Çocuk Hakları Hareketi

-
Aa
+
a
a
a

Hülya Denizalp Demircan: Bugün konuğum Seda Akço. Önce kendisini tanıdıktan sonra çocuk hakları hareketiyle ilgili konuşacağız. Hoş geldiniz Seda Hanım.

 

Seda Akço: Hoş bulduk.

 

H.D.D: Bizim programımız hem bireyi tanımak, bireyde gönüllülük ve sosyal sorumluluğu öğrenmek, ondan sonra yaptığı çalışma alanında yapılanları öğrenmek gibi iki bölümden oluşuyor, o nedenle öncelikle Seda Akço kimdir, nedir, ne yapar onu öğrenelim.

 

S.A: Ben avukatım, hukukçuyum ve on yıldan biraz daha fazla bir süredir çocuk hakları alanında çalışıyorum. Müdafilik yapıyorum, çocukların müdafiliğini.. Ve onun dışında da bazı gönüllü kuruluşlarda ya da bazı uzman kuruluşlarda da çalışma yapıyorum.

 

H.D.D: Peki Seda Akço nereden aklınıza geldi bu alanda çalışmak, neden böyle bir istek duydunuz veya mecburiyet duydunuz?

 

S.A: Bir çocuk sayesinde oldu bu. Benim bürom Eminönü’nde, orada bir üst geçit var; bir gün bir çocukla karşılaştım orada, yarı baygın vaziyette merdivenlerde yatıyordu, ona yardım edilmesi gerekir diye düşünüp polisten yardım istedim.”Ben bir şey yapamam” dedi, ben de bir şey yapamayacağımı düşündüm, karnının aç olduğunu söyledi, bir tost aldım sonra bıraktım gittim. Bir hafta sonra aynı çocuğu tekrar gördüm, bu sefer ayağı yaralıydı, ciddi vaziyette yaralıydı, onun üzerine bir şey yapan birilerinin olması gerektiğini düşündüm. Polis bir şey yapamaz, ben bir şey yapamazsam...

 

H.D.D: Kim yapacak?

 

S.A: Birilerinin bir şey yapması gerektiğini düşündüm. Aynur Tuncel diye bir arkadaşım var, baroda çocuk hakları merkezinin, -komisyonuydu o zaman- kurucusu, ona sordum ben ne yapabilirim bu konuda diye. Merak ediyorsan bizim bir toplantımız var, çarşamba günü oraya gel, konuşalım dedi. Ben o çarşamba baronun çocuk hakları komisyonuna gittim, sonra ne yapabileceğimi öğrenmem için beni bir takım yerlere yönlendirdiler. Onlarla konuşurken fark ettim ki yapacak bir sürü şey var, dolayısıyla da böyle başladım, ondan sonra her çarşamba gitmeye başladım; o tarihten bu yana her çarşamba gidiyorum.

 

H.D.D: Yani duygusal bir ihtiyaçtan bilinçli bir davranışa dönüştü.

 

S.A: Evet

 

H.D.D: Psikolog gibi konuştum ama yani böyle bir tanımlama yanlış değil herhalde. Peki Seda Hanım siz başka derneklere de üyeyim dediniz, yine çocuk haklarıyla ilgili mi?

 

S.A: Üyelik değil ama derneklerin çalışmalarına destek olmak şeklinde.

 

H.D.D: Üyelik demeyelim, çalışmak benim burada kastettiğim; yine çocuk haklarıyla ilgili mi?

 

S.A: Evet.

  

H.D.D: Peki o çocuk ne oldu?

 

S.A: O çocuk hiçbir şey olamadı, yani daha doğrusu ne olduğunu bilmiyorum ama o zaman ben onun korunması için bir karar alınmasını sağlayamadım. Pek çok kurumla kuruluşla falan görüştüm, sağlayamadım, ona bir yararım olmadı, şu an ne olduğunu bilmiyorum dolayısıyla.

 

H.D.D: Yani sizi tetikleyen olay sonuçta bireysel değil daha genel bir çözüm aramaya götürdü, değil mi?

 

S.A: Evet.

 

H.D.D: Amerika’da sivil toplum hareketin çok ileri olduğu söylenir hep. Dünyanın hiçbir yerinde yok, bir tek bu kötülükler bizde vardır, dünyanın her tarafı şahanedir zanneden bir çoğunluk var. Ben de bu vesileyle şunu söylemek istiyorum; siz dediniz ya karnını doyurdum diye; Amerika’daki dernek ve vakıfların yani sivil toplum kuruluşu adı altındakilerin çoğunun ya üniversite ve hastane vakıfları olduğunu ve onun dışında kalanların bir çoğunun da aş evi şeklinde olduğunu öğrendim, yani açları doyuruyorlar. Tabii ki bu bir insanlık, tabii ki bu bir faydadır ama sivil inisiyatif, sivil toplum anlamında çok da benim anladığım anlamda olmayan örneklerdir diye düşünüyorum. Nitekim siz de doyurmakla bir şey olmayacağını anlayıp, örgütlenmiş bir çalışmaya katılma ihtiyacı duymuşsunuz.

 

S.A: Bende de benzer bir çağrışım yaptı, onu paylaşmak istiyorum; benzer bir gelişimin Türkiye’de de olduğunu düşünüyorum, bu tip sivil hareketlere ihtiyaç var, yani toplumun sosyal sorunları çözmeye talip olmasına ihtiyaç var. Bu anlamda da dernekler, vakıflar bu tip hizmetler sunabilirler ama sivil toplum hareketinin bunlardan ibaret anlaşılması yanlış. Bizdeki başlangıçları da vakıflar olduğu için hep böyle bakılıyor. Sivil toplum eğer toplumsal hizmetlerden birine talip oluyorsa ondan istenen şey gel yardımda bulun, bağış yap. Eğer yönetimine katılmak, karar alma sürecinde bulunmak istiyorsa “bu senin işin değil” diye düşünülüyor. Şimdi bu proje destekli çalışmalar da biraz bu alışkanlığı pekiştirip bir başka yöne kaydırıyor diye düşünüyorum, ona ihtiyaç var. Sivil toplumca hizmet sunulmasına ihtiyaç var. Ancak bunların dışında kalan, hizmet sunmayan ve bu anlamda da entegre olmayan kuruluşlara da ihtiyaç var; yani eleştiren, bakan, gören, farklıyı araştıran ve de karar alma süreçlerine katılmaya talip olan oluşumlara da ihtiyaç var.

 

H.D.D: Sizin için gönüllülük nedir?

 

S.A: Ben ne olduğundan çok ne olmadığını biliyorum aslında benim bir tek cevabım var; bence tam anlamıyla gönlünü vermek, yani tam kelime karşılığı. Kendinden vermek, kendini vermek, bir sonucu arzu etmek, ona yönelik çalışmak demek. Şunu kriter olarak kullanmıyorum; bu bir profesyonel iş midir değil midir? Bu bence bir kriter değil. İnsan profesyonel işini de gönüllü yapabilir.

 

H.D.D: “Profesyonel iş”i ücretli anlamda kullanıyorsunuz değil mi?

 

S.A: Aynı şekilde ücretlendirme de kriter değil bence, ama şu şekilde kriter değil; yani  “para alıyor muyum almıyor muyum?”  meselesini hiç düşünmeden yapmak. Olsa da olmasa da yapmak, nihai hedefi önemseyerek hareket etmek ve çalışmak. Bence gönüllü olmak bu ve daha çok kendinden verebilmek, kendini vererek yapabilmek diye düşünüyorum ben.

 

H.D.D: Kendinden bir şeyler verebilmek dediniz ama bu arada da insanın da  aldığı bir şeyler yok mu?

 

S.A: Kesinlikle, zaten orada tek taraflı bir şey olmadığını düşünüyorum, onun için de zaten işin para kısmını da çok önemsememek gerek diye düşünüyorum; çünkü karşılık sadece para değil, karşılık sadece meslekte kariyer değil; bir sürü karşılığı var bunun, dolayısıyla da hiç karşılıksız bir şey yapılsın dediğiniz zaman bunu bulmak mümkün değil, o gerçekçi değil.

 

H.D.D: Ne gibi karşılıkları olabiliyor?

 

S.A: Bir kere hedeflediğiniz bir şeyi yapmanın verdiği bir keyif var, eğer bir sonuca ulaşıyorsa oradan aldığınız bir keyif var, bunun işte kabul görmesi, kişisel olarak kabul görmek; bunlar çoğaltılabilir.

 

H.D.D: Yani manevi bir alış var değil mi, sonuç aldığınız zaman o sonucun getirdiği manevi haz hiçbir şeyle ölçülemiyor. Bunu da herkes söylemiyor sanıyorum. Hasbelkader yıllarca bu işe gönül vermiş bir kişi olarak, farklı art niyetlerle gönüllülük yapanları da tanımadım dersem yalan olur. Art niyetli alışveriş olur ama burada işe odaklı alışverişten başka kendi menfaatlerine yönelik alış verişi hesaplayanlar da var, o da sözüm meclisten dışarı diyelim.

 

S.A: İşte bence aslında bütün bunları bir tarafa bırakabilmek gerekiyor. Karşılıksız derseniz gerçekçi değil, çünkü her yapılan şeyin bir karşılığı var, her yaptığınız şeyde bir karşılık alıyorsunuz mutlaka, karşılıksız olması mümkün değil. Karşılığının ne olduğu önemli ve nasıl olduğu önemli; bunlar da değişir kişilere göre. Önemli olan sonuca odaklanarak yapabilmek. Ben duygusal tatminim için yapıyorsam maddi tatmin için yapıyor olmaktan çok büyük bir farkı yok onun, mutlaka içinden bir şey alıyorsunuz. Çok geliştirici bir şey, ben kişisel olarak da mesleki olarak da bu çalışmalar içerisinde çok geliştim ve eminim verdiğimden daha çok aldım aslında.

 

H.D.D: Yani onu ölçme değerlendirmesi zor herhalde ama en azından dediğiniz gibi bireysel gelişim, bireysel tatmin, mesleki tatmin ne derseniz deyin; çok güzel bir alış veriş ortamı olduğu kesin.

 

S.A:  Ama kişi neyi elde ettiğinin farkında olmalı ya da neye odaklandığının farkında olmalı elbette yani “böyle bir yarar geldi ne yapayım, çok da dikkat etmedim” zaten şeklinde olmamalı. İlkeleri olmalı..

 

H.D.D: Peki gelelim çocuk hakları hareketine. Çocuk hakları hareketi ne zamandan beri var? Çok kısa bir tarihçeyle başlayıp bugün neredeyiz, neler yapıldı, neler yapılması lazım bize bir toplayabilir misiniz?

 

S.A: Dünyada, İkinci Dünya Savaşı, daha doğrusu dünya savaşları sırasında başlamış ve esas yola çıkış noktası korumacı yaklaşım. Savaş sırasında en fazla zarar gören grup çocuklar olduğu için onların korunması için başlamış bir hareket ve bundan da çok etkilenmiş...

 

Zaten aslında her yerde başlarken de böyle başlıyor; işte ihmal, istismar mağduru çocukların korunması için diye başlıyor ya da kanunla ihtilaf halinde, yani suça itilmiş çocuklar için başlıyor. Genelde başlangıç noktası ihtiyaç içindeki çocuk, risk altındaki çocuk, onun korunması. Dolayısıyla korunmacı haklar. Ama aslında şu andaki nokta korunmacı haklarla sınırlı değil, çünkü öyle bir an geliyor ki  çocuğu sadece korumacı bir yaklaşımla gerçekten korumak mümkün olmuyor. Onun ötesinde ciddi hak ihlalleri korumacı yaklaşım başlığı altında yapılabiliyor. Böyle bir riski de içeriyor korumacılık; o yüzden çocuğu daha çok birey olarak kabul eden, ona toplumda bir sorumluluk, bir rol veren ve toplumsal kaynakları da onunla paylaşan, dolayısıyla onun katılımına açan bir yaklaşımla besleniyor şu anda. Bu hem korumanın daha iyi olması için, hem de aslında ideali o olduğu düşünülerek daha öne çıkartılıyor ve bütün dünyada olduğu gibi şimdi Türkiye’de de bu hareket bu yönden etkileniyor. Daha çok çocuğun katılımını sağlayacak haklar üzerinde de düşünülüyor. Ama bizim bulunduğumuz noktada bizde de korunmacı sorunlardan başlandı, ama bizim şu anki problemimiz iyi bir korumayı sağlayamıyor olmamız.

 

 

H.D.D: Aslında aile içi korunma değil hukuksal korunma değil mi kastedilen.

 

S.A: Her anlamda koruma. Aile içinde, aile dışında , bütün haklarının, -mesela eğitim hakkının korunması gibi- korunması, riskten korunması, silahlı çatışmadan korunması gibi bütün her şeyi kapsıyor koruma. Ama katılımına da ihtiyaç var, yani çocuğun görüşünün alındığı bir toplum yapısı olsun, o da söz sahibi olsun, bu da isteniyor fakat koruma çok yetersiz durumda olduğu için katılım konusunda bir şey söylemek de söylenenin duyulması, ciddiye alınması da biraz daha zor oluyor, daha fazla ertelenebiliyor, lüks görülebiliyor. Ama asla birbirinden ayrı olamayacağına dikkat etmek ve bunları beraber götürmeye çalışmakta da fayda var diye düşünüyorum.

 

H.D.D: Şu anda Baro Çocuk Hakları Merkezi var ve birkaç tane de sivil toplum kuruluşu var çocuk haklarıyla uğraşan. Baro burada kanun yapma bazında mı ilgileniyor? Baro tam olarak çocuk haklarında neler yapıyor? Diğer dernekler vakıflar neler yapıyor?

 

S.A: Baro kanun yapma süreçleriyle ilgili. Onun dışında da çocukların hukuki sorunlarının çözümüne yardımcı olmaya yönelik çalışmalar yapıyor; müdafilik hizmeti gibi, mağdur çocuklara hukuki yardım gibi avukatlık hizmetlerini veriyor; bunun yanında da teoride bu alanın gelişmesini sağlayacak çalışmalar da yapıyor. Diğer kuruluşları da farklı gruplara ayırabiliriz; doğrudan hizmet verenler var, korunmaya muhtaç çocuklara hizmet veren kurumlar var, dernekler var, vakıflar var...

 

H.D.D: Yani o köprüde gördüğünüz çocuklara yardım edenler var mı artık?

 

S.A: Evet, bakıma özellikle, eğitiminin desteklenmesine ihtiyaç duyan çocuklara bakım hizmeti verenler var, eğitim hizmeti desteği verenler var, sosyal hizmet verenler var, günlük daha sadece gün içinde olan, yani yatılı olmayan günübirlik hizmetleri verenler var.

 

H.D.D: Yani çocuğun karnı açsa gibi mi? Günlük hizmetten kastınız nedir?

 

S.A: Evet ya da bir meslek edindirmek gibi...

 

H.D.D: Yani sokak çocukları mı?

 

S.A: Sokak çocuklarını da kapsayan, yani sokak çocuklarına yatılı olmayan ama sokakta onlara destek vermeye yönelik çalışmalar var ya da tutukevinde bulunan çocuklara tutukevi yaşamını iyileştirmeye yönelik çalışmalar yapanlar var. Dışarıda olup meslek edinme veya eğitimin desteklenmesi yönünde günlük çalışmalara katılmaya ihtiyacı olan çocuklara bu tür destekler verenler var; meslek kursları gibi destekler verenler var, eğitimi destekleyenler var, yatılı bakım verenler var, bir de daha çok işin teorisiyle, ya da gündem oluşturmayla ilgili kısmıyla çalışanlar var. Bütün bunların ilişkisini, irtibatını sağlayan da koalisyonlar var. Türkiye’de iki tane şu anda, ama yaygınlaşması da bekleniyor. İstanbul’da var, bir de Güneydoğuda var, bir de Ankara’da var, üç tane. Onlar da bulundukları yerde bu alanda çalışan kişiler arasında, kuruluşlar arasında ilişkiyi güçlendirmeye yönelik çalışmalar yapıyorlar ve bu çok önemli bence.

 

H.D.D: Yani entegre bir çalışmayı mı sağlamaya çalışıyorlar?

 

S.A: Evet birbirinden haberdar, zaman zaman birlikte hareket etmeyi sağlamak üzere bir beraberlik yaratmaya çalışıyorlar ki, o da önemli bir ihtiyacı karşılıyor.

 

H.D.D: Peki bu koalisyonda çalışmak isteyen olursa, o kişiler görev alabilir mi?

 

S.A: Şu an böyle kapalı bir yapısı yok. Yani çalışmak isteyenler görev alabiliyorlar.

 

H.D.D: Dinleyicilerimizden bu çocuk haklarıyla ilgili çalışmak isteyenlere neler yapmalarını önerirsiniz?

 

S.A: Var olan örgütler içerisinde olmalarında fayda var güç birliği açısından ama hiç biri kendilerine uymuyorsa kendileri gibi düşünenlerle örgütlenmelerine ihtiyaç var. Gerçekten çok az şu anda bu alanda çalışan kuruluş sayısı. Yapılacak çok da fazla şey var. Baroda çalışmak için, yani baronun komisyonlarında çalışmak için sadece avukat olmak gerekiyor, onun dışındakilerin hiçbiri için avukat olmak gerekmiyor. Amaçları açısından, izledikleri yöntem açısından kendilerine en doğru, en yakın gelenle çalışabilirler.

 

H.D.D: Peki bunlara nereden ulaşabileceklerine dair bize bir bilgi verebilir misiniz?

 

S.A: Komisyon başkanının adını vereyim ve ulaşılabilir yerini vereyim; Serdar Değirmencioğlu. Bilgi Üniversitesi’nde öğretim üyesi, Serdar Bey bu alanda çalışan, İstanbul’da çalışan kuruluşların bilgisine sahip.

 

 

S.A:  Son olarak söylemek istediğim şu, çocuklar en çok unutulan gruplar bütün siyasilerce.Bireysel olarak, ailelerde kendi içinde değil ama toplumsal olarak çocukları unutuyoruz. Çünkü onlar okullara, evlere kapatılmış durumdalar. Özellikle karar almak gerektiğinde hiçbir karar alma sürecinde çocuk bulunmuyor, o yüzden de onların talepleri de çok fazla yansımıyor. Biz onların taleplerini yansıtmalarını sağlamalıyız elbette, ama bu arada da tercihlerimizi kullanırken onlar için de ne söylendiğine dikkat edersek yararlı olur diye düşünüyorum. 

 

 (7 Nisan 2004 tarihinde Açık Radyo’da Gönüllülük ve Sosyal Sorumluluk adlı programda yayınlanmıştır)