Eko Notları: Nostradamus'un raporu

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra: İki gün kadar önce, Dünden Bugüne Tercüman gazetesine manşet olan bir haber vardı, şöyle bir değinip geçmiştik, belki biraz daha etraflı konuşmak gerekir; Economist Intelligence Unit (EIU) diye bir araştırma kuruluşunun paralı olarak verdiği raporlardan birine göre Türkiye’nin 2004’ün ortalarından itibaren büyük bir krize düşmesi ve kolay kolay, hatta hiçbir şekilde çıkamayacağı gibi çok tüyler ürpertici bir yorum da getirdiği görülüyordu, Tercüman gazetesi de bunu manşete almıştı. Bu konunun üzerinde biraz daha durabilir miyiz?

 

Hasan Ersel: Tabii, bu rapor (EIU: Turkey) The Economist Intelligence Unit tarafından 2003 Mayıs’ında yayınlanmış, uzun bir rapor değil, tablolar, vs. var. Önce raporun ne dediğini özetleyeyim, çünkü raporun bu sonuca nasıl vardığı önemli. Raporun mantıklaması şöyle:

Bir kere “hükümetin, IMF ile anlaşmaya varılan hedefleri ve koşulları sağlama yeteneğine sahip olduğu konusunda ciddi kuşku vardır.” İkinci olarak “Türkiye’nin borcunun –ki bahsettiği iç borcu- sürdürülebilirliğine olan kuşku giderek artmaktadır.” Üçüncü, “hükümet laik çevrelerce kuşkuyla karşılanmaktadır, bu mutlaka bir siyasal krize yol açacaktır.” Dördüncü nokta reformlarla ilgili. “Reform konusunda adım atılamadığı için faizler yükselecek, ülkenin dış piyasalara girme şansı düşecektir.” Beşinci olarak da “Türkiye’nin ABD ile olan ilişkileri düzelmeyecek –yani oradan bir kazanç, bir imkan sağlayamayacak. Öte yandan rapor bunlara bir de büyüme hızının 2003 yılında % 3’e düşeceğini ekliyor. Raporun bu öncüller dışında bir de saptaması var: “Türkiye 2004-2005 yılında IMF’ye 20 milyar dolar ödemesi gerekiyor.” Sonra da sonuca varıyor: “Tüm bu nedenlerle Türkiye 2004 yılının ilk yarısında dış borç ana para ve faiz ödemelerini yapamayacaktır.”

 

ÖM: Yani bir çeşit iflas, konkordato durumu? Arjantin’e bir gizli gönderme var mı acaba?

 

HE: Evet. Ama ben de size öyle bir senaryo yazarım ki, bundan 2004 yılında ABD’nin de batacağı sonucunu çıkarabilirim. Herşeyin anormal kötü gittiği bir senaryo yazarsınız, bu da çıkar… Bu kadar garip bir metin ben daha önce görmedim desem yeri var…

 

ÖM: Öyle mi? Çok ilginç.

 

HE: Önümüzdeki dönemle ilgili neler olabilir diye düşünenler şöyle yaparlar: işler normal giderse -normalin ne olduğunu tanımlarlar-, işler kötü giderse –onu tanımlarlar-, çok kötü giderse –onu da tanımlarlar-, iyi giderse –onu da tanımlarlar- diye senaryolar yapılır. Sonuçlara bakılır. Bu metin de böyle bir yaklaşım içinde sunulan üç ya da dört senaryodan birisi olarak sunulsa idi anlardım. Bu durumda diyebilirsiniz ki, “Bu çalışma uyarıyor. Bakın bunlara dikkat etmezseniz böyle bir kötü bir duruma düşme olasılığı var.” Oysa bu metinde sadece bir tane durum var.

 

“Analize dayanmayan fevkalade kötü bir çalışma”

 

ÖM: Bu bir kehanet.

 

HE: Evet, bence EIU’nin [bu çalışmasının] ekonomiyle pek ilgisi yok, “Intelligence”la ilgisi var mı yok mu bilemeyeceğim… Ama, dediğin gibi, kehanetle çok yakından ilgililer. Bu bence eleştirilmesi gereken bir şey.

 

ÖM: Adını Nostradamus diye değiştirmiş zaten!

 

HE: İyi etmiş, Nostradamus bile daha dikkatli şeyler söylemiştir.

 

Mustafa Arslantunalı: Bu durumda kehanetten çok manipülasyon olamaz mı?

 

HE: İnsanın aklına o da geliyor. Acaba bir amaçla mı bunlar böyle yazıyorlar? Ama ben sanmıyorum, bu işin içerisinde kanımca beceriksizlik daha fazla… Çünkü Türkiye’yi bu rapora dayanarak, kim değerlendirir? Tabii EIU’nun bu tür dokümanlarına abone olan yatırımcılar ve benzeri karar alıcılar... Şöyle genel bir izlenim edinmek için okudular, diyelim. Ama derinleşmek istediği zaman, yani “Gidip Türkiye’ye yatırım yapayım mı yapmayayım mı?” diye derinleşmek isteyenler başka raporları okur. Diğer raporlarda bu hava yok ama…

 

Örneğin bir süre önce değindiğim International Institute of Finance’ın raporu var. O raporda kaygılar belirtiliyor ama “Türkiye batacaktır” denmiyor.

 

Bu art arda aklıma gelen bir konuya daha değineyim. EIU raporunun kocaman bir eki var, bir yığın rakam veriyor Türkiye için. Ama bunların nasıl elde edildiği, nereden çıkarıldığı belli değil… Üstelik doğruluğu da kuşkulu. Örneğin “2004-2005 yılında Türkiye IMF’ye borcu 20 milyar dolar ödeyecek, bu çok büyük bir rakam” diyor. Bir kere rakam öyle değil: 17.2 milyar dolar. Aradaki fark da yuvarlama hatası olamaz… 3 milyar dolara yakın bir fark.

 

Öte yandan rapor “Türkiye ekonomisi bu yıl % 3 büyüyecek” diyor. Evet, geçen senenin sonlarında bizim de 3-4 arasında büyür diye bir öngörümüz vardı. Bu senenin büyümesini öngörmeye çalışırken, geçen seneki hızlı büyümeden sonra ekonomi yeniden hızlı büyüyemeyebilir diye düşünmüştük. Bu rapor da aşağı yukarı aynı mantıkla bunu söylüyor. Ama bir fark var. Rapor Mayıs 2003’de yazılmış. Bu sırada ekonominin büyüme hızı % 6-7 dolaylarında; ekonominin soğutulması gerektiğinden söz ediyoruz.

 

Özetle, bence, iyi bir analize dayanmayan, üstelik sonuçları da analize dayanmayan fevkalade kötü bir çalışma. Birileri böyle bir çalışma yapabilirler, herkes iyi çalışma yapmak zorunda değil ama bir gazete bunu manşet yapmış. Bu panik yaratabilir, korku yaratabilir, ciddi bir çalışma zannedilebilir. Bence böyle bir çalışmayı bir basın organında duyuruyorsanız bunun bir eleştirisini de beraber duyurmanız lazım. Biraz kalitesizliğe prim vermek oluyor, benim kanım bu. Hiç de ikna edici bulmadım.

 

ÖM: Tabii bu işin iki boyutu da olduğu söylenebilir; bir tanesi böyle biraz kaynakları meşkûk ve yetersiz olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimiz bir raporun, en azından farklı senaryoları içermemesi açısından yayınlanması ve bu tarihte yayınlaması. İkincisi de bunun bir gazetenin manşetine taşınması.

 

HE: Bana ikisi de yadırgatıcı geldi. Çalışmanın söylediği hiç doğru bir şey yok mu? Var, ama bunlar zaten diğer raporlarla da ortak. Örneğin bir tanesi şu: “AKP yöneticileri ve hükümet sık sık çelişen mesajlar veriyorlar. Bundan bir kuşku doğuyor. Bunlar IMF ile yapılan anlaşma çerçevesinde Türkiye’yi belli bir iktisat politikasıyla bir yere doğru mu götürmek istiyorlar, yoksa başka bir şey mi yapmak istiyorlar? Bu belli olmuyor” diyor. Bu benim de katıldığım bir görüş, bir problem; hükümetin bu açıdan çok daha şeffaf olması, berrak olması lazım. Buna katılıyorum.

Bunun dışında çok önemli bir saptamadır, değildir, yine herkesin bildiği “Türkiye’nin hem ABD ile de Avrupa ile –Kıbrıs sorununun çözümü, vs.- sorunlar var. Buralarda adımlar atılması, birşeyler yapılması gerekir” saptaması var. Doğru. Ama bazı doğru önermelerin olması onlarla ilgisiz sonuçları geçerli kılmıyor. Çünkü ulaşılan sonuca götüren mantıklama yukarıda özetlediğim gibi oldukça kaba: “Herşey çok kötü giderse ne olur?”

 

IMF ile niçin anlaşma yapılır?

 

ÖM: Evet anlaşılıyor; bir hayli belirsizlik var ama, almamız gereken dersler herşeye rağmen soğukkanlı bir analizle de çıkarılabilir, diyorsun?

 

HE: Tabii.

 

MA: Bugünkü gazetelerde hem Derviş’in açıklaması, hem Radikal’de Mahfi Eğilmez’in yazısı var, IMF programından normale dönülmesi konusunda. Derviş “Yıllarca IMF programı ile yaşayan bir ülke sürekli antibiyotik alan bir insan gibidir, insan bir antibiyotiki 5-10 gün alır ondan sonra da bitirir” demiş. Mahfi Eğilmez de 2004’ün sonunda artık Türkiye’nin kendi programına devam etmesi gerektiğini söylüyor.

 

ÖM: Aynı zamanda Başbakan Erdoğan da benzeri biçimde, “bir noktadan sonra IMF ile bu stand-by anlaşmalarından kurtulup kendi ayaklarımız üzerinde durmalıyız” şeklinde ifadeleri vardı. Yani, IMF ile ilişkilerin, yapısal reformların da tamamlanarak herhalde bu borç ilişkilerinin bitirilmesi. Bu konuda ne denebilir?

 

HE: IMF ile bir program yapmak demek, bir dış kuruluştan, bir uluslararası kuruluştan programınızın başarısı için yardım istemek demektir. Bir ülkenin ihtiyacı olabilir ve yardım isteyebilir, fakat sürekli yardım isteyen bir ülke durumunda olmak hoş bir şey değil. Karşı tarafı da, sizi de bezdirir.

 

Şimdi iki farklı sorunu ayırt edelim. Bunlardan ilki bir yapısal değişim yapabilmenin maliyetinin yüksek olması, bu maliyetin düşürülmesi için bir uluslararası kuruluştan yardım alınması. Burada kastettiğim şey tamamen maddi, parasal bir şey. “Yapısal dönüşümün maliyeti, birdenbire, o dönemde yaşayan insanların üzerine çökmesin. Bir dış kaynaktan destek alalım, sonra onu ödeyerek bu yükü biraz zamana yayabilelim” biçiminde bir yaklaşım. Bu anlaşılır bir durum. Ancak olayın bir ikinci boyutu daha var. Onu gözden kaçırmamak lazım. O da, “programı uygulayacağım” dediğiniz zaman size hiç kimse güvenmiyorsa, o zaman “vallahi billahi uygulayacağım, bak işte zaten uygulamazsam IMF amca beni döver” şeklinde saygınlık kazanabilmek için bir uluslararası kuruluşa referans verilebilir. Bunun olması mutlaka bir ülkenin ayıbı değildir. Olaylar öyle ters gitmiştir ki ülkede yaşayanlar, hükümet bunu yapacak mı yapmayacak mı diye kuşkuya düşmüş olabilir. Bu durumda “merak etmeyin, hükümetimiz bakın IMF ile anlaşma yaptı, ona da söz verdi, size de söz verdi, yapacak” diye bir yola gidilmesi gerekebilir. Burada amaç para temini değil, güven sağlamaktır.

 

Ben Sayın Başbakanın açıklamasını şöyle yorumluyorum: Diyor ki “Biz bu programı sonuna kadar götüreceğiz ve ondan sonra IMF kaynağına ihtiyacımız olmayacak (başka bir deyişle piyasalardan borç alabilir duruma geleceğiz). Ayrıca programımızı sürdürebilmek için gerekli güveni de sağlamış olacağız.” Öyle olması lazım. Zaten “2004 geldi, hadi bir daha program yapalım” dediğiniz zaman “bu işin içinden çıkamıyoruz” demiş olursunuz.

 

ÖM: Bu olmuyor, bu iş yürümüyor demek.

 

HE: Tabii. Yalnız şunu karıştırmamak lazım, 2004 yılında IMF ile olan anlaşma sona erdiğinde bizim bütçemiz çok rahatlayacak, kamu harcamalarımızı istediğimiz gibi arttırabileceğiz, diye bir şey yok, Türkiye’nin böyle bir lüksü yok. Dünyanın kalanı, örneğin Almanya, IMF ile program mı yapıyor? Ama bakıyoruz, bütçe disiplinine uyulmaya çalışılıyor. Pek çok konuda sorunlar yaşanıyor, çareler bulmaya çalışılıyor. Yani, Sayın Başbakanın ifadesinin devamı  “biz bundan sonra kendi disiplinimizi kendimiz kurarız, kurduğumuz bu disiplini de toplumumuza anlatırız” güvencesini vermesidir. Bu yapılırsa, bence desteklenmesi gereken bir tutum…

 

IMF ile ilişkilerde Malezya modeli?

 

ÖM: Son olarak bir başka tartışma konusunu da soralım, sana bu kadar çok soru sormak hesapta yoktu ama hazır bağlanmışken soralım. Koç Holding’de Mustafa Koç’un yaptığı konuşmalarda daha önceki bazı değinilen noktalardan biri de tartışılmış oluyor; o da şu: Güneydoğu Asya krizi çıktığı zaman -98 miydi?- Malezya’nın IMF reçetelerini uygulamadığı, tek taraflı olarak bozduğu ve buna rağmen de ekonomik krizden çok fazla yara almadan kurtulduğu, vs. üzerinde şimdi bazı tartışmalar olmaya başladı. Mustafa Koç’un da söylediği, “Malezya’yı, IMF ile ilişkilerde bir model olarak almak çok doğru görünmüyor bana, çünkü o daha otoriter bir rejim ve gerçekten çok daha demokratik bir ülke olan Türkiye’de bu şekilde sözleşmelerle uluslararası ve içeriye verilen taahhütlere aykırı davranılması mümkün görünmüyor.”

 

HE: Kolayca benzetmeler yapılınca çok yanlış yerlere varmak olanaklı. Bakın o tarihte Malezya’nın kamu açığı diye bir sorunu yok, enflasyon düşük. Türkiye’den farklı bir durum. İkincisi, Malezya’nın IMF ile yürümekte olan bir programı filan da yoktu. Yani bir program vardı ve ondan çıktı diye bir şey yok.

 

ÖM: Evet.

 

HE: Malezya, IMF’nin “bu tür olaylarda, şöyle tedbirler alınmasıyla krizden çıkılabilir” şeklindeki tavsiyesinin bir kısmına katılmadığını beyan etti ve başka türlü bir tavır aldı. Öyle zannedildiği gibi sermaye hareketlerini yasaklamış, vs. de değildi. Çok daha akıllıca yapmıştır yapacağını. Bazı sermaye hareketleri üzerine geçici kısıtlar koymuş, diğer sermaye hareketleri serbest tutmuştur. Bu çerçeve içerisinde de, içeride rejimin yapısından da gelen bazı avantajlarla, uyarlamaları da daha rahatlıkla yapabilmiştir.

 

Ben bu tartışmalarda şöyle rahatsızlıklar duyuyorum: Bir tanesi “IMF’nin söylediği tek doğrudur, ona tapalım” şeklinde yola çıkılıyor, buna çok karşıyım. Allah bizim beynimizi omuzlarımız arasında ağırlık yapsın diye vermemiş, otur düşün! Bakarsın “şu noktada, o reçetede söylenen şeyler uymuyor, onun yerine bu yapılsa daha iyi olur” dersiniz. Ciddiyseniz IMF’nin buna hayır diyeceğini hiç sanmıyorum. İkinci bir yaklaşım da “IMF’nin önerisi tanım gereği yanlıştır ve onun dışında bir şey yapılırsa mutlaka daha iyi olur” biçiminde özetlenebilir. Bu da anlamsız. Bir yığın düşünülmesi gereken konu var: Türkiye’nin iç borç dinamiği, kamu açıkları, faiz yükü, ekonomisinin organize edilme biçimi, iç talebin gücü, içeride kontrol edebileceğiniz değişkenlerin sınırlılığı gibi. IMF gibi tüm bunları göz önüne alarak birşeyler önermek gerekli. Yoksa kendinize göre bir hayali dünya yaratıp o hayali dünyada “Ben bunu yaparsam iyi olur. Bu, Türkiye’ye uysa iyidir, uymasa da iyidir” olmaz.

 

Neyse, yine bu açıklamayı olumlu yanından almakta çok yarar var. Hakikaten 2004 yılında IMF ile olan programımızı inşallah bitiririz. Ondan sonra Türkiye ekonomisine mali disiplinin sağlanması ve sürekli kılınması konularında mekanizmalar geliştirmek gerekecektir.  Onları düşünelim ve bulalım.

 

(19 Haziran 2003 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)