Diyarbakır Sokakları

-
Aa
+
a
a
a

Geçtiğimiz hafta Demokratik Toplum Kongresi’nin düzenlediği “Faili Meçhuller ve Kayıplar Çalıştayı”na katılmak üzere Diyarbakır’da bulunan Mithat Sancar’la bu kez Diyarbakır hakkında konuştuk: “Diyarbakır’da sokaklar her zaman çok canlıydı. Gördüm ki, şimdi sokaklar her zamankinden de canlı. Birikmiş onca acıya rağmen öfkeden çok hayata özlem var bu canlılıkta. Acıyı böylesine bir vakarla yaşamak, Diyarbakır’dan tüm ülkeye yayılması gereken bir nimettir; kadrini bilelim. Etrafımızı saran kirli çemberin kanlı döngüsünü kırmak istiyorsak, Diyarbakır’ın sokaklarını görelim, duyalım.”

Dinlemek için:

İndirmek için: mp3, 24.6 Mb.

11 Nisan 2012 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.

Açık Gazete’nin ve Meo Voto’nun podcast servisine abone olmak için tıklayın.

***

Mithat Sancar'ın Taraf gazetesinde aynı konuda yayımlanan yazısı:

Taraf

11 Nisan 2011  

Sokağın hafızası    

İlk gençlik zamanlarım ve meslekteki ilk yıllarım Diyarbakır’da geçti. Bu şehirdeki ikametimin bitişinden bu yana yirmi yıldan fazla zaman geçti. İkametim bitmiş, lakin ilişkim hep sürmüştü. Yılda üç dört kez giderdim mutlaka.

Bu haftasonu yine Diyarbakır’daydım. Yola çıkmadan önce şöyle bir hesap yaptım ve gördüm ki, son gelişimin üzerinden epey zaman geçmiş. İlk defa bu kadar uzun bir ayrılık yaşamışım Diyarbakır’la.

“Esmer kirvem” derim ben bu şehre. Kirve, kolay kolay küsmez. Alınsa da belli etmez. İncinir muhakkak; ama öfkelenmez.

Kirvelik, istiridye ile inci arasındaki ilişkiye benzer. Bu bağ bir kez kuruldu mu, iki taraf birbirini hiçleştirmedikçe kopmaz, kopamaz.

Ben ziyareti aksatmış, kirveme karşı kusur işlemiştim. Lakin bağımda ve bağlılığımda bir esneme, bir zayıflama yoktu. Kirve bilir bunu. Bildiği için de kucaklaşma ânında haklı sitemlerini bile hissettirmez. Kucaklamakta tereddüt göstermez.

Diyarbakır, kapılar ve sokaklar şehridir bir bakıma. Zamanın diplerindeki sonsuz renklere açılan kapıları, geçmişin türlü tonlardaki seslerine ve sessizliğine yürüyen sokakları vardır. Bu kapılar ve bu sokaklar, sadece geçmişe doğru değil, geleceğe doğru da bir sonsuzluk hissi verir bana.

Diyarbakır, öykümün derin sırdaşıdır. En çok da buradan nüfuz etmiştir hayatıma. Zira bir yere, bir şeye, bir insana karşılıklı veya karşılıksız bağlanmanın en derin yollarından birinin “sırdaşlık”tan geçtiğine inanırım.

Sokaklarında yürüdüğüm zaman, o ikamet yıllarında oluşan sırlara eklenen yeni sırları da anlatıyormuşum gibi gelir bana. Ben anlatırken de, kirvem şefkatle dinler, çelebice gülümser sanki. Suç ortaklığının tadını çıkarırız kimselere çaktırmadan.

Diyarbakır’a Ankara’dan geldim, oradan tekrar Ankara’ya döndüm. “Bu iki şehir arasındaki en büyük farklardan biri nedir” diye çok sordum kendime. Yıllar önce bu sorunun cevabının, iki şehrin “sır”la kurdukları ilişkide yattığına kanaat getirmiştim. Biraz değiştirerek aktarayım o yazdıklarımı:

Diyarbakır, sanki baştan aşağı zula, tenden ruha sırdaş yaratılmıştır. Gerçi Ankara da “sır” sözüne yabancı değildir; hatta Ankara’nın bir sureti düpedüz bu “sır”la boyanmıştır. Ama bunun benim aradığım, hayatlarımızı kendimizin kılmak için vazgeçilmez saydığım sırla hiçbir ilgisi yoktur; aksine hayatlarımızı bizden çalmak, sığınabileceğimiz zulalar bırakmamak, hatta büyüdüğüm şehirlerin öyküsünü gasp etmek için en çok kullanılan sırdır bu; “devlet sırrı”dır.

Ankara, Diyarbakır’ın “sırrı”nı anlayamıyor; Ankara’nın “sır” dediğine ise, Diyarbakır “vahşet” diyor. Diyarbakır sokakları için “sırdaşlık”, hayatın en güçlü kaynaklarından biridir. Ankara’nın “sır”dan anladığı ise, tek tek hayatların ve bir bütün olarak hayatın talanıdır. Ankara’nın “sır” diye sakladığı bu talanın sebebi de sorumluları da, Diyarbakır’ın gözünde çırılçıplaktır.

Diyarbakır’a bu seferki geliş sebebim, Demokratik Toplum Kongresi’nin düzenlediği “Faili Meçhuller ve Kayıplar Çalıştayı”na katılmaktı. Diyarbakır’dan başlayarak Kürt coğrafyasını derinden yaralayan “insanlık suçları” konuşuldu gün boyunca. Aslında yeni bir şey söylenmedi. Esasen söylenecek yeni bir şey de kalmadı. Bilmesi gereken herkes bilmesi gereken her şeyi biliyor. Buna rağmen, bu derin yarayı onarmak için yapılması gerekenler yapılmıyor. Ankara, bu insanlık suçlarını “devlet sırrı” perdesinin ardına gizlemekte inat ediyor. Diyarbakır, bu perdeyi yırtıp atmak için ısrar ediyor. Çalıştay’ın anlamı ve özeti bundan ibarettir bence.

“Sokaklar toplumsal hafızayı temsil ederler” diyor Allan B. Jacobs. Diyarbakır’da sokaklar her zaman çok canlıydı. Gördüm ki, şimdi sokaklar her zamankinden de canlı. Birikmiş onca acıya rağmen öfkeden çok hayata özlem var bu canlılıkta. Acıyı böylesine bir vakarla yaşamak, Diyarbakır’dan tüm ülkeye yayılması gereken bir nimettir; kadrini bilelim.

“Yunanlılar, hafızanın zamanın ve denizin kardeşi olduğuna inanıyorlardı; yanılmıyorlardı. Birkaç yüzyıl öncesine kadar, İspanyolcada ‘hatırlamak’ kelimesi ‘uyanmak’ kelimesiyle aynı anlama geliyordu.”

Diyarbakır’ın sokakları denize kardeştir; uyanıktır, hatırlıyor.

Etrafımızı saran kirli çemberin kanlı döngüsünü kırmak istiyorsak, Diyarbakır’ın sokaklarını görelim, duyalım.