Ekonomi Notları: Dövizin durumu ve kur riski

-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Notları – 69

 

Ömer Madra: Döviz kuruna, Türkiye’de pek çok kişinin kafasını meşgul eden bu soruna, Merkez Bankası’nın niye müdahale ettiği ya da etmediği, etmesi gerekebilir mi konusuna devam edelim istersen?

 

Hasan Ersel: Bir kısa hatırlatma yapayım, şöyle bir şeyden bahsediyordum; bunun bir iktisadi nedeni vardır ona bakmak lazım, kur niye hareket ediyor diye. Hafif polisiye hikâyeler yazarak bu iş olmaz, filan yerden paralar gelmiş, vs. diye olmaz. Ekonomideki birimlerin davranışlarına bakmak lazım.

 

ÖM: Ve sistemin çalışmasının incelenmesinin gerektiğini de söylemiştin daha önce zaten.

 

HE: O konuşmayı yaptığımızdan bu yana ben biraz daha çalıştım. Bakınca bazı olaylarda biraraya gelmiş olduğunu gördüm, birbirleri ile ilgili olmayan olaylar da biraraya geliyor, onu açıklayayım. Bir kere bazı insanlar döviz satmak zorunda Türkiye’de. Bununla kastettiğim şu: 2001 yılında ekonomide büyük bir şok yaşandı, gelir düştü, ondan sonra insanlar tüketimlerini çok kıstılar, kısmak zorunda kaldılar. İki nedenle bunu yaptılar: Birincisi; gelirleri düştü. İkincisi; ileride işsiz kalma olasılığı çok yükseldi herkesin kafasında, bir kısım insanlar işsiz kaldı. Tabii onların geliri çok düştü, belki de sıfır oldu. Bir kısım insan için ise; işini kaybetmedi, geliri düştü ama “işimi kaybedebilirim” korkusu geldi. Bu faktörlerin etkisi harcamaların kısılmasıdır ve kısılan harcamalar belki önce lüks harcamalar olabilir ama, sonra da bazı zaruri harcamalar da ertelenir. Bu hem aileler için doğrudur, kendi yaşantımıza bakarsak da görürüz, hem de şirketler için doğrudur, küçük şirketler için doğrudur. “Şunu yapacağıma, aman ne olur ne olmaz, belki işler kötüye gider, şu arada dursun o parayı harcamayalım” diyebilirler.

 

2003’e geldiğimizde bu tür karar almış olanlar açısından değişik bir ortam ortaya çıkmaya başladı. İşler yavaş yavaş oturmaya başladı, ilerisi ile ilgili de manzara fena değil. Belki çok aşırı bir iyimserlik sardı bir ara ortalığı ama onu iskonto etseniz de, “ileriye nasıl bakıyorsunuz?” dediğinizde pozitif bakma eğilim daha da arttı. Böyle olunca bu ertelenmiş harcamaların, hiç olmazsa zaruri olanlarının yapılması için bir eğilim belirdi. Yalnız gelir hâlâ 2001 öncesi düzeyde değil ama, siz 2001 öncesi harcama düzeyinizi, tüketim düzeyinizi tutturmak istiyorsanız, kaynağa ihtiyacınız var.

 

ÖM: 2001 ekonomik krizinin etkilerinin günümüzde azalarak da olsa devam etmekte olduğu varsayımını da yapıyoruz burada, değil mi?

 

HE: Gayet tabii, daha da devam edecek. 2001 gibi bir kriz, örneğin inşaat sektöründe daha da etkisini gösterecektir; tabii azalarak hissedilecektir ama etkisini gösterecektir. Bu tür krizler küçük olaylar değildir, kalıcı etki yaratan olaylardır, onu da unutmamak lazım. 2001 krizi öyle unutulabilecek bir şey değil. Peki şimdi böyle bir insansınız; bir zaruri harcamaya ihtiyacınız var, sizin zaruri gördüğünüz bir harcamaya ihtiyacınız var, geliriniz yetmiyor. Akla ilk gelen “gideyim kredi alayım” demektir. Ama Türkiye’de bu mekanizma aslında yok, daha doğrusu çok kısıtlı var.

Şunu demek istiyorum, bankaların sunabildikleri tüketici kredileri çok sınırlı ya da böyle bir insan için pahalı sayılabilir. Örnek vereyim: DİE’nin milli gelir tahminlerine göre -2003 yılının ilk 6 aylık döneminde- Türkiye’de özel tüketim 36 katrilyon lira olmuş, yani bizlerin tüketimi. Bunu finanse etmek için geliriniz, hadi bir de kredi aldınız diyelim, kredi ne kadar? Tüketici kredisi sadece 1 katrilyon lira. Yani 36 katrilyonluk tüketim olmuş bu dönemde ve açılan yeni kredi miktarı 1 katrilyon.

 

Döviz arzı nereden geliyor?

 

ÖM: 36’da biri.

 

HE: Yani banka sisteminin olanakları bu tüketimi desteklemede pek önemli bir unsur değil. Bir de tarif ettiğim insan grubu bu açıdan, yani bankadan kredi almak açısından en avantajlı olanlar değil zaten. Öyle olunca elindeki varlıklarının bir kısmını nakde çevirip onun da bu tüketimini almak isteyecek. Bu durumda da insanların varlıkları nelerdir? TL mevduatı vardır, dövizi vardır, devlet tahvili olabilir, bir de evi, arsası vardır. Tabii ki bunlardan en kolay nakde çevrilebilir olanına geçer, o da dövizdir. Nitekim bankalarda bizim gözlediğimiz, döviz satışları büyük miktarlarda, büyük çeklerle gönderilen paralar değil, daha çok küçük miktarda ve banknotlar, 500-1000 dolar bozduruyor, 50 dolar bozduruyor, vs. Demek ki bu tür insanlardan bir giriş var.

 

İkinci nokta: biz turizm mevsimindeydik –bunun bu anlattıklarımla hiç ilgisi yok, tamamen başka bir olay- bu dönemde ülkemize turistler geliyor, tabii turistler para harcıyor, bunların bir kısmı otel ücreti, vs. gibi kredi kartıyla ya da başka yollarla ödese bile gidip bir şey aldığı zaman banknotu çıkarıp verebilir. Firmalar da bunu elinde pek tutmuyor. İki nedenle tutmuyor, bir kere gereğinden fazla dövizi ne yapsın. İkinci dediğim faktör firmalar için de geçerli, onların da o parayı verip, TL’yi alıp, tamirattı, vs. birşeyler yapma ihtiyacı olabilir, onlar da onu elden çıkarıyorlar.

 

Üçüncü olarak dış ticaret hacmimizde bir genişleme var. Mesela Irak olayı deniyor, ama bunu söyleyenler Irak’tan ne kadar para geldiği konusunda ciddi bir şey söylemiyorlar. Banka kayıtlarına da baktığınızda Irak sınırındaki ticaretin canlanmasından doğan bir döviz girişi var ama, öyle çok müthiş bir şey olduğu da yok orada.

 

ÖM: Bu çok önemli bir nokta. Son zamanlarda en azından dedikodu ya da rivayet düzeyinde en çok konuşulan, gündeme gelen konulardan biri Irak’la yapılan bu sınır ticaretinde Türkiye’den giden TIR’ların konvoylar oluşturduğu ve büyük bir ticaret hacmi yaratıldığı ve bir gelir getireceği.

 

HE: Ticaretin arttığı doğru. Bu ticaretin artmasının bir miktar döviz girişine yol açacağı da doğru. Nitekim rakamlardan da bunu görmek mümkün, buralarda bir miktar artış var. Yalnız bütün olayı bununla açıklamaya kalkınca olmuyor. Çünkü o ticaretin yaratacağı döviz miktarı belli bir şey, üstelik bahsettiğimiz olayın piyasalarda etkili olabilecek şekilde olması lazım, değil mi? Ben mesele dövizle mal satsam, karşılığında biri bana döviz verse, ben de o dövizi elimde tutsam hiçbir şey değişmez. Bu dövizin bir yere gelmesi, piyasalara gitmesi lazım. Onun için bankaların topladığı döviz rakamları önemli. Benim bilebildiğim kadarı ile rakamlar bu bölgeden döviz girişinde bir artış gösteriyor fakat, öyle muhteşem bir sıçrama olduğu, herşeyi altüst ettiği, vs. gibi bir şey de yok.

 

İkinci bir olgu daha var. Ben ihtiyacım olduğu için döviz satsam veya turist getirdi, ben de aldım, yine satıyorum ya da Irak’tan gelen satıyor, bu bir ikinci hareketi de canlandırıyor... dövizi kim alır? Türkiye’de girdiğimiz ortamda dövize çok ihtiyacı olan devlet dışında kimse yok. Bankaların açık pozisyonları az, eskiden çoktu şimdi az ve her zaman kapatabilecekleri makul bir durumda. Zaten bunu fazla açsalar Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu ikaz eder “yapamazsınız” der, kurallar var. Dolayısıyla bankacılık sisteminin özel bir döviz hevesi yok. İkinci olarak, insanlar, hane halkları, bizim gibi insanlar aslında döviz bakımından zengin durumdalar. Yani döviz borçları yok ama döviz tutuyorlar, ya da döviz tevdiat hesapları var, onların da özel bir döviz merakı yok.

İthalatçının gayet tabii dövize ihtiyacı var her zaman olduğu gibi. Bir de devletin ihtiyacı olabilir, çünkü devletin döviz borcu çok ama devlet de o döviz borcunu aşağı indirebilmek için TL verebilecek kadar zengin değil. Dolayısıyla onun da piyasa girip, piyasayı altüst edecek bir döviz alması mümkün değil. Dolayısıyla ortalıkta döviz talep eden pek o kadar yok. Böyle olunca da fiyat düşüyor. Döviz kuru reel olarak düşüyor, yani bazı ufak artışlar gösteriyor ama fiyatlar daha hızlı artıyor. Böyle olunca da elinizde tuttuğunuz bir varlığın değerinin düştüğünü hissedince, ondan bir an evvel kurtulmak istersiniz.

 

Türk bankacılık sistemi riski bölüşebilecek mali güçte değil

 

ÖM: O zaman bir döviz arzı, fazlası oluyor.

 

HE: O da döviz arzını teşvik ediyor. Bir malın fiyatı düşüyorsa, alıcıysanız dersiniz ki: “Bekleyeyim, daha sonra alırım.” Talebi de bu kısıyor. Bu ikinci dalga da, az önce anlattıklarımın üzerine binince ekonomide bir döviz fazlası oluşuyor, döviz sunumunda bir fazla oluşuyor.

 

ÖM: Evet, döviz arzı fazlası.

 

HE: Merkez Bankası ne yapsın? Bakın ilk anlattığım olaya Merkez Bankası ne yapacak? Benim param yok, paraya ihtiyacım var, Merkez Bankası’nın ona yapabileceği bir şey yok, ben o yüzden satıyorum, o hiçbir şekilde engellenemez. Dikkat ederseniz ben spekülasyon yapmak, sıcak para, soğuk para, vs. meselesi değil, ben harcama düzeyimi sürdürmek ya da firmamın ihtiyacı olan şeyleri almak, korumak ya da yapmak için para harcıyorum, bunun için de bu kaynağı kullanıyorum. Buna yapacak fazla bir şey yok.

Bu durumda geriye ne kalıyor? Kurlar biraz istikrarlı olursa, bu benim anlattığım ikinci dalga olmaz, evet tahminim öyle. Merkez Bankası gibi bir alıcı piyasada olur, kurların istikrarlı olmasını sağlayabilirse o zaman hakikaten portföy tercihim nedeni ile satışlardan uzaklaşırım. Şunu da unutmayalım; Türkiye açık ekonomi. Aynı zamanda da kaynak girişi oluyor, görüyor ki; Türkiye’ye dövizle girdiğinizde TL işlemleri yapıp tekrardan onu dövize çevirip çıktığınızda kazanmak mümkündür; sıcak para denilen şey bu. Öyle de bir giriş var ama bu rakam çok büyük bir rakam değil, yani Türkiye’de bu birkaç milyar dolar civarında, 2-3 milyar dolar civarında olduğu tahmin edilen bir şey. Türkiye’ye o kadar büyük, ortalığı altüst edecek bir miktarda para da girmiyor. Şunu demek istiyorum: “Sıcak para geldi, bunu yaptı” diyenler var, bunu bana atfedenler de var ama, bu doğru değil.

 

ÖM: Nasıl atfediyorlar?

 

HE: Benim öyle söylediğime dair bir söylenti çıktı ama, ben öyle bir şey söylemedim. Ama bu yoktur da değil, böyle bir ekonomide olur, fakat olayı yaratacak güçte değil şu anda Türkiye ekonomisinde. Krize girip bu kadar sıkıntı çeken bir ekonomiye tekrardan parayla girer misiniz kolay kolay? Biraz beklersiniz, ortam da böyle bir ortam. Böyle olunca olaya biraz bakmak lazım, mesela ben döviz satmayı ne zaman keserim Hasan olarak? Paraya ihtiyacım var, gelirim artmaya başlayıp, kendi gelirimle ihtiyacım olan tüketimi karşılayabilir ya da açığımı zaten karşıladıysam; mesela buzdolabım bozulmuştur, buzdolabı aldım, bunun için dövizlerimi sattım, ertesi ay bir daha buzdolabı almayacağıma göre bir daha satmam. Dolayısıyla gelir artışı bu ilk söylediğim kategoriyi törpüleyecektir.

Turizm mevsimi geçiyor, turizmden gelen döviz arzı azalacaktır ama inşallah ihracattan gelen azalmayacaktır, o da devam edecektir gayet tabii. Dolayısıyla bu olayın ekonomi kısmına baktıktan sonra dönmemiz gerekiyor. Ama benim vurgulamak istediğim bir başka konu var: Dikkat ederseniz bu olayda bankacılık sisteminin davranışı konusunda hemen hemen hiçbir şey söylemedim, söylediğim yerde de “bankanın dövize ihtiyacı yok” dedim. Bu nokta önemli. Ortalıkta bir döviz riski, kur riski doğuyor; bankaların, mali sistemin bu riski hafifletici davranışlar içine girmesi, kontratlar yapması beklenir. Oysa Türk bankacılık sistemi böyle bir bağıt yapıp, böyle bir riski bölüşebilecek mali güçte değil.

 

ÖM: Kapasitesi müsait değil.

 

HE: Onun için tarafsız kalıyor. Bu nokta çok önemli. Bunun şu anda bir faciaya yol açtığını söyleyemeyeceğim ama bir noktaya dikkat çekmek istiyorum: Kur riskinin yükselmesine yol açıyor ve bankacılık sisteminin zayıf olduğu sürece kurlardaki hareketler reel sektörde, hane halkı üzerinde büyük etki yaratabilir, çünkü bankacılık kesimi bunu yavaşlatıcı bir güce sahip değil. O yüzden de bu olayı böyle “Merkez Bankası şöyle yapsın, böyle yapsın”la bugünü atlatsak bile –ondan da emin değilim ama- yarın bu problemle yine karşılaşabiliriz, bankacılık sistemimizi, mali sistemimizi güçlendirmezsek.

 

ÖM: Yani dönüp dolaşıp tekrar aynı noktaya, mali sistemin güçlendirilmesinin birinci ve kesin öncelik olduğunu söylemiş oluyoruz.

 

HE: Tabii, ben biraz saplantılıyım. Ne yapalım, o sistemde çalışıyorum.

 

ÖM: Evet saplantı, sağlık saplantısı diyebiliriz buna, oldukça ilginç. Yani buradaki bütün daha önce konuştuğumuz noktaların da bir özeti şeklinde bir konuşma oldu. Semptomatik diyebileceğimiz asıl sebebe yönelik değil de, görünürdeki bazı rahatsızlıkları tedavi etmeye yönelik bir yaklaşımın egemen olmasından kaçınmak gerektiğini anlıyorum ben bundan.

 

HE: Evet, onu demek istiyorum zaten.

 

(2 Ekim 2003 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)