Eko Notları: Mülkiyet aktarımları kimseye zarar vermemeli

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Notları – 60 

Ömer Madra: Bugün biraz teori ve felsefe zamanı galiba? Konu “Özelleştirme”. Özelleştirmenin genel İktisat teorisindeki yeri...Özellikle, orman vasfını kaybetmiş arazilerin özelleştirilmesi konusu da tam gündemde iken, yani kanun yeni geçmişken, biraz genel iktisat teorisinde özelleştirmenin yeri üzerinde konuşalım. 

Hasan Ersel: Ben Türkiye’de yazılanlara, söylenenlere baktığım zaman toplum olarak özelleştirmeden memnun olmadığımız hissini ediniyorum. Bir şey bizi rahatsız ediyor, ama pek böyle açık olarak da söyleyemiyoruz… Örneğin “ucuza gitti, fiyat düşük oldu,” diyoruz. Ya da  alıcıyı beğenmiyoruz: “İyi biri değil, bu işi beceremez” diyoruz. Başka şeyler de diyoruz:  “Bu malı satmanın zamanı mı?”; “hükümet bu parayı çarçur edecek”; “orada çalışanlar işsiz kalacak”, vs. Bunlar dağınık önermeler ama hepsinde de çok veya az gerçek payı var. Özetlersek, bu özelleştirme işlemi sonucunda durumumuzun iyileşmeyeceği, hatta kötüleşebileceği gibi bir kaygımız var. Ben olup bitenleri öyle anlıyorum.  

Bir önemli konuyu, bir an için dışarıda bırakmak üzere baştan söyleyeyim: Tabii, özelleştirilen kurumda çalışanlar için dünya birdenbire değişiyor, onların çok kaygı duyması normal, bunun aksi düşünülemez. Fakat bir an için onları bırakalım… Bizlerin (senin ya da benim) özelleştirilen bu kurumlarla bir ilgimiz yok ama biz de rahatsızız. Neden? Ona bakalım.  

ÖM: Özelleştirme derken, kamusal alanı düzenleyen bazı kuralların özel ellere aktarılmasını kastediyoruz, öyle değil mi? 

HE: Evet. Bir mülkiyet aktarımı söz konusu oluyor. Yalnız baştan söyleyeyim, özelleştirme olayını ‘serbestleşme’ ile bir arada almak gerekli. Çünkü mülkiyeti aktarıyoruz, ondan sonra da piyasa mekanizmasının işlemesiyle sonuçların iyi olacağını düşünüyoruz. Yani, durup dururken mülkiyete el koyup da “onun malını alıp ötekine veriyorum” denmiyor; deniyor ki: “Bunu özel mülkiyete aktaralım, piyasa mekanizmasının da işlemesine izin verelim, bu durumda toplum olarak daha iyi durumda olacağız.” Mesele bu…Şimdi olaya bakalım, özelleştirme sonunda birileri bir şeyler ediniyor. Bir kişinin (şirketin) mülkiyetinde olan varlıkları artmış oluyor. Bu kötü bir şey değil, zaten amaç bu. Ama bunun iktisadi sonuçları ne? İktisat kuramı buna nasıl bakıyor?  

İktisat deyince ben neo-klasik iktisadı biliyorum onu anlatacağım. İktisadın bu konuyla ilgili bir dalı var. Buna gönenç (refah) iktisadı adı veriliyor. Bu dalın iki temel ve ünlü teoremi var. Bunlardan ikincisi şöyle: “kişilerin mal varlıklarını uygun bir biçimde değiştirelim; yani serveti yeniden dağıtalım, ondan sonra rekabetçi piyasa mekanizmasını işletelim, toplumun arzu ettiği, toplum bakımından iyi olan sonuca ulaşırız.” Biz uygun servet dağılımı seçersek piyasa mekanizması insanların da isteklerine uygun olarak bir çözüm üretir.  

Bununla şunu demek istiyorum: Örneğin herkese eşit başlangıç donanımı (servet) verdik. Sonra istedikleri malları almakta serbest bıraktık. Diyelim ki ben gittim, Mahler’in bir CD’sini aldım, o parayla dükkan sahibi de kendi istediği neyse onu alır… Bu tür bir dünyadan söz ediyoruz. Bu dünyada hem rekabetçi fiyat mekanizmasının rolü var, hem de özelleştirmenin, yani serveti yeniden dağıtmanın… Bu olayın mantığı açık, gördüğünüz gibi… Fakat biz bu sonuca inanmıyor görünüyoruz.  

ÖM: Neden? 

HE: İki nedeni olabilir, bir tanesi mülkiyet değişikliği, bu mülkiyet aktarımı toplum tarafından kabul görmüyor ve “bunda bir terslik var” deniyor. İkincisi de “canım piyasa bu işi yapamaz” diyor. Bunlardan hangisi veya bunların nasıl bir bileşimi?  

Mülkiyet değişikliği toplumca neden benimsenmeyebilir? Buna yanıt verebilmek için hangi koşullarda benimsenir sorusunu sormak lazım. O zaman da bu konu üzerinde kafa yoran büyük düşünürlere başvurmak gerekiyor bence. Bu konuda çok önemli bir görüş John Locke’undur. Locke diyor ki “benim bir şeyi edinmemin haklı olması demek bundan başkalarının zarar görmemesi demektir. Başkalarına zarar vermeden yapılan edinimlerin hepsi haklıdır, başkalarına zarar vererek yapılan edinimler haksızdır.” Bu özgürlükçü (Libertarian) adalet kuramının çağımızdaki büyük temsilcisi olan Nozick’in kuramının en önemli unsurudur: Edinimde Haklılık İlkesi. Locke’un koşulunu sağlamak aslında çok zor. Öyle kolayca sağlanır bir koşul değil… Ama bir örnekle anlatayım: Diyelim ki bir kasaba var, kasabanın yanında bir tepe var, o tepede de bir su kaynağı var. İnsanlar gidiyorlar oradan su dolduruyorlar. Sonra bir gün, diyelim ki belediye diyor ki “ben bu kaynağı Hasan’a vereyim. Hasan işletsin bunu.” Daha evvel herkesin ortak mülkiyetinde veya hiç kimsenin mülkiyetinde olmayan bir şey benim mülkiyetime geçti. Diğer insanların mülkiyetinde hiçbir değişiklik yok, benim mülkiyetimde olan mallar arttı, bir anlamda zenginleştim. (Kaynaktan da su çıktığına göre herhalde faydalı bir şey verdiler.) Bunun sonucunda ne zaman bu edinim haklıdır? Mesela ben çok becerikli bir adamım, öyle bir şey yapıyorum ki o güzel, temiz suyu kasabadaki insanlara, onların gidip orada almak için verdikleri zahmetten çok daha ucuza getirip veriyorum. Ben de para kazanıyorum ve belediyeye de vergimi veriyorum. Şimdi bu durumda belediye memnun, kasabada yaşayanlar memnun, ben de herhalde memnunum. O zaman kimseye bir zarar vermedim. (Doğaya da zarar vermediğimi varsayalım). Bunları yapmıyorsam (gidip orayı kapatıp, milleti susuz bırakıyorsam ya da fahiş fiyatla suyu satıyorsam) o zaman bu edinimde bir haksızlık vardır.  

ÖM: O zaman başkalarına zarar vermiş oluyorum çünkü. 

HE: Evet. Bu çok önemli, çünkü mülkiyet aktarımları sonucunda kimseye, potansiyel olarak bile zarar vermemek gerekli. Locke’un bu koşulunun sağlanması zor derken bunu kastediyordum. Çünkü Locke bu koşulun sadece etrafta var olanlar için değil, onların çocukları, çocuklarının çocukları ve ilh… için geçerli olmasını öngörüyor. Locke felsefeci… Haklı olarak geniş düşünüyor…Biz biraz daha pratik düşünelim, o gün yaşayanlara zarar vermemiş olmasını yeterli kabul edelim. O durumda bile bu mülkiyet aktarımının kimseye zarar vermediği sonucuna varmak gerekiyor.  

Buraya bir nokta koyalım, oradan diğer soruya geçelim. Piyasanın çalışması durumunda olan sonuçtan memnun olmamak ne demek? (Neoklasik) İktisat kuramına göre işi (rekabetçi) piyasaya bıraktığınız zaman daha iyi oluyor; “Pareto anlamında etkinlik artıyor”.  Peki niye daha iyi olmayabilir diye bir kaygı doğuyor? Önce bir noktayı düşünelim, kamu kesiminin etkili olduğu bir ekonomide özelleştirme yapıyoruz. Yani kamunun etkili olduğu bir alan var ve hep de olacak. Herşeyin piyasalarda çözüldüğü bir dünyadan bahsetmiyoruz. Kamunun müdahale durumda bir değişiklik yaratıyoruz. Demek ki kamunun etkili olduğu alanı değiştiriyoruz.  

Peki, bu özelleştirme olayı sonucunda kamunun etkili olduğu alanı değiştirince işler iyileşiyor mu, kötüleşiyor mu? O konuda rahat olmamız lazım. Yani kamunun müdahale edebildiği alanı değiştirdiğimizde işlerin iyi gideceğini gösterebilmemiz gerekli. Bunun böyle olacağını varsayamayız…Bu sonuç da kendiliğinden çıkmaz… 

ÖM: Kanıt gerekiyor. 

HE: “Ben bu malı sattım o yüzden meteoroloji örgütü iyileşti” denmez değil mi?  

ÖM: Evet, bunun mutlaka kanıtlanması gerekir.  

HE: Tabii, toplumun tatmin edilmesi gerekir. Şimdi iktisat kuramına bakalım. “Serbestleşme sonucunda daha iyi bir sonuç elde edilir” deniyor ama, “serbestleşme herkes için iyi olur” diye bir sonucu ben  göremedim. Serbestleşme sonucunda toplumda bazıları kazanır, bazıları kaybedebilir. İktisat kuramı bunu söylüyor.  

O halde sözkonusu olan şudur: Serbestleşme sonucunda bir “potansiyel kazanç” söz konusudur. “Potansiyel kazanç” ile “gerçekleşen kazanç” aynı şey değildir. Potansiyel kazancın gerçeğe dönüşebilmesi için bu olaydan kaybedenlerin kazananlar tarafından tazmin edilmesi gerekir. İktisatta yıllar boyu tartışılan “tazmin sorunu” bunu öngörür. Örneğin, serbestleşme sonunda rekabetçi ortamda yaşayamayacak olan bir endüstri battı. O endüstride de insanlar çalışıyor. Peki o işçilere ne olacak? Onların tazmin edilmesi lazım. Bu da, onların yeniden iş bulmalarını sağlayacak şekilde donanımlarının değiştirilmesi yani eğitilmelerini; iş buluncaya kadar da yaşamlarını insanca sürdürebilecek mali destek yapılmasını gerektirir. Bu sağlanamadığı zaman bir kaygı doğması çok doğaldır. Ama dikkatinizi çekeyim: Bu insanlara eğitim vermek, işsiz kaldıkları süre içinde onlara gelir sağlamak da aslında bir servet aktarımı değil midir?  

ÖM: Evet, aynen. 

HE: Demek ki bu serbestleştirme işleminin başarılı olabilmesi için de bir gelirin yeniden dağılımı süreci var. Toplumun bunun da düşünüldüğünü, hesaba katıldığını bilmesi gerekiyor. O halde “özelleştirme artı serbestleşme yapınca daha iyi duruma varılır” diyebilmek için bu yeniden dağılım yapabilecek kamusal düzenlemelere ihtiyaç var. Bu da uygun kurumsal yapının oluşturulmasını gerektiriyor. Bizim insanlarımızın iktisat kuramını bu kadar bildiklerini sanmıyorum. Ama sağ duyudan yoksun oldukları da söylenemez. İktisat kuramı da mantıksal bir yapıdır o da sağduyuya ters düşemez. Demek ki sağduyu ile insanlarımızın bulduklarının iktisatta da bir karşılığı var. Bir şeyler hakikaten eksik ki insanlar tatmin olmuyor.  

Bana öyle geliyor ki, kamusal düzenlemelerde ciddi eksiklikler var, bu rekabet koşullarının sağlanmasından tutalım, toplumdaki bu şekildeki servet dağılımı sonucunda bir sorun çıkıp çıkmayacağı, kendi geleceğimizin güvence altında olup olmayacağı gibi çeşitli konularda toplumun tatmin edilmesine ihtiyaç var. Bu olmadığı sürece toplum bu özelleştirme işinden rahatsız olacak, bu rahatsızlık sürdükçe de özelleştirme işinde sorun da artacak. Çünkü toplumun rahatsız olduğu bir alana girmek istemeyen insanlar olacak. Sırf bu nedenle bir özelleştirme ihalesi açıldığında girmekten çekinenler olacak. “Aman, girersem herkesi kızdırırım, ben yine kendi işime devam edeyim” denilecek. Halbuki toplumun tatmin olduğu bir durumda, az önce verdiğim su örneğindeki gibi herkesin memnun olabileceği bir durumda, niye insanlar su kaynağını işletmeye talip olmasınlar ki?  

Mustafa Arslantunalı: Bu özelleştirme konusunda bazı alanlar arasında kategorik ayrım gözetmek mümkün değil mi? Eğitim ve sağlık gibi çok temel alanlardaki özelleştirmelerde, yani tamamen kamusal olan bu alanların özelleştirilmesi mutlaka birilerinin çok iyi işlese de zararına olacak bir şey. Yani başka bir özelleştirme ile eğitim ve sağlık alanındaki aynı şey değil gibi görünüyor bana? 

HE: Eğitim ve sağlık alanları gerçekten özellikleri olan alanlar. Bunun nedeni de söz konusu “malların” özel nitelikli olmaları. İktisat kuramında malları üçe ayırmak olanaklı. Bazı mallar bireysel mallardır (private goods). Örneğin yumurta, (demir çelik vs. böyledir). Yumurtayı ben yersem, siz yiyemezsiniz. Dolayısıyla bunları almak isteyenler üreticisini tatmin eden fiyatı vermek karşılığında bunları edinirler. Bir de kamusal mallar (public goods) var. Örneğin ulusal güvenlik. Bu mallardan bir insanın yararlanması ötekilerin yararlanmasını engellemez, ayrıca bir kişinin bu mallardan yararlanmasını engellemek de olanaksızdır. Bu malların sunumu piyasaya bırakılmaz, kamunun denetiminde olur ve vergilerle finanse edilirler. Bir de erdemli mallar (merit goods) vardır. Bunlar bireysel ve kamusal malların karması gibidir. Eğitim ve sağlık böyledir. Benim sağlıklı olmam benim için önemlidir, onun için bir bireysel maldır. Ama benim sağlıksız olmam etrafıma zarar vermeme yol açabilir, bu nedenle de aynı zamanda bir kamusal mal özelliği gösterir. Sağlıklı insanların olduğu bir ortamda daha iyi çalışabilirsiniz, daha iyi yaşayabilirsiniz. Civarınızdaki insanların eğitimli olduğu bir yerde işi daha kolay yapabilirsiniz, onlar size bir dışsal yarar sağlar. Buralarda kamunun müdahale etmesi, toplumun bütünü adına bir müdahalede bulunulması gerekir, onun için de burada neyin özelleştirilip, neyin özelleştirilmeyeceğine dikkat etmek lazım. Sağlıkta tabii ki piyasa mekanizması ile çözebildiğiniz sorunlar var. Onlarda belli belki kamunun görevi bazı denetimleri yapmaktan ibarettir. Ama bir insanın parası olmadığı için sağlığının yok olmasına izin vermeyen bir mekanizma, bir sosyal güvenlik mekanizması da gereklidir. Benim görebildiğim kadarıyla Avrupa ve Amerika’ya baktığımızda aralarında sadece bir derece farkı var. Avrupalılar kamusal desteğe daha çok önem veriyorlar sağlıkta (ve eğitimde), Amerikalılar daha az veriyorlar. Yani Amerika’ya gittiğiniz zaman da belli bir kamusal destek her zaman, her yerde sağlanıyor. Avrupalılar “sorumluluk daha çok toplumundur” diyor, ama sağlık (eğitim) özelleştirilemez de demiyorlar. Bizim gibi gelişmekte olan bir ülkede ise bu tür mallara ilişkin üretim ve dağıtımın hangi kurallara göre yapılacağında ise daha da dikkatli olmak gerekiyor. Gerçekten dediğiniz gibi bunlar diğer mallardan farklı.  

ÖM: Bu son derece önemli. Bir takım mitosların da, yani özelleştirmenin otomatik olarak iyi olabileceği şeklindeki mitos diyebileceğim olayların da biraz demistifiye edilmesi, açığa kavuşturulması açısından çok iyi oldu. Tabii çok etraflı ve kapsamlı bir konu olduğu için ileride daha etraflı ele almak için bu konuya döneceğimizi ümit ediyorum. 

HE: Ben de. 

(31 Temmuz 2003 tarihinde Açık Radyo’dan yayınlanmıştır.)