'Çözüm göstermek, aktörleri buluşturmak gerekiyor'

-
Aa
+
a
a
a

Hülya Demircan: Efendim geçen hafta programımızın en heyecanlı bölümünde kaldık. Sosyal sorumluluk, Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları ve gayrı resmi kuruluşlar arasındaki kavram farkı olduğuna işaret ettiniz. Sivil toplum kuruluşlarının gayri resmi kuruluşlardan çok farklı olması gerektiğini ve bu farklılığın sivil hareketle birlikte olması halinde ancak, sivil toplum kuruluşu olabileceğini söylediniz. Doğru özetleyebildim mi, yoksa düzeltmek istediğiniz bir şey var mı?

Korhan Gümüş: Evet katılıyorum söylediğiniz özete. Çünkü Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının bu gayri resmi sıfatın pek anlaşılamadığı kanaatindeyim. Bunu da belki şöyle açıklayabiliriz. Sivil toplum sözcüğü birtakım çeviri yayınlarda çok fazla yer alıyordu. Yani işte 1990’lara gelirken 80’lerle 90’lar arasında Kane’in kitapları çevrilmişti. Ayrıntı yayınları o sırada önemli kitapları çeviriyordu. Bohman, henüz belki bir kitabı falan vardı. Ondan sonra Sennett’in kitapları, yani çeviri aşamasında olan kitaplar... Bunlar ortalıkta dolaşırken bu kamusal alan ve sivil toplum tartışması çok ön plana çıktı. Bizde bu belki Türkiye ve Birleşmiş Milletler zirvesinin yapılacak olması nedeniyle, yani Habitat II konferansı için NGO forumuna karşılık aranırken oldu. Çeşitli kuruluşlar vardı, mesela isimleri “dernek”, “vakıf” gibi... Bunlar bu kapsayıcı kimliği içermiyordu. O yüzden yeni bir kavram arandı. Eskiden kalma bir demokratik kitle örgütleri kavramı vardı ama o da daha siyasal çağrışımlar yapıyordu. Tarafsız bir kavram bulunmaya çalışıldı. Gönüllü kuruluşlar dendi o da olmadı. Çünkü bu alan sadece sosyal yardım çalışmaları ve şeyle de ilgili değil, yani gönüllü olmak da yeterli değil. Demin konuştuğumuz gibi siyasal alana dönüştürme misyonu da var bunun içinde. Onun için bu sivil toplum kavramının yanına bir “kuruluş” sözcüğü eklendi, kullanılır oldu. Biz bu STK kavramını böylece kabul ettik. Resmi taraf da bunu kabul edince akredite oldu kavram aynı zamanda. O zaman toplu konut idaresi tarafından programı yürüten kabul edilince, herkes bunu benimsedi ve meslek kuruluşları olsun, konu temelinde çalışan sivil toplum kuruluşları olsun, mahalli kuruluşlar olsun, hatta inisiyatifler olsun, bunların hepsi aynı bohçanın içine girdiler ve biz bunların hepsine STK demeye başladık. Oysaki bu kavram kendi içinde problemli. Dediğim gibi sivil toplumu temsil etme misyonunu ifade ediyor. Halbuki sivil toplum kuruluşları tamamen –evet- sivil topluma dayanırlar ama sivil toplumu temsil etmezler, siyasal kuruluşlar gibi. Yani “bir sivil toplum olarak” diye konuşmaya başlıyorlar ya sivil toplum kuruluşları, bu siyasal alanı daraltan bir şeydir, çünkü katılımı ve müzakere alanını daraltıyor. Yani diyelim, İstanbul’da nazım planı hazırlanıyor, yani yönlendirici plan hazırlanıyor belediye tarafından ve bu kuruluşlar gidip kendi görüşlerini ifade ediyorlar. Yani böylece uzmanlar katılıyor sürece...

HD: Yurttaş katılımı olmuyor.

KG: Evet, hep böyle oluyor, yani başkaları...

HD: Toplum yok. Peki, o zaman gönüllü kuruluşları biraz açmak ihtiyacı duyuyorum sizin bu söyledikleriniz doğrultusunda. Şimdi gönüllü kuruluşlar ve meslek odaları, dediğiniz gibi bunları ayrıştırdığınız zaman, içinde bir araya, yan yana gelemeyecek tipte kuruluşlar olduğunu düşünüyorum ben. Meslek kuruluşları ayrı, sermaye kuruluşları ayrı, belirli çıkarlar doğrultusunda kurulan vakıflar ayrı... bir de mahalli çapta çalışan, yerel inisiyatifte çalışan gönüllü kuruluşlar da olabiliyor. Siz bu gönüllü kuruluşlarla çalışmayı mı tercih ediyorsunuz veya sizin anladığınız sivil toplum kuruluşları kapsamına giren kuruluşlar hangisi ve gönüllülüğü de bu bazda ele alır mısınız? Gönüllülük nedir, nasıl olmalıdır, gönüllü kuruluşlarda çalışmalar nasıl olmalıdır?

Siyasal sürece katmak

KG: Aslında karşılaştırma yapmak için bunun bütününe bakmak lazım. Tek tek bakmamak lazım. O bakımdan haklısınız. Şimdi ben bir kere bu meslek kuruluşlarının tarihini önemsiyorum. Çünkü batıdaki korporitist gelenekte bu insanların, yani uzman dediğimiz, aydın dediğimiz insanların, ortaya çıkışıyla başlıyor. Modern toplum sonuçta uzmanlıklar toplumu, iktidarın, yani siyasal alanı yönlendiren kurumsallaşmanın temelinde uzmanlıklar var. Bakanlıklara bakın, hepsi birer ayrı uzmanlık konusudur. Yani bu açıdan baktığınız zaman, yönetim dediğiniz zaman, uzmanlıkları anlıyoruz. Uzmanlıkların da, ben ayakkabı tamirciliği gibi ya da terzilik gibi uzmanlık olmadığını düşünüyorum. Yani müşterisiyle kendisi arasında gerçekleşen bir faaliyet olmadığını, başkalarını ilgilendiren bir faaliyet yaptığını düşünüyorum. Şehir plancısının, mimarın, efendim hukukçunun vs. bütün doktorların...

HD: Doktorların...

KG: Evet, eğitimcilerin... Şimdi bu açıdan baktığınız zaman, bu insanların yani krize işaret etmesi yani kendi alanlarındaki bu yönetim sorununa, toplumun bir nesne olmadığını görmeleri ve kendilerini iletişime açmaları ve toplumsal katılımı sağlamaları bir gönüllü işlevdir. Bu sivil toplum kuruluşlarının kuruluşuna yol açan kopuştur. Yani bu korporatizm dediğimiz meslekçi profesyonel yaklaşımla yeni bir yaklaşımın doğuşunu haber veren batıdaki önemli bir kopuştur. Bu soğuk savaş döneminde dediğim gibi örtük kalan bir gelişmeydi ama böyle yaşandı. İnsanlar çıktılar ve savaş karşıtı oldular, işte diyelim ki insan hakları savunucusu oldular. Gönüllülerin ben sadece sosyal etkinlik olsun, aman burada çok güzel insanlar var diye gönüllü olduklarını düşünmüyorum. Bir sorunu onlar da fark ettikleri için o sorunu, katıldıklarını düşünüyorum siyasal süreçlere. Deprem olduktan sonra birçok insan, gönüllü oldu ve deprem bölgesine gitti. Ama işte kurumlaşma daha da önemli orda. Biz Ortaçağ’da yaşamıyoruz, yani uzmanlıklar toplumu diyoruz, o zaman demek ki imar planları hazırlanırken, şehir plancılarının bunu zaten katılıma açmaları gerekirdi. Mühendislerin, işte zemin haritaları hazırlanırken bunu toplumsal iletişime açmaları, yapı yönetmelikleri ortaya çıkarken bunları katılıma açmaları ve siyasal süreci etkilemeleri gerekirdi ki o zaman gerçekten sadece gönüllü olmakla yetinmeyip aynı zamanda siyasal süreci etkileyecek bir işlev görülsün.

HD: Bu arada hemen bir şey aklıma geldi Korhan Bey. Bunlar yapılmadığı için midir ki, doğuda birtakım evler yapıldı, insanlar hayvanlarını koyacak yer bulamadılar, o yüzden gidip yerleşmek istemediler oraya ve halkın yaşam biçimine uymadığı için de “Vay bak biz ev yapıyoruz, adam gidiyor hâlâ hayvanını yerleştiremediği için oturmuyor” gibi bir de eleştirilere maruz kaldılar. Bunun örneği olabilir mi?

KG: Evet o da işte. Çok güzel bir örnek bu. Yani tam insanları böyle nesne gibi; yani hayvanları nasıl görüyorlarsa, işte insanlara da öyle bakan bir yaklaşım. Depremden sonra hemen bir barınak sorununun olduğu ortada. Alternatif bir barınak biçimi sağlamak gerekiyordu ve insanlar açıkta kaldılar. Biz o zaman bir hafta sonra depremden, bugüne kadar, devletin yaptığı alternatif barınakları, acil barınakları gözden geçirdik ve hemen siyasal süreci etkileyecek yeni bir kavram geliştirdik. Bu aslında bütün dünyada uygulanan bir şey, Acil Mobil Barınak diye, yani çevreyi kirletmeyen sökülüp takılabilir, böylece moloza dönüşmeyecek ve geri kazanılabilir bir şey oluşturacak ve başka acil durumlar için bir konut üretimi yaptık ve bunu da profesyonel bütün mimarların katılımına açtık ki böyle bir fikir geliştirelim, bu süreci etkileyelim diye. Fakat bazı kişiler bunu... İşte profesyonellikle gönüllülük arasındaki ayrım belki burada ortaya çıkıyor. “Deprem bölgesinde işte para var, yurtdışından da para geliyor, işte konut yapalım. Siz kaç tane yaptınız? Biz yüz tane. Aaaa Biz beş yüz tane yaptık. Aaaa siz kaç tane yaptınız? Elli tane. Biz yüz tane yaptık.” Böyle sanki özel sektörün yapacağı bir işi sivil toplum kuruluşları yapmalıymış gibi kuruluşlar ortaya çıktı. Hatta hiç bu konuda bir sorunu olmayan kuruluşlar bile para var diye sırf konut yapımına giriştiler ve tabi ortaya...

HD: Hazin bir tablo çıktı.

Sorunlarımız çok aktörlü

KG: Yani heba olan kaynaklar. Şimdi sivil toplum kuruluşları bunu yapmamaları gerekir diye düşünüyorum. Çünkü falanca sivil toplum kuruluşu para buldu diye o paraya hükmederek kendisi konut yapmak zorunda değil. Kuruluşlar birtakım sorunları dile getirecek şeyler yaparlar ve ondan sonra mesela kalıcı yerleşimler yapıldığı zaman da imar planlarının hazırlanması, bunların nasıl gerçekleşeceğini, sorun ederek, sürece katkıda bulunurlar. Yoksa inşaat şirketi olurlardı, yani konut yaparak sadece sonuç üzerinde etkili olsalardı. Burada galiba bir fark ortaya çıkıyor. Profesyonel kuruluş nedir, gönüllü kuruluş nedir? Şimdi dolayısıyla bir meslek kuruluşları var, demin kenara koyduğumuz. Bu meslek kuruluşlarıyla birlikte gelişen konu temelli kuruluşlar var. Bunlar o kuruluşların iletişim biçimini ve mesleği dönüştürüyorlar. Aslında tersyüz ediyorlar, yani tepeden inmeci, bir meslek pratiği olmaktan çıkarıyorlar. Onun dışında bir de mahalli kuruluşlar var diyelim, yerel kuruluşlar, hemşehri örgütlenmeleri, sorun sahiplerinin kendi inisiyatifleri. İşte bu ikisinin birleşmesinden zaten sivil toplum kuruluşları oluşuyor. Yani bir tarafta bu uzmanlık kuruluşları, bunların bilgiye açmalarıyla, yerel katılımı güçlendirmeleriyle birlikte, yerel sorun sahiplerinin örgütlenmeleri de bunun karşı faktörü. Bizim aslında bütün sorunlarımız her biri birçok aktör içeren problemlerdir. Afet konusu da öyledir, yerleşim konusu da öyledir. Dolayısıyla zaten tek özneli bir siyasal modelden söz etmediğimiz için, karşılıklı ilişkileri içinde kamu otoritesi konu temelinde çalışan sivil toplum kuruluşları ve mahalli sorun sahipleri arasında bir üçgen içinde tanımlamak lazım bence çalışmaları.

HD: Peki Korhan Bey, Türkiye’yi ne konumda görüyorsunuz? Yapılan güzel şeyler ve yanlışlar diye sorduğunuz zaman eminim yine çok dolu tecrübeleriniz var.

KG: Estağfurullah. Ben çok fazla tecrübe sahibi değilim.

HD: Sadece 25 sene.

KG: Herkes aşağı yukarı 80 kuşağının...

HD: Evet 78 kuşağı diyorum ben bize, bilmiyorum siz ne diyorsunuz... Evet, tarih de değerlendirme şekline bağlı galiba.

KG: Şimdi bizim ilk Yeşil Dayanışma diye bir grubumuz vardı 80’lerde. Ondan önce dediğim gibi gecekondu bölgelerinde çalışıyordum. Birtakım sorunlara işaret edip ve onları işliyorduk ve işlerken özellikle bağımsız bir alandan hareket ediyorduk. Galata’da mesela, Kule’nin etrafındaki konutları yıkıyordu belediye başkanı. Çünkü onları tarihi yapılar olarak, ecdadımızın eseri olarak görmüyordu. “Bunlar zaten azınlıkların binaları, yakabiliriz” diyordu. Biz alternatif bir ses çıkardık. Dedik ki “burası bir kentsel dokudur, bütün olarak bakmak gerekir ve insanları buradan konutlarından kapı dışarı atmak böyle olmaz, böyle plan yapılmaz.” O zaman buna karşı eylemler yaptık. Nasıl eylemler yaptık? Evleri boyadık, temizledik, müzik etkinlikleri yaptık, afişler, broşürler hazırladık, plaketler çaktık. Çok yoğun bir basın ilişkileri yürüttük ve Dalan orayı yıkamadı sonuçta. Buna benzer çok olay oldu. Yani birçok yeşil alanı bu şekilde kurtardık işte.

HD: Peki orada oturan insanlar da katılıyor muydu?

KG: Katıldı evet, şimdi zaten farkı buydu. Biz bunu aydın duyarlılığı denen seçkinci bir yaklaşımla, “doğrusunu biz biliyoruz” diye değil, insanları katarak yapmayı öğrendik. Gecekondu bölgesi tecrübesi bize bunu öğretti. Biz çünkü burada kendimizi temsil etmekten ziyade oradaki halkın bilgi sahibi olup kendi haklarını savunmasını sağlamak gibi bir yöntem izlemiştik. Fakat hep böyle tepki gösteren bir konumda kaldık. Evet, gidiyordu bir şeyler, ben mesela Galata Köprüsü için 82 yılında 20 bin adet broşür bastırdım ve anlatmaya çalıştım, burası İstanbul’un en önemli kentsel simgesidir ve taşıma sistemi isteniyorsa değiştirilir, gerekçesi buydu çünkü ve Haliç’i kirletiyor deniyordu. Pekala dubalı sistem değiştirilebilirdi, fakat bir kentsel simge olarak korunması gerekir ve İstanbul çok çok şey kaybetti bu tip operasyonlar yüzünden. Hep krizlere işaret etti ve bize yeterli gelmedi, yani hep bir soruna işaret etmek. Aslında çözüm göstermek gerekiyor, yani sivil toplum kuruluşlarının amacı, sadece sorunlar karşısında tepki göstermek değil, çözümler göstererek de siyasal süreçte yer almak. Onun için de sivil toplum kuruluşlarının içinde çalışmaya başladım. Bizim dernek de mesela bu şekilde kuruldu.

HD: Ne zaman kuruldu?

KG: 1997’de kuruldu. Fakat ondan önce de işte gene bir topluluk halinde devam ediyordu. Başka kuruluşlar...

HD: Buradaki hedefiniz bu yerel katılımı artırıcı bir sivil hareket oluşturmak mı çevreyle ilgili?

KG: Evet, çünkü biz burada kendi görüşümüzü temsil etmiyoruz dikkat ederseniz. Bizim yaptığımız birçok etkinlikte kendi ismimiz bile geçmez, altında bazen “İnsan Yerleşimleri Derneği tarafından hazırlanmıştır” denir. Bu son Galata’da yaptığımız çalışmada olduğu gibi. Biz aktörler arası bir buluşma yaratmaya çalışıyoruz. Bütün dünyada yapıldığı gibi. Yani çok aktörlü planlama tekniklerini Türkiye’de tanıtmaya çalışıyoruz. Mesela Galata’da bir risk azaltma birimi oluşturmaya çalışıyoruz, işte yerleşim güvenliğini sağlamak için model olacak bir örnek çalışma yapıyoruz. Bunun için hem uluslararası köprüler kuruyoruz, böylece yerel bir sorun olmaktan çıkarıyoruz sorunu, uluslararası örneklerle köprülendiriyoruz. İşte burada Japonya’da Tokyo belediyesiyle köprülendirdik. Buradaki yerel partneri güçlendiriyoruz yani, yerel yönetimi, mali yönetimi, belediyeleri... Beyoğlu Belediyesi; burada taşıyacak durumu ortaya çıktı. Onun Büyükşehir Belediyesi gibi diğer aktörlerle, koruma kurulu gibi ilişkilerini güçlendirmeye çalışıyoruz. Ama her şeyden önce, denklemin en önemli parçasını siyasal sürece katmaya çalışıyoruz, o da yerel halk, sorun sahipleri. Onların da tek bir kamu yararı kavramı temsil edeceğini düşünmüyoruz. Böyle şeyler vardır. Halk söylemi çok tehlikelidir demiştim başlangıçta, çünkü bunun içinde farklı çıkar grupları var bunun hem hangisi yanlışı kötüsü diye ayrım yapmaktan ziyade, yerel halkın güç sahipleri tarafından ezilmesini engelleyecek bir şekilde sorunlarını ifade edebileceği platformlar oluşturmaya ve bir yerel eylem planı nasıl hazırlanır, bunun metodunu anlatmaya çalışıyoruz. Ama sadece yerel halka değil, yani belediyeye de bunu öğretiyoruz ve burada ortaya çıkan başarıyı da bu aktörlerin sahiplenmesini sağlıyoruz, yani biz bu başarıyı paylaşmak veya sahiplenmek istemiyoruz, çünkü biz bu başarının sağlayıcısı değiliz. Onlar kendi gayretleriyle...

Soyutlamayı göstermek

HD: Kolaylaştırıcısı mısınız?

KG: Kolaylaştırıcısı denebilir fakat aynı zamanda da siyasal süreci enformasyon toplayarak, dağıtarak uğraşan yani bayağı, bilfiil içinde olan, kolaylaştırmaktan öte uzmanlık alanını katılıma açmak gibi bir misyonu olan...

HD: Bilinçlendirme.

KG: Başka başarılı deneyimleri, bunun için eğitim diyebilirsiniz, ama klasik bildiğimiz eğitim değil, yani doğrusu budur eğitimi değil, ama en azından insanlara öğrenme fırsatı verecek, bu işin başka türlü yapılabileceğini göstermek açısından başka başarılı örnekleri tanıtmak, bir metot oluşturmak. Çünkü insanlar genellikle kendi sorunlarını dile getirirler, işte benim burada böyle bir sorunum var derler, oysa ki bu aynı zamanda o sorunla birlikte bir sistem sorununa da işaret eder. Dolayısıyla biz bu soyutlamayı yapabilecek ilişkileri kuruyoruz ve böylece bir yerel kalkınma yönetimi diyebileceğimiz klinik çalışmalar, tekil çalışmalar yapıyoruz, hem de bu tekil çalışmaları daha geniş ölçekli çalışmalarla da ilişkilendirmeye çalışıyoruz.

HD: Bunlar hepsi gönüllü mü oluyor Korhan Bey?

KG: Bugüne kadar gönüllü gitti. Çünkü zaten sivil toplum kuruluşlarında yönetim işlevi gönüllüdür, ama bundan sonra biz bu krizlere işaret etmenin ötesinde artık çözümler geliştirmenin, daha kalıcı mekanizmalara ihtiyaç duyulduğunu İstanbul’da düşündüğümüz için, bu Galata projesi gibi birkaç tane projede biz artık kurumsallaşarak yürütme kararı verdik bu çalışmalara...

HD: Bundan kastınız nedir, biraz açabilir misiniz? Kurumsallaşmak derken şu ana kadar yaptığınız zaten kurumsal çalışmalar değil miydi? Ben mi yanlış anlıyorum veya kavram farkı mı?...

KG: Şimdiye kadar insan yerleşimleri derneği sadece gönüllü çabalarla yürüdü yani...

HD: Ama yine bir sisteminiz vardı mutlaka.

KG: Sistem çok güçlü bir insan sermayesine dayanıyordu, yani çok kaliteli uzmanlardan, çünkü misyonu çok önemseyen uzmanlar vardı, birçoğu üniversitede öğretim üyesi olan, yurtdışında, burada... Onlar sürekli derneği destekliyorlardı ve aynı zamanda kendi profesyonel tecrübesinin yeterli olmadığını fark eden, mimarlık bürosu sahibi arkadaşlarımız vesaire, şehir plancıları bu sürece katılıyorlardı. Şimdi derneğin proje yönetimi dediğimiz gönüllü misyonu temsil eden yönetim kurulunun altında tabii ki gönüllü profesyonellerinin olacağı ve maaş alacakları bir sisteme doğru geçmeye çalışıyoruz ve bunun adımlarını atıyoruz. En azından iki üç tane projemiz bu şekilde tanındı, şeffaf ve hesap verilebilir bir mekanizma içinde yönetilecek bu planlama tekniklerinin tanıtılması, örnekteki yerel katılımcı örneklerinin Türkiye’de bilgilendirilmesi... İnsanların bu konuda yerel yönetim alanındaki bu dönüşümü sağlamak açısından ciddi çalışmalara ihtiyaç var. Bu ihtiyacın gönüllülerle birlikte çalışacak profesyonellerin olmasını gerektirdiğini düşündük. Bunların ikisinin eklemlendiği bir yönetim modeline doğru gidiyoruz önümüzdeki süreç içerisinde.

HD: Şimdi dikkatimi çekti; profesyonel, gönüllü profesyonel dediniz; bu da son yıllarda galiba tartışılan bir konu Türkiye’de. Siz “gönüllü profesyonel”den ne anlıyorsunuz? Onu da öğrenebilir miyim?

KG: Yani gönüllü projesi dememdeki neden şu; sivil toplum kuruluşlarında çalışacak insanlar sadece burada ekmek var buradan işte para kazanmak gerekir diye buralarda çalışacaklarını düşünmüyorum. Hele sivil toplum kuruluşlarındaki çalışma koşullarını düşünürsek bence diğer sektörlerden daha fazla özveri gerektiren bir alan olmalı.

HD: Anladım.

KG: Türkiye’de sivil toplum kuruluşları yeni bir alan olduğu için henüz daha tam bilinmiyor belki ama, burada çalışan profesyonellerin zaten gönüllü olduklarını düşünüyorum. Ama geçinmek için belli bir ücret almaları gerekir, ama diğer taraftan da yönetimlerin sivil toplum kuruluşlarının tamamen gönüllü olması gerekir, yani profesyonel bir güdüyle kurulamaz bu toplum kuruluşları ya da bir profesyonel demeyim de ben, bir yarar amacıyla kurulamaz.

HD: Çıkar.

KG: Evet çıkar. Yani bu hem parasal olabilir hem siyasal olabilir. İki açıdan da sivil toplum kuruluşlarının özerk olması gerekir bu tip ilişkilerde.

HD: Aslında bu çıkar, yarar, rant işe yeni bir tartışma açıyor ama şimdilik üçüncü programı yaptığım hiçbir konuk yok. Bir başka sefere diyorum sevgili Korhan Gümüş. Çok teşekkürler geldiğiniz için.

(Açık Radyo’da yayınlanmıştır. Deşifre edenler: Evinç ve Evrim Doğan)