Eko Notları: Petrol arzı talebinden fazla

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Notları – 54

 

Ömer Madra: Dünya ekonomisi üzerinde biraz konuşma fırsatı bulacağız... Uluslararası mali iktisadi bir toplantıya da katıldın, oradaki izlenimlerinin de ışığında ne olup bittiği konusunda genel olarak konuşabiliriz herhalde?

 

Hasan Ersel: International Institute of Finance (IIF) adlı bankaların kurduğu özel bir kuruluş var. Kooperatif gibi bir kurum. Bir benzetme yapmak gerekirse, Uluslararası Para Fonu’nun özeli. Dünya ekonomilerinde, özellikle de gelişmekte olan ülkelerde neler olup neler bittiğini inceliyor ve üye bankalara değerlendirme raporları sunuyor. IMF üye devletleri bilgilendiriyorsa, bu kuruluş da üye bankaları bilgilendiriyor. Zaman içinde etkisi çok artan bir kuruluş haline geldi, saygınlık edindi. Toplantılarına ülkelerin maliye bakanlarını, merkez bankası başkanlarını davet ediyor, onları dinleme fırsatı doğuyor. Hatta bu toplantıda olduğu gibi devlet başkanları bile gelebiliyor. Bu toplantıya Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Klaus geldi, çok güzel bir konuşma da yaptı. Onun için insan iki gün doktora seminerine girmiş gibi bir yığın şey duyuyor, bazılarını öğreniyor bazılarını yarı algılıyor. Ben çok yararlanıyorum, bu defa da öyle oldu.

 

Toplantıda dünya ekonomisi tartışıldı, sonra bölgeler tartışıldı, Avrupa’nın gelişmekte olan ülkeleri tartışıldı. Tabii yıldız ülke Türkiye de tartışıldı. Problem çıkarınca yıldız oluyorsunuz! Pek hayırlı bir şey değil yıldız olmak anlayacağınız…Örneğin ben Yunanistan’ın tartışıldığını hiç görmedim, belli bir çizgide gidiyor, tartışacak bir şey yok, ama Türkiye hep yıldız… Doğal olarak ABD de tartışılıyor, ama farklı bir nedenle: dünyayı çok etkilediği için.Petrol arzı talebinden fazla

 

Ben önce petrol fiyatlarına değineyim, dün veya bir önceki gün OPEC’in bir kararı vardı. Kotaları değiştirmiyor, üretim miktarı değiştirmiyor… Bunun ne anlama geldiğini görebilmek için ne olup ne bittiğine bakmak gerekir. Irak krizi döneminde (kriz dememin nedeni savaş öncesi gelişmelerle birlikte ele almak istemem) dünyada ciddi bir petrol şoku yaşanmadı. Bunun önemli bir nedeni S.Arabistan’ın üretimini arttırabilmesiydi. Bu, S.Arabistan’ın üretim kapasitesi ile ilişkilendirildi. Ancak, birazdan da değineceğim gibi S.Arabistan’ın kapasitesi üretimi artırma yönünde esnek, ama azaltma yönünde değil. Sonuç olarak bugün olaylar bittikten sonra şunu görüyoruz, petrol fiyatları düştü ve dünyada petrol sunum fazlası ortaya çıktı. Dikkatinizi çekerim Irak daha üretime başlamış değil. Bu sunum fazlasının nedeni Irak değil…

 

Şu anda petrolde sunum fazlası var. Yani petrol istemi sunumundan daha az. Bunun birkaç nedeni var, bir tanesi kuzey yarım küre yaz mevsimine girdi, ısınma için daha az petrol kullanılıyor. Ama bunun ötesinde kalıcı gibi görünen bir gelişme daha var. Petrol üretimi artıyor ve bunun içerisinde OPEC’in -petrol üreticileri birliği- payı düşüyor. OPEC artık ‘bazı petrol üreticilerinin birliği’ oldu. Şu anda OPEC dışı üretimin toplam içindeki payı %50’ye doğru yaklaşıyor. Bu çok önemli bir gelişme.

 

ÖM: Bütün yapıyı fevkalade değiştirecek bir gelişme tabii.

 

HE: Bu durumda petrol fiyatlarının bu yıl bir miktar daha düşeceği tahmin ediliyor. Orta vadeye bakıldığında bu eğilim sürecek gibi. Dolayısıyla petrol üreten ülkeler açısından bir sorun var, bunun altını çizmek lazım. Doğal olarak petrol tüketen ülkeler açısından bir rahatlama söz konusu.

 

ÖM: Tabii bu bütün dünya için de bambaşka bir sorunu beraberinde getirebilir, bu fosil yakıt tüketimi kolaylaşınca, ucuzlayınca da küresel iklim değişikliği, küresel ısınma yönünde daha da kötüye gidebilecek anlamına geliyor. Bu da işin öbür yönü.

 

HE: Zaten, petrol tüketenlerin bu konuda fazla kaygıları yok galiba… Senin kaygın var anlaşılan…

 

ÖM: Evet.

 

HE: Kyoto, vs. kimse ilgilenmiyor.

 

ÖM: Ben onlar adına da ilgileniyorum.

 

HE: Dediğin doğru, çok da önemli, hakikaten petrolde bir kıtlık olsa belki başka seçenekleri zorlayacak teknolojik araştırmalara yönelinir, teknolojiyi geliştirmeye daha önem verilirdi. Ama bu durumda böyle araştırmaları yapmak için çok fazla neden yok.

 

ÖM: Evet, alternatif aranmıyor.

 

ABD ekonomisinin durumu

 

HE: Haklısın. Peki bu ortamda dünya ekonomisi nasıl hareket ediyor? Dünya ekonomini hareket ettiren güce bakmak lazım, ki bu ABD. Toplantıda şöyle bir rakam verildi: Son 10 yılda dünya ekonomisindeki büyümeye ABD’nin katkısı % 63. Buna karşılık Avrupa’nınki ise sadece % 8. Bu çok önemli: ABD hem kendisi büyüyor, hem de büyümesi başka ülkelerin büyümesini de etkiliyor. ABD büyüdüğü için girdi istemi artıyor, bu da o girdileri satın aldığı ülkede (diyelim ki Japonya) üretim artışına yol açıyor. İşte bütün bunları hesaba kattığınızda dünya büyümesine katkı ortaya çıkıyor. Görünen Avrupa’nın bencil bir büyüme yolunda olduğu… Buna karşılık ABD’nin ise küresel ortamı etkileyen bir büyüme modelini benimsemiş görünüyor. Bu iyi ya da kötü olarak yorumlanabilir fakat çok önemli bir nokta olduğu açık.

 

ABD’nin büyümesinden çok etkilenenlerin başında da Avrupa geliyor. Böyle olunca ABD’nin büyüme performansı aşağı yukarı kaderimizi belirliyor gibi… Son olaylar bu açıdan bir değişiklik yapmış değil. ABD büyürse yine dünya ekonomisinin büyümesini artırıcı etki yapacak. Tabii bu katkı her ülke için aynı olacak demek istemiyorum. ABD’nin büyümesi Avrupa’nın büyümesi üzerinde çok olumlu etki yaratır da Sahra-altı Afrika üzerinde pek etkili olmayabilir.

 

ABD ekonomisinden gelen sinyaller ise ilginç. Gelecekle ilgili bekleyişler olumluya döndü, ama mevcut durum o kadar iyi değil. Şu anda işsizlik oranı, yanılmıyorsam, yakın dönemlerin en yüksek rakamı: % 6.1, kapasite kullanımı halen düşük. Yatırımlarda gözlenen sadece düşme hızının azalması. Bunlar o kadar olumlu sonuçlar değil. Ama güven göstergeleri olumluya döndü. Mart sonundan bu yana hisse senedi fiyatları artıyor. ABD’nin 2003’de % 2.4 büyüyeceği öngörülüyor. Bunun anlamı yılın ikinci yarısında büyüme hızının % 3’ün üzerine çıkacağı. İlk çeyrekteki adam başına harcanabilir gelir (ekonomiyi canlandırmada önemli bir kategori) % 2.5 olarak açıklanmıştı. Ancak bu rakama ilişkin bir düzeltme yapıldı: % 2.9’a çıkarıldı. 

 

Amerika’da çok önemli bir gösterge kişisel borç yükü: Burada ilginç bir gelişme var. Borcun ana parası yükseliyor. Yani kişiler borçlanıyorlar. Ama ama faiz ödemelerinde çok ciddi düşüşler var, çünkü faizler çok düştü. Dolayısıyla, ABD’de konut alımı gibi faaliyetlerdeki canlanmanın sürmesi bekleniyor.

 

Toplantıda Avrupa için benzer bir iyimser tablo ortaya konulmadı. Avrupa için büyüme tahmini % 0.8. Bunun bir sonucu ABD’nin cari açığını düşüremeyeceği, çünkü dünyanın kalanından (özellikle de Avrupa’dan) hızlı büyüyor. Daha hızlı büyüdüğü için daha fazla girdi alıyor, buna karşılık Avrupa o kadar hızlı büyümediği için onun ABD’den ithalatı sınırlı kalıyor. ABD’den katılan iktisatçılar, bu ülkenin cari açığına bu biçimde bir açıklama getirerek “ABD’nin bunda pek günahı yok” demiş oldular. Yalnız “hiç günahı yoktur” demediler, ABD’deki kamu açıkları bilinen bir konu. Amerika’da durum böyle.

 

Babacan'ın konuşması biraz boşa gitti

 

Türkiye’ye ilişkin tartışmaya girmeyeyim. Sadece bir konuya değineyim. Devlet Bakanı Sayın Babacan da konuşmacıydı. Türkiye ile ilgili bir konuşma yaptı, ama konuşmasında daha çok üzerinde durduğu şey şu andaki durum ve iktisat politikaları değil, Türkiye-AB ilişkileri idi.

 

ÖM: Bu da toplantının konusu ile tam bir uyum halinde değil galiba?

 

HE: Benim yorumum öyle. Gerçi bunu yargılamak zor ama bana sorarsanız –ben 10 yıldır bu toplantılara katılıyorum- ben Sayın Bakanın toplantının niteliği konusunda iyi bilgilendirilmediğini düşünüyorum. Bu toplantıya katılanlar bankacılardır, “İktisat politikalarınızın durumu nedir, ne yapmayı düşünüyorsunuz?” sorularının yanıtlarıyla daha çok ilgililerdir. Bence bakana bu şekilde bilgi verilip ona göre bir sunum yapması sağlanmalıydı. Bakanın her gittiği toplantıda karşısındakilerin kim olduğunu bilmesi beklenemez.

 

Bence, Türkiye için iyi bir fırsattı, biraz boşa gitti gibi. Ama bir yanlış anlamaya yol açmayayım. Bakanın konuşması kötüydü, ya da yanlış şeyler söyledi demiyorum. Bakan güzel konuştu, salondakiler efendice dinledi. Ama zihinlerde yer etmedi. Nitekim toplantı sonrasında bana Türkiye ekonomisi ile ilgili soru soranlar, bakanın konuşmasına değil IIF’in Avrupa direktörü Jeff Anderson’un (kanımca çok güzel olan) sunumuna gönderme yaptılar. Vurgulamak istediğim konu bu. Yoksa tabii ki AB’nin evrensel normları ifade ettiğini ve Türkiye’nin AB’ye katılma kararlılığını Bakanın vurgulamış olmasını olumlu karşılıyorum. Başka bir deyişle, Bakanın konuşması bulunduğu ortamın dışına çıkarıldığı zaman iyi bir konuşmaydı.

 

Avrupa Merkez Bankası tartışılıyor

 

ÖM: İlginç. Bu arada senin söylediklerin doğrultusunda Joseph Stiglitz’in de bir yazısı Guardian’da yayımlandı. Bağımsız merkez bankalarının esas olarak, sadece fiyat stabilitesi, istikrarı üzerinde durmaları, amansızca bunu kovalamaları ve ekonomik büyüme ve istihdam sorunlarıyla ilgilenmemelerinin çok ciddi bir hata olduğunu yazıyor. Avrupa’daki ekonomik çıkmazın da Avrupa Merkez Bankası’nın, kendini bu dar yetki alanı içinde tutup, sadece bu meseleye, fiyat stabilitesine odaklamasından kaynaklandığını söylüyor.

 

HE: Bu konuyu istersen ileride bir gün ele alalım. Çünkü karmaşık bir konu. Avrupa Merkez Bankası sonuçta –biraz abartarak söylüyorum– Bundesbank modelinin Avrupa’ya genelleştirilmesidir. (Belki Fransızlar bu ifadeyi duyarsa kızarlar; ama bu söylediğimde bir gerçek payı olduğunu düşünüyorum.) Bundesbank modeli ile Amerikan Federal Reserve modeli arasında, yasal yapılarına baktığınızda, çok önemli bir fark vardır. Bundesbank modeli Alman enflasyonuna karşı olan kaygıları yansıtan bir anlayışa oturtulmuştur ve Bundesbank’ın tek görevi enflasyon faciasını engellemektir. Çünkü Almanya büyük bir trajedi yaşadı biliyorsun, hatta birinci trajedinin (Weimar Cumhuriyeti zamanındaki enflasyon) sonucu da daha büyük bir trajediyi (Nazi dönemi) doğurdu.. Buna mukabil ABD’nin Federal Reserve yasası, 1930 buhranına, yani durgunluk olayına tepki olarak yapıldığı için bu bankanın istihdamı kollama görevi vardır.

 

ÖM: Tam da bunu söylüyor Stiglitz, FED’in “çok daha geniş bir alanı var, sadece bu enflasyonla uğraşma değil, onun çok ötesinde istihdam gibi konuları içermeli. Bu konuda ABD’de hâlâ konsensüs vardır, merkez bankasının görevleri konusunda oydaşma vardır ve bu sistem çalışıyor,” diyor.

 

HE: O son söylediğin noktada bir tartışma daha var, acaba merkez bankası teknik açıdan bunu yapmaya muktedir midir? Öyle bir merkez bankası düşünelim ki, hem istihdam, büyüme, hem de fiyat istikrarı ile ilgili karar alabilecek güçte olsun. Buna karşı da güçlü bir ekol var, diyor ki “Bu teknik bakımdan mümkün değildir.” O yüzden bunu başka bir zaman tartışalım diyorum. Çapraşık bir konu. Farklı yaklaşımlar da var: örneğin merkez bankaları büyüme hedefini gözönüne alarak enflasyonla uğraşsın, yani büyümeyi amaç olarak değil, kısıt olarak düşünsün gibi…

 

ÖM: Çünkü demokrasi meselelerini de içeren önemli bir boyutu da var aslında.

 

HE: Doğrudur, merkez bankası seçilmemiş, tayin edilmiş bir başkanın emri altında çalışır. Ama büyüme, istihdam gibi alanlara el atarsa seçilmişin taahhütlerine karışmış olur. Örneğin, merkez bankası başkanı “Hayır, büyüme % 4 olmaz, % 3 olur” derse başbakan ne yapacak? Bizde ne olacağı açık, merkez bankası başkanı görevden alınır da... Amerika’da ne olacak?

 

ÖM: Yani bunun kolay cevapları yok ama pek çok ülkede alternatifler üzerine demokratik tartışmaya da yer bırakılmıyor, Stiglitz de “çok vahim” diyor.

 

Suudi Arabistan sürekli açık veriyor

 

HE: Ben biraz da S. Arabistan’dan bahsetmek istiyorum. Bunun bir nedeni son zamanlarda duyduğum bazı dedikodular: deniyor ki S. Arabistan Türkiye’ye önemli mali destek verecek. Dedikoduların ciddiyetini ya da nedenini bir an için bir tarafa bırakalım. Acaba S. Arabistanın bunu yapabilecek rahatlığı var mı?

 

S. Arabistan'da son 20 yıldır adam başına geliri sabit…Bir anlamda durağan bir ekonomi. Tabii hiç büyümüyor değil ama, nüfusu hızlı artıyor: % 3.5. Dünyada en hızlı nüfus artışı olan ülkelerden birisi. İşsizlik hızla artıyor. Bu ülkenin iç borcunun milli gelire olan oranı şu anda % 99.

 

Mustafa Arslantunalı: O ne demek?

 

HE: Yani, S.Arabistan bütçesi sürekli ciddi açık veriyor. İktisat politikasında önemli değişiklikler gerekiyor. Bu ekonomide kamu kesiminin hızlı bir şekilde daraltılması lazım. Devlet pek çok işe karışıyor. Yardım ediyor, destek veriyor vs. Belki kötü birşey yapmıyor ama, bunu karşılayacak gelir elde edemiyor. Sistemde benim bildiğim kadarı ile ciddi bir vergi tabanı yok, daha çok petrol gelirlerine dayanıyor. Bunun yanı sıra, bildiğiniz gibi, ülkenin siyasal problemleri var. Bir siyasal yeniden yapılanma gereğinden söz ediliyor.

 

Dolayısıyla söylenenin tam tersine S. Arabistan iktisadi açıdan bu bölgede en sorunlu ülkelerden biri. Bu nedenle de –az önce söylediğim noktaya dönüyorum- S.Arabistan’ın petrol üretimini arttırma yönünde esnekliği var, düşürme yönünde yok çünkü kaynağa ihtiyacı var. Dolayısıyla dünya petrol fiyatlarının düşmesini engelleyecek bir tavır S.Arabistan tarafından gerçekleştirilemez, yani üretimini kısamaz.

 

ÖM: Çünkü kaynağa, paraya ihtiyacı var düpedüz.

 

HE: Bu önemli bir nokta.

 

MA: Nüfus artışının önemli bir bölümü kraliyet ailesine aitmiş, bu artan nüfus çok yüksek harcamalı bir nüfus.

 

HE: Artık reformu nasıl yapacaklar bilemiyorum. Türkiye’de hayaller kurulur, ben de rahatsız olurum –gece hayal kurmak iyidir de gündüz kötü oluyor– S.Arabistan’dan kaynak gelecek de Türkiye kurtulacak diye. Gerçekte böyle kolay bir yol yok…

 

Tabii Türkiye’de verimli, kârlı bir alan vardır, S. Arabistan’dan biri de gelir burada yatırım yapar. Bu olabilir tabii…

 

ÖM: Biz bunu duymamıştık; S. Arabistan’a kaynak transferine bel bağlamanın pek anlamı yok herhalde.

 

HE: Böyle bir açıklama yapıldığını ben de duymadım ama dedikodu kulağıma geldi. Ben sadece bu tür dedikoduların ne kadar manasız olabileceğine bir örnek olduğu için S. Arabistan üzerinde durdum. Ülkenin bu kadar sorunu varken Türkiye’ye destek vereceğini düşünmek anlamlı değil.

 

ÖM: Bir “mesih” yok yani ortada? Üzücü!

 

HE: Üzücü ya da, uzun vadeli bakarsak, kendi işimizi kendimiz çözsek daha iyi olur.

 

ÖM: Aynen katılıyorum.

 

(12 Haziran 2003 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)