orada çok haklısın. Herhalde bu Amerikan demokrasisinin işleyişine de uygun değil. Yönetim Kongrenin, Senatonun onaylamadığı büyücek bir ödemeyi kalkıp, hele bir başka ülkeye, yapacak. Amerikan tarihinde yok böyle bir şey.

Ama benim asıl sorunum şu: Diyelim ki bu bile oldu. Yine de iç kaynaklı yaşadığımız sorunu çözecek ciddi bir tavır almadığımız takdirde Türkiye ekonomisi kötüye gidecek.

ÖM: Irak’a gireriz, düzeltiriz.

HE: O daha kötü olur. Orayı mı düzelteceğiz? Burayı düzeltsek?

ÖM: Yok, oraya girince burası düzelir.

HE: Onu pek anlamış değilim. Ben o kadar bu konulara vakıf değilim. Nasıl başka bir ülkeye girilince bizim işimiz düzeliyor? Birisinin bize saldırdığı durum dışında söylüyorum tabii.

Irak'a önceki savaşların maliyeti

ÖM: Bir de geçen haftaki programda, bilinen ama tekrarlanmasında çok fayda olan bir şeyi söylemiştin: “Savaşlar genel olarak ekonomileri olumsuz yönde etkiler.”

HE: Bunun dramatik örneği olarak Irak’tan biraz bahsedeyim. Irak 1980-88 yılları arasında İran’la savaşa tutuştu. Bu savaşın Irak’a maddi zararı konusunda yapılan tahminler 450 milyar dolar olduğu şeklinde.

ÖM: Yani yarım trilyon dolara yakın.

HE: Evet. 1991 savaşının ise Irak’a maliyetinin 232 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. (Çeşitli araştırma enstitülerinin tahminleri var. Rakamlar aynı değil ama benziyor. Ben birisini aldım) Bu kadar kısa süren bir savaşta 232 milyar dolar gibi bir zayiatın nasıl olduğu sorulabilir. Bunun önemli bir kısmı alt yapıda meydana gelen çok büyük tahribat…Fotoğraflarını gördük, köprüler gitti, yollar, fabrikalar, vs. yok oldu. Bir de üstüne Kuveyt’e Irak’ın verdiği zararın tazminatı var. O da 100 milyar dolar civarında. Irak bu dönem içerisinde böyle bir zarara uğradı.

Irak bu işlere kalkışmayıp doğru dürüst yolunda devam etseydi ve mütevazı bir büyüme performansı gösterseydi ne olurdu diye baktığımızda milli gelirinin kişi başına 6000 dolar civarında olacağı biçiminde bir sonuç çıkıyor. Oysa şu anda bu ülkenin milli geliri adam başı en fazla 1300 dolar civarında. Trajedinin bir tarafı bu.

Irak dünyada S.Arabistan’dan sonra en büyük petrol rezervine ayrıca önemli doğalgaz kaynaklarına sahip… Teknik açıdan bakıldığında (yani siyasal, iktisadi kısıtlar olmasa) Irak’ın önümüzdeki dönemde uzunca bir süre yılda 25 milyar dolar petrol geliri elde edebilecek olanakları olduğu anlaşılıyor.

Ama işin bir de başka yönü var. Irak’ın bu petrol gelirini hiç israf etmediğini, geçmişteki kaybını telafi etmede kullandığını düşünelim. Bu durumda Irak’ın kendini toparlaması 40 yıl sürüyor!

Aslında bu dediğim de kolay kolay olmaz. Çünkü bir de nitelikli işgücü sorunu var. Irak 1970’de 62 bin kişilik bir orduya sahipmiş, toplam işgücünün %3’ü, yani makul bir rakam. 1988’de bu rakam 1 milyon kişiye çıkmış, yani işgücünün %21’i. Askeri harcamalar 1970’de 1 milyar dolar iken 1980’de 20 milyar dolara çıkıyor. 1984’de ise 26 milyar dolar yani Irak’ın GYİH’nın %60’ı…

ÖM: Sırf askeri harcamalar?

HE: Evet… Biraz konudan ayrılacağım ama, savaşın maliyetini gösterebilmek için… Irak 1980-1990 döneminde (Yani Irak-İran Savaşını kapsayan 10 yıl) 29 milyar dolarlık silah satın almış. Bunlar gizli kapaklı değil, dışarıdan satın aldığı konvansiyonel silahlar. Bunun 15.6 milyar doları Sovyetler Birliği’nden (%55’i), onu büyüklük sırası ile Fransa (5.1 milyar dolar), Çin (2.3 milyar dolar), Mısır (2 milyar dolar), Brezilya (1.1 milyar dolar) izliyor.

Irak’ı kim silahlandırdı diye soruluyor ya!

Şimdi başladığımız konuya döneyim. Irak bir zamanlar oldukça çeşitlenmiş bir iktisadı yapısı olan bir ülke imiş. Tarım var, bir miktar sanayi var. Ama bu savaşlarla insan gücünü, özellikle de nitelikli insan gücünü kaybetmiş. İki nedenle: birincisi savaş kayıpları- ölüm, yaralanma gibi. İkincisi bu insanların iktisadi faaliyetlerden askerliğe kaydırılması. Bunun yanı sıra giderek büyüyen ve ekonomiyi denetimi altına alan bir devlet. Rant bölüşümünün kazandığı önemin üretim faaliyetlerinin köreltmesi.

İşgücü sıkıntısı o denli artıyor ki, örneğin askere alınanların sayısının doruk noktasına ulaştığı 1984’de Irak’taki mevcut iktisadi faaliyeti yürütmek mümkün olmuyor ve Mısır’dan çok sayıda işçi getiriliyor. Geldiğimiz bu noktada, gördüğümüz şu: Irak ekonomisi aslında çökmüş durumda, mahvolmuş.

Bir de buna ambargo yıllarının sıkıntılarını ekleyin. Artık ambargodan mı oldu, ambargoyu bahane ederek Saddam Hüseyin’in koyduğu kısıtlar yüzünden mi bilmiyoruz. Ama ilaç, besin kıtlığı ortaya çıktı. İnsanların sağlığı bozuldu…

ÖM: Bu seyreltilmiş uranyumdan BM raporlarında da var ki, çok sayıda kanser vb. hastalıklar oluyor, ayrıca ambargonun da başlı başına bir etkisi var. Saddam da ayrı bir başbelası olduğu için kümülatif bir etki vardır herhalde.

HE: Evet, sonuçta Irak’ta yaşayan insanlar açısından baktığımızdan bunun analitik sonuçları çok ilginç değil. Gelirleri, refahları müthiş bir biçimde düşmüş durumdalar.

ÖM: Kolay kolay hesaplanamayan çevre yıkımını da hesaba katmamız lazım, o da çok önemli.

HE: Tabii. Zaten bence karşılaştığımız en önemli sorunlardan bir tanesi bu. Hiç olmazsa beni korkutuyor. Irak yönetimi ‘tamam biz bu dünyadan gidiyoruz o halde geriye de bir şey bırakmayalım havası’nda çevre yıkımına yol açabilecek davranışlarda kasten bulunabilir mi? Geçmişte buna benzer davranışları oldu da…

ÖM: CIA raporlarında Ekim ayında açıkça ortaya konmuştu böyle bir büyük tehlike daha olabileceği. Hem çevre açısından hem terörün, kitle imha silahlarının özel ellere geçmesi, ki o da artık çevreyi değil bütün canlıları da tamamen tahrip edebilecek bir olay olarak görünüyor.

HE: Dolayısıyla biraz önce “güneydeki komşumuza gidersek ekonomimizi düzeltiriz!” diye şaka etmiştin ya…Pek öyle görünmüyor. Orada yaşayan insanların durumu çok daha kötü görünüyor.

Üstelik, Irak’ın iktisadi yapısının da toplumsal refahı artırma peşinde olan bir düzeninkine dönüşmesi kolay bir işe benzemiyor.

ÖM: Biraz konunun sınırlarını zorlayarak da olsa, vurmanın altyapı tesislerini, su ve sağlık tesislerini de hedef alacağına dair raporlar da çıktığı için bunun toplumun artık ekonomi değil, tümüyle her yönden çökmesine yol açacağı tehlikesinden de bahsediliyor.

Güdümlü füzelerin maliyeti düştü

HE: Benim okuduğum bazı yazılarda sonucun 1991’deki gibi olmaması sağlanacaktır deniyor. Çünkü 1991’de havadan yapılan bombardıman sonucunda isteyerek veya istemeyerek altyapı büyük ölçüde tahrip edildi.

“İstemeyerek” kısmı güdümlü silahların kullanımındaki sınırlılıktan kaynaklanıyordu. Bu defa, özellikle uzaydan güdümlenebilen silahları kullanarak nokta atış yapılması ve bunun da askeri hedeflerle sınırlı olması bekleniyor. Böylelikle altyapıya fazla hasar verilmemesi sağlanacak. Bunun da basit bir mantıklaması var: “Altyapıyı yıkarsak, hem suçlanacağız hem de yeniden yapılanma maliyeti çok yükselecek; her iki sorumluluk da bize düşecek.” Bu yüzden geçen savaşın tam tersine güdümlü silah kullanımına büyük ağırlık verilecek. (1991 savaşında toplam silah kullanımının sadece % 7'si güdümlü idi) Olabildiğince sadece askeri hedeflere yönelinmesi, halkın değil askerlerin moralinin bozulmasının amaçlandığı anlaşılıyor.

ÖM: Bağdat hesabı bu da, -senin diğer ilgi alanına girdiği için soruyorum- 1991’deki 1. Körfez savaşında çok yüksek oranda akıllı füze kullanıldığını açıklamıştı Baba Bush, sonradan, belki de yıllar sonra bunun böyle olmadığı ve sonunda senin de az önce telaffuz ettiğin ve Ramsey Clark’ın da açıkladığı şekilde %7 gibi. Halbuki %60’lar civarında verildiğini gayet net olarak hatırlıyorum. Dolayısı ile aradan geçen 11-12 yıl içinde teknoloji bu kadar değişmiş ve geliştirilmiş olabilir mi?

HE: Evet. Oran doğru. Şimdi vereceğim rakamları atıyorum ama oranlar kabaca doğru. 1991’de kullanılan nokta atış yapabilen silahlar uçaktan kontrol ediliyordu. Bunların maliyeti -diyelim ki- 20 bin dolar idi. Şimdiki teknoloji ise değişik. Uzaydan silah kontrol ediliyor. Bunun iki avantajı var. Bir tanesi uzaydan kontrol edildiği için hava koşullarından etkilenmiyor ya da çok az etkileniyor ve çok daha başarılı oluyor. Attığınız füzeyi kontrol edemediğinizden dolayı olabilecek hata olasılığı burada çok daha az. Ama daha önemlisi maliyeti 2000 dolar bu silahların. Yani eski tip silahların 1/10’u…O yüzden kullanılabilir.

1991’de sırf pahalı diye atmadılar demek istemiyorum. Belki ellerinde de yeterince bu tip silah yoktu. O zaman bunlar daha yeniydi… Örneğin ben Körfez Savaşı sırasında “seyir füzeleri bitiyor galiba” diye yazıldığını anımsıyorum.

Sonuç olarak ABD’nin noktayı hedefleyen silahları kullanma yeteneği şimdi hem daha fazla hem de bu yola gitmenin maliyeti daha düşük.

ÖM: Burada iki başka soru geliyor akla; Irak’ın televizyon haberlerinde izlediğimiz kadarı ile bütün halkın silahlandırılmış olduğu, dolayısı ile sivil hedefleri vurmazlarsa bu sefer de felaket gerilla işleri olabilir, kanlı sokak çatışmalarına gidilebilir. İkincisi de ABD’nin daima askeri hedefleri vurma niyeti olduğunu da peşinen kabul ediyoruz tabii.

HE: Buna uymağa gayret edecektir. Sivillere verilen zararın propaganda aracı olarak çok etkili bir biçimde kullanılabildiğini gördü. Bence Colin Powell’ın konuşması, bunun farkında olan bir kadronun hazırladığı biçimdeydi. Irak’ın konvansiyonel veya alışılagelmiş ordusu üzerine bir şey söylemedi. Hep asimetrik savaşta olabilecek şeyler, biyolojik, kimyasal silah kapasitesi üzerinde durdu. Diğer taraftan, füze ve benzeri silah taşıyıcılara ilişkin de fazla birşey söylemedi. (Bir iki ilginç nokta dışında) Söylediği şuydu: Irak’ın asimetrik savaş yapabilecek kapasitesi var ve bir gün yönetim çıkarı gereği teröristlerle de işbirliği yapabilir. Bunun engellenmesi gerekir.

Colin Powell’e göre askeri müdahale zorunluğunun gerekçesi bu bence. Ama bu kolay bir iş mi. O kadar açık değil. Çünkü Irak yönetimine şu ya da bu nedenle inanmış ya da bağlı olanlarla şehir içi çatışmaya girmenin maliyeti epeyce çok.

(6 Şubat 2003 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)