Eko Notları: Büyüme rakamlarında tutarsızlık var!

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Notları - 45

 

Ömer Madra: Karanlık, soğuk ve savaşlı günlerin içinden bir günaydın. Nasıl yorumlayacağımızı bilemediğimiz haberler vardı, üzerinde pek duramadık ve sana soralım dedik. Milli gelir hesapları konusunda çok iyi haberler geliyor, büyümenin % 7.8'e ulaştığı, ayrıca ihracatta da yükselişler olduğu, savaş ve diğer koşullardan etkilenmeyen güçlü bir ekonomi manzarası çıkıyor ortaya. Nasıl yorumlayacağız?

 

Hasan Ersel: Geçen sene ile ilgili DİE’nin büyüme tahminleri yayınlandı, bu hepimizin bekleyişlerinin çok üstünde bir büyüme. Yılbaşında böyle bir sonuç çıkacağı hiç aklıma gelmemişti. Son derece hızlı bir büyüme.

 

ÖM: Bu bir rekor olabilir mi?

 

HE: Şöyle bir nokta var, bir şokla çok hızlı daralan ekonomiler çabuk bir toparlanma gösterebiliyorlar. Yani bu olmamış bir durum değil. Fakat Türkiye’deki dinamizm o yönde değildi, buna rağmen böyle bir sonuç çıktı. Peki bu sonuç nasıl çıktı? Çünkü, milli gelir dediğiniz çeşitli faaliyetlerin sonucunda yaratılan gelirlerin toplamı. Bir yandan hangi faaliyetin ne kattığına bakmak, öte yandan da yanıltıcı unsurlar olabilir mi diye araştırmak gerekli.

 

Bu bağlamda temel faaliyetlere bakıyoruz: Sanayi ne oldu, tarım ne oldu, ticaret ne oldu? Tarımın bir yıl önceye oranla % 7.1 büyüdüğü söyleniyor. Bu olabilir mi diye düşünelim. Tarımda böyle hızlı üretim artışı olu mu? Evet artar, bunda bir yanlışlık yok, çünkü bu yıl tarımcıların söylediği ‘var yılı’ idi… Tarımda bir yıl ürün iyi oluyor, bir yıl o kadar olmuyor. 2002 ürünün iyi olduğu yıl yani “var yılı” idi. Nitekim son çeyrekte tarımda çok yüksek gelir artışı var. Egelisin bilirsin, nedeni zeytindir.

 

Sanayide büyüme hızı % 9.4. Bu doğru olabilir mi diye düşünebiliriz. Sanayi üretimi bu sonucu vercek kadar hızlı arttı mı? Sanayi üretim endekslerinden (aylık ve üç aylık) elde edilen sonuçlar bu rakamla tutarlı. Burada da pek şaşacak bir durum yok.

 

Ticarette de % 10.7’lik bir büyüme öngörülüyor. Bu sektörde gelir artışını hesaplama yöntemi karışıktır, çok fazla varsayıma dayanır ama özü basittir. “Tarım ile sanayi kesimlerinde üretim artışı varsa, bunun satılan kısmı da artmıştır. Satılmışsa ticarete konu olmuştur. Ticarete konu olmuşsa da ticari gelir yaratılır.” Öyle bakınca, rakam doğrudur diyemeyebiliriz ama hızlı artış olmasını normal karşılamak gerekir.

 

Özetle milli gelirin üretim yönünden yapılan hesaplamasına bakınca, bu sonuç çıkar gibi gözüküyor. Ama bir de harcamalar yönünden yapılan hesap var. Üretilen mallar ya tüketilir ya da yatırımda kullanılır. O halde toplam ya tüketimimizin, ya yatırımımızın ya da ihracatımızın artması gerekir.

 

Türkiye’nin milli gelirinin en önemli kısmını özel tüketim harcamaları oluşturur, 2002 yılı itibarı ile bu rakam % 63. Yani biz gayri safi yurt içi hasılasının %63’ünü tüketime harcayan bir ülkeyiz. Ama burada bir gariplik var. Çünkü özel tüketim harcamaları reel olarak sadece % 2 artmış gözüküyor.

 

ÖM: Yani % 63’lik en büyük bölümü oluşturan kesim sadece % 2 oranında artmış?

 

HE: Evet. Böyle olunca insan şaşırıyor. Akla bizim bu sene daha çok yatırım yapmış olabileceğimiz geliyor. Özel yatırımlara bakıyoruz: % 7.2 düşmüş! Yani özel kesimin faaliyetine baktığımız zaman yatırımın düştüğü, insanların tüketimi ise az arttığını görüyoruz. Yatırım bu kadar düşünce ‘çok kötü’ diyebilirsiniz. Öyle ama bu düşüş makine teçhizat yatırımında değil de bina yapımında olmuş. Yani bina yapımında düşüş olmuş geçen yıl. Bina yatırımlarındaki düşüş % 15.8, ki önemli bir rakam.

 

ÖM: Makine ve teçhizatta durum nedir?

 

HE: Makine ve teçhizatta % 1.4 artış var. O da pek fazla değil. Özel kesimde pek bir gelişme yok. Belki kamu kesimi çok gelişmiştir, diyoruz. Kamu tüketimi, kamunun cari harcamaları % 5.4 artmış (fazla değil). Ama bu kalem zaten milli gelirin sadece % 8.4’ünü oluşturuyor. Bu kalemdeki artışın kaynağı ise: devletin mal ve hizmet alımları artmış. Anımsayacaksınız bir yıl önce çok kesmişlerdi. Kamu kesim yatırımlarında % 14.5 gibi çok büyük bir artış var. Bu kalem de milli gelirin içerisindeki payı % 6.5% gibi düşük bir rakam. Dolayısı ile kamu kesiminin büyüdüğü, özel kesimin daraldığı bir yıl olmuş gibi gözüküyor rakamlardan.

 

Net ihracat (İhracat-ithâlat) milli geliri arttırır. Bu etkiye baktığımızda eksi olduğunu görüyoruz. Çünkü ithalâtımızdaki artış, ihracatımızdaki artıştan daha fazla. Yani milli gelir artışı buradan da gelmemiş. O zaman hangi kalem bu büyümedeki gelişmeyi talep yönünden açıklar?

 

Yanıt açık ve garip: Stok değişmeleri! Yani firmaların stoklarındaki artış… Bu milli gelirdeki büyümenin 91%’ini açıklıyor!!!

 

ÖM: Ne demek bu?

 

HE: Üretim yapıyoruz, rakamlar gösteriyor, sonra rafa koyuyoruz…Üstelik 4 çeyrek, yani bir yıl boyu bunu yapmışız. Bu biraz garip bir durum, çünkü bir insan satmak için üretim yapıp rafa koyar. Rafta dursun diye değil… Bir firma gereğinden fazla stok yapar mı? Biraz yapabilir belki ama stok yapmak çok ucuz ise…Ancak geçen sene reel faizler çok yüksekti! Firmalar niye stok yapsın? Burada bir sorun var…

 

Stoklara ilişkin ikinci sorun da şu: Stok değişmesi rakamının GSYH içindeki payı 2002'de %5.1 olmuş. Oysa yakın tarihimizde şimdiye kadar aldığı en yüksek değer % 2.7 imiş, o da istisnai bir olay. Genelde % 1.5 dolayında… Bu % 5.1’lik oran inanılmaz bir stok birikimini ifade ediyor. Rakam olarak 2002’de stok artışı olarak görülen rakam 6 katrilyon TL… Bir sene evvel büyük bir stok azalması vardı, onu telafi ettiler diyebilirsiniz… Ama bir önceki sene meydana gelen stok azalması 1.7 katrilyon TL. (Bunları sabit fiyatlarla söylüyorum, yani karşılaştırılabilir.)

Yani 1.7 katrilyon TL’lik stok erimesi olmuş bir yıl önce.Bu sene firmalar onu yerine koymuş, bir de üzerine 4.3 katrilyon TL’lik stok biriktirimişler. Bu durum bana pek inandırıcı gelmiyor, burada bir acayiplik var.

 

Nitekim benimle beraber çalışan genç arkadaşım Cenk Tarhan İstanbul Borsası’na kote edilmiş sanayi şirketlerinin bilançoları üzerinde etraflı bir çalışma yaptı. (Yalnız elimizdeki veriler 9'uncu ay sonu itibarı ile var.) Bunlar büyük şirketler, Türkiye’nin sanayiinde önemli olan şirketler. Bunlarda stok birikimi yok. (Tabii başka şirketler de var, her şirket halka açık olmak zorunda değil, ama bir fikir verir en azından.)

Aslına bakarsanız, bilanço verilerini TEFE’yi kullanıp reele çevirirseniz, stok azalması görülüyor.

 

Dolayısı ile bana öyle geliyor ki milli gelirdeki büyüme kalemi ile ilgili rakam tamam da, bunun nasıl kullanıldığına ilişkin rakamlar doğru değil… Bir yöntem sorunu var. 

 

Ama bir noktanın altını çizeyim. Rakamlar 2002 için doğru değil demiyorum. Yöntem aksıyorsa diğer yılarda da sorun var demektir. Buna karşılık büyüme rakamı sanayiye ilişkin diğer bilgilerle uyuştuğu için doğru gibi görünüyor. Hiç olmazsa yanlış olduğunu söyleyemem. Ama bu büyüme, stok birikmesi ile olacak bir işe benzemiyor. Olsa olsa tüketim daha hızlı artmıştır diye düşünüyorum.

 

Bir nokta daha var. O da yöntemsel, lafı uzatmayayım kısaca değinip geçeyim. Milli gelir rakamlarını sabit fiyatlara çevirirken kullanılan deflatörler vardır. Bunların hesabında hata yapılırsa yine sonuçlar çok etkilenir.

 

Bir örnek vereyim: 2002 yılında mali kesim için zımni deflatörü % 108 artmış çıkıyor. Kabaca bankalar sundukları mal ve hizmetlerin fiyatlarına en az % 108 oranında zam yapmış olmaları lazım… Bunun böyle olmadığını biliyoruz. Üstelik milli gelir tablosundaki bir başka kalem de böyle olmadığını gösteriyor. Bu tabloda bankacılık kesimi ile ilgili ‘izafi banka hizmetleri tahsilatı’ kalemi var. Bu  kalem bankaların başka sektörlere girdi olarak verdiği hizmetlerin değerini gösterir. Madem ki mali kesimin sattığı hizmetlerin fiyatlarında çok artış oldu, onun burada da görülmesi gerekli. Oysa bu kalemin zımni deflatöründeki, yani fiyatındaki, artış hızı sıfır. Bu tabloda bir tutarsızlık var.

 

ÖM: Burada tabii çok esrarengiz ve yorumlanması da hayli güç, özellikle senin gibi pek çok iktisatçının uzmanlık alanının tam da ortasına giren bir konuda anlaşılmaz bir durum var. Daha önce de metodoloji konusunda bir yanlışlık olup olmadığından emin olmadığını söylemiştin. O zaman, şunu sorayım: Bu konuda bir problem gözüküyor mu?

 

HE: Bu konuda da bir problem var… Dolayısıyla bu hata eskiden beri var. Ama anlaşılan bu yöntem zaman içinde Türk ekonomisi belli şekiller aldıkça kendini giderek daha fazla belli eden yanlışlıklara yol açıyor. Şimdi bunun ben farkındayım da başkası farkında değil diye bir şey söz konusu değil, tam tersine iki yıl evvel DİE komisyonlar kurdu, gruplar oluşturdu. Ben de mali sektörün milli gelirin hesaplarına aktarılması grubunda çalıştım. Yeni yöntem hazırlanıyor, şu anda dünyada kullanılmakta olan ulusal hesaplar sistemine çok daha uygun bir yapıya geçilecek.

 

Sonuçta söylediğim şu: Milli gelirin büyüme hızından kuşku duymak için çok büyük gerekçem yok. Fakat bunun nasıl sağlandığı, bunun gelir tarafının nasıl oluştuğuna ilişkin açıklamalar pek inandırıcı görünmüyor. Çok dikkatli olmak gerekli. Çünkü böyle garip tuzaklar var. Özellikle detaylarda…

 

Tekrarlayayım:Ben böyle bir büyümenin sadece stok birikmesi ile olabileceğini sanmıyorum. Bir yıl boyu insanlar stok biriktiriyor ve tarihimizin en büyük stokuna ulaşıyoruz, bunu anlamak mümkün değil.

 

ÖM: Milli gelirdeki bu çok yüksek görünen, % 7.8 gibi hiç beklenmedik büyüme oranı dünyadaki diğer ülkelerle kıyaslandırıldığında –az önce ‘bu bir rekor mu’ diye sorarken onu kastetmek istiyordum– nasıl bir seyir arz ediyor?

 

HE: Çok iyiyiz o konuda, bir kere 2002’nin son çeyreğindeki büyüme hızımızla rakip olabilecek bütün herkesi katladık ve Çin’i de geçtik. Çin en hızlı büyüyen ülke idi, son çeyrekteki büyüme hızımız onu da geçti. Bizde % 11 büyüme Çin’de ise % 8.1…

 

2002’de Türkiye’nin büyüme performansı dünya ölçüsünde yüksektir. Sanırım tüm yıl hesaba katıldığında Çin’inki biraz daha yüksek. % 8 gibi anımsıyorum.

 

ÖM: Ama, aylar önceki bir konuşmamızda orada da bir metodolojik hata yapıldığından bahsediyordun yanılmıyorsam?

 

HE: Evet, bir Amerikalı ve bir Çinli araştırmacı yöntem sorunu olduğunu söylüyorlar. Belki Çin’in de büyüme hızı aslında daha azdır, onu bilmiyoruz. Çin otoriteleri de bu tür yanlışları düzeltmek için uğraşıyorlar. Onlar da hayatlarından memnun değil, daha iyi görebilmeye çalışıyorlar.

 

Bütün bunlara baktığımız zaman iki şey söylemek mümkün:

Birincisi, milli gelir tahmini yapmak kolay iş değildir. Ama bizde pek kolay yapılıyor...

Örneğin, birisi telefonla soruyor “Anket yapıyoruz, milli gelir yüzde kaç artar?” Eğer soru sorulan kişi daha önce oturup, kafasını yorup bu konuda çalışmamışsa söylediğinin hiçbir ciddi tarafı yoktur. Bizde bu iş kolay zannediliyor, koskoca DİE bununla uğraşıyor, bir de eleştirilere muhatap oluyor. Kolay iş değil bu tahminleri yapmak.

 

Ama bu tahminler çok önemli. Örneğin büyüme tüketimden olmuş olsa, bankaların tüketici kredilerine, kredi kartlarına ağırlık verdiği bir ortam olması lazım. Büyüme yatırımdan olursa bankaların şirketlere açtıkları orta vadeli kredilerde hareketlenme olması lazım. Ayrıca birisinin istihdam etkisi başka olur, ötekinin başka türlü…

Yani “büyüme oldu” demek yetmiyor, “nasıl oldu”ya da bakmak gerekli. Çünkü bizim yaşamımızı etkileyen büyüme hızı kadar büyümenin oluş biçimi…Biz ekmek yiyerek mi büyüdük, yoksa elektronik sanayine yatırım yaparak mı büyüdük? Arada büyük fark var.

 

ÖM: Yani, ‘biz zenginleşiyoruz ama farkında değiliz’ gibi çok tuhaf bir sonuç çıkıyor.

 

HE: Benim konuştuğum, işadamları çevresinden olsun ya da bankacılık çevresinden olan insanlar, “Büyüdük de, peki biz niye göremedik?” diye soruyorlar.

 

ÖM: Ben de onu sormak istedim, hadi biz naçiz programcılarız da, iktisatçılar ve işadamları da göremiyorsa durumda bir tuhaflık var demektir herhalde?

 

HE: Düşünmemiz gerekiyor… Açıkça bu büyüme biçimini pek ikna edici bulamadığımızın altını çizmek gerekli. Tabii bundan kolay sonuçlara da varmamak gerekiyor; istatistikler tahrif ediliyor diye… Konu bu değil, konu yöntemsel ve daha karmaşık. Benim sezgim, sektörel fiyat deflatörlerin hesabında kullanılan ağırlıklardan gelen bir sorun olduğu yönünde… Bu nedenle de nominal rakamları reele çevirirken büyük sapmalar ortaya çıkmış olabilir…Bilerek yanlış istatistik yayınlanması gibi bir sorun. Bence nominal değerleri kabaca doğru yakalayabiliyoruz. Ne kadar bankacılık hizmeti yarattığınızı banka bilançolarından bulursunuz, üretimi büyük şirketlerin hepsine sorup, küçük şirketlerden örnek alarak -ki DİE böyle hareket ediyor- yakalarsınız. Oralarda büyük hata olmaz, fakat fiyatları hesapladığınız yöntemde bir sorun varsa reel rakamlar çok sapabilir. Yani deflatörü 40 derseniz 50 olan nominal artış 10 olur, 30 verirseniz 20 olur, arada da çok büyük fark var.

 

ÖM: Bu tespiti yapmakla yetinelim. Yeni hazine bonolar çıkarılması ve sivil toplum kuruluşlarının desteği ile hibelerle iki projelerden bahsediliyordu. Bunun üzerinde ileride belki daha uzun boylu durmak gerekir ama bir cümle ile bunun ne olduğunu anlatır mısın?

 

HE: Hayır, bugün Hazine’de çalışan arkadaşlarımızın öngörmediği, öngöremeyeceği herhangi bir öneri yok. Onlar piyasanın hangi kağıtlardan, ne kadar alabileceği üzerinde bilgi sahibiler. Bu yeni önerilenin de hiçbir farklılığı yok.

 

Zaten sorun vadesi 3 yıl olsun veya şu kadar olsun değil. Sorun ‘Bu kağıt alınır mı alınmaz mı?’da yatıyor. İsterseniz 30 yıl vadeli kağıt çıkarın, alınmazsa ne olacak?

 

Hibe gibi olaylara, kampanyalara gelince, çok dikkat etmek lazım, ilk bakışta hoş gibi görünüyor ama aczin ifadesidir, verdiği sinyal çok olumsuz olur.

 

Tarihimizde hibe olaylarının acı sonuçları vardır “Sultan Osman” ve “Reşadiye” zırhlılarından beri… Bu noktalarda bence dikkatli olmak lazım, ‘Türkiye âcizdir’ sinyalini vermemek lazım. Esas atlanan mesele, Türkiye’nin iç borç stoku inanılmaz büyüklükte falan değildir. Türkiye’nin iç borç stoku makul büyüklüktedir, hele kamunun kendi içindeki borcu da hesaba katıldığında… Dış borcunuzun ise vadesi uzundur, faizi düşüktür. Hâlâ anlaşılmayan nokta budur. Bizim devletimizin dış borcunun ortalama faiz oranı  % 5’dir, düşüktür.

 

Türkiye’nin esas sorunu hükümetlerin güven verememesi nedeni ile iç piyasadan borçlanmada reel faizin çok yüksek olmasıdır. Dolayısı ile siz borcu bağışla, vs. “çek parmak” aşağıya indirdiğinizde reel fazi düşüremezseniz, bir yıl sonra burada olduğunuz noktadan daha beter bir noktaya gelirsiniz. Herhangi bir şekilde logaritma, vs. bilen birisi bunun hesabını kolaylıkla yapabilir.

 

ÖM: Bu durumda hibe gibi bir özveri kampanyasından, toplumu da topyekûn seferber edecek bir kampanyadan bahsediliyorsa onun da “koalisyona katıldığımız” gibi açıklamalardan daha kuvvetli bir manevi teşvike, müşevvike ihtiyacı var diye de düşünüyor insan.

 

HE: Belli bir konu için hibe, yardım istenebilir ve bunun kampanyası yapılabilir: Bu, “doğayı korumak” olabilir, “çocuklara yardım” olabilir. Ama "memleketi kurtaralım" şeklindeki bir kampanya açarsanız işi değişir. Çünkü aynı anda insanlara "memleket kurtarılmaya muhtaç" demiş oluyorsunuz. Yurt dışına da bu sinyali vermiş oluyorsunuz. Bu işin sonunda korku mu baskın gelir, gönüllü katılım mı? Bunu bilmek kolay değil. Ben o açıdan onu çok hatalı görüyorum. Oysa iş ciddiye alınıp reel faiz oranlarının düşmesine yol açacak güven telkini halinde, öyle toplanabilecek paradan çok daha büyük tasarruf sağlanabilir. Bu konuda da çalışıyorum, bunu daha açık göstermeye çalışacağım.

 

ÖM: Tabii onu konuşmak çok isteriz. Yani dönüp dolaşıp, belki de bu programların başından beri söylemekte olduğun temel meseleye dönüyoruz: saygınlık ve inandırıcılık meselesine.

 

(3 Nisan 2003 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)