Charlie Hebdo ve Cumhuriyetin Sınırları

-
Aa
+
a
a
a

 

 

Jadaliyya.com

 

11 Ocak 2015

 

Charlie Hebdo'nun ofisini yapılan saldırıdan hemen sonra yorumcular "Batı'ya ve demokrasiye", "Fransız Cumhuriyetinin temel değerlerine" karşı girişilen bu saldırı karşısında büyük bir heyecana kapıldılar. Bu "cumhuriyet" değerleri tartışma götürmez bir biçimde, yani tamamen saf bir kökenden kaynaklanıyormuş gibi gündeme geldi. Dahası Müslümanları laikliğin ve ifade özgürlüğünün kutsal değerlerini paylaştıklarını göstermeye zorlayan talepler de giderek çoğaldı. Yıkıcı bir ironiyle, Müslümanlardan zorla, tarihsel olarak onları dışarda tutmak için yapılmış, oluşturulmuş bu değerlere bağlılıklarını kanıtlamaları isteniyor. Cumhuriyetin, esasında, hep karanlık bir tarafı olmuştur ve bugün idealize edilen özgürlükler, Fransa'nın Müslüman öznelerinin dışlandığı kolonyal bağlamda ortaya çıkmıştır. 

 

Financial Times'dan Tony Barber'dan alıntılarsak oysa "Kuzey Afrika Fransız sömürüsünden kalan zehirli mirasla tanışık hiç kimse [Charlie Hebdo saldırılarına] şaşırmamalı". Ama yine de Fransız sömürü tarihi ve cumhuriyet değerlerinin ikiyüzlü geçmişi şu anda içinde bulunduğumuz durumu açıklayamıyor. Burada sömürgecilik olgulardan çok analizin kendisindedir. Başka dinamikler söz konusuyken, karşı karşıya olduğumuz şeyin yalnızca Fransa'yla, Batı'yla ve onun değerleriyle ilgili olduğuna inandırmayı isteyen bir narsisizm bu. Yani en son yaşanan şiddet ne yer ne de sınır tanımakta, olayları Cumhuriyet'e karşı bir saldırı olarak okumak en nihayetinde katillerin oyununu oynamaya denk geliyor.

 

 

İfade özgürlüğünün sömürgeci sınırları

Meşhur basın özgürlüğü yasası, her zaman yürürlükte olan 29 Temmuz 1881 yasası, ilan edildiği dönemde Cumhuriyet'in Müslüman tebaasını dışlamaktaydı. Yasa Cezayir ve sömürgelerdekiler de dahil (69. madde) tüm Fransız yurttaşlarının  basın özgürlüğü hakkını korurken, Fransız tebaasının yani Fransız İmparatorluğu'nun sömürgeleştirdiği muazzam nüfusun basın özgürlüğü hakkını korumamaktadır. Burada basit bir unutma söz konusu değil, zira nerdeyse aynı zamanda, Fransız Parlamentosu, Müslüman Cezayirlileri baskı altına almasıyla meşhur bir başka yasayı geçiriyordu. Bir aydan daha kısa bir zaman önceki 28 Haziran 1881 yasası aslında indigénat sisteminin başyapıtıydı. Vahşi bir paralel hukuk sistemi olan indigénat yönetimi altında, yerliler (indigènes) yalnızca basın özgürlüğü hakkından mahrum değillerdi, aynı zamanda kamusal alanda bir araya gelmeleri ya da Fransız karşıtı görüşlerini dile getirmeleri de mümkün değildi  Indigénat resmi süreçleri geçiştirerek çok çeşitli müeyyide ve cezalar öngörmüştü.

Yasa Afrika ve Asya'da İmparatorluk boyunca tüm dinlerde sömürgeleştirilmiş tebaayı da dışarda bırakır ama Cezayir bağlamı özellikle öğreticidir, zira burada özellikle Müslümanları hedef alıyordur. Esasında, Fransız Cezayir'inde yurttaşlar genel kural uyarınca Müslüman olmayan herkes demektir. Müslüman, yerli ve tebaa terimleri de (her zaman olmasa da) genel olarak aynı manaya gelmekteydi. Yani "Müslüman", dine bağlı olmayan ırka dayalı bir legal kategoriydi. Birçok davada da görmekteyiz ki bir yerli Hıristiyanlığa döndüğünde bile legal olarak Müslüman kalmaktadır, yani yurttaş olamaz ve indigénat'nın ayrımcı rejimine tabidir hâlâ. Sömürgeci gösterinin tüm absürtlüğünü sergilediği yerde karşılaştığımız budur işte. [1]  Kilise'nin ve Devlet'in ayrışması hakkındaki meşhur 1905 yasası güya Cezayir'de de geçerlidir ama en nihayetinde uygulanmaz zira otoriteler imamların camilerde ne vaaz ettiklerini kontrol etmek ve imamların Fransız Devleti'nin memuru olarak kalmalarını ister; bağımsızlığa kadar böyledir bu.

Basın özgürlüğü hakkındaki kanun ilginç bir duruma yol açar; küçük yerleşimci nüfuslar, 1871'de Fransız vatandaşlığına geçen Cezayir Yahudileri mesela, canlı bir basın hayatı geliştirir, neredeyse her istediklerini basmakta özgürdürler. Tarihçi Didier Guignard'a göre 19. yüzyıl sonunda Fransız Cezayir'indeki yerleşimcilerin kişi başına yaptıkları yayın, dönemin zaten üretken  olan metropollerinkinden kuşku götürmeyecek şekilde daha fazladır. [2] Buna karşın Müslümanlar sansüre ve resmi sindirmeye maruzlardır: Cezayir Müslümanlarının kendileri için çıkaracağı gazeteler ancak o da çekingen bir biçimde 20. yüzyıl başında çıkarlar ve 1962'deki bağımsızlığa kadar da günlük yayın yoktur. Arapça pek çok yabancı yayın da Ortadoğu'daki diğer Müslümanların fanatizmi Cumhuriyet'in Akdeniz-aşırı bölgelerine bulaşmasın diye sansürlüdür.

Bu sansür devasa bir "güvenlik" tertibatının, bugün denileceği gibi dispozitifinin, bir kısmıdır. Genele yayılacak bir Müslüman ayaklanmasını önlemek içindir güya. Son derece vahşi bir zaptın ardından otoriteler "zapt edilmiş bir halka", Cezayirli Müslümanlara ifade özgürlüğü temin etmekten çekinir. Zira Fransa'ya karşı örgütlenilebilirdi. Kısacası, basın özgürlüğünün Fransız usulü ortaya çıkışı şiddetle, ırkçılıkla ve sömürgeleştirmenin İslam-korkusuyla ilişkilidir. Fransa  basın özgürlüğünün pirüpak öncesi olmamıştır, hiçbir zaman. Kökeninde olan Cumhuriyet değerlerine bir "entegrasyon" sorunu değildir, tam tersidir: Fransız yasaları Müslümanların sesini dışlamak üzere inşa edilmiştir.

 

Fransa’nın ötesini düşünmek

Buna karşın, bu tarihi bağlam Ocak başında yaşanan olayları tamamıyla açıklamıyor. 1881’e yapılan bu flashback yalnızca, “cumhuriyet değerleri”ni büyük bir kolaycılıkla idealleştirenleri bir kenara bırakmak için gerekliydi. Ayrıca Andrew Hussey’nin son derece problematik olan kitabı The French Antifada’da iddia ettiğinin tersine sömürge Cezayir’iyle 2015 Ocak’ı arasından doğrudan mantıksal bir bağ yoktur. “Müslüman” Fransız yasasında bir kategori olmaktan çıkmıştır ve Cezayir artık kendi basın özgürlüğü sorunlarına sahip olmakta özgür, bağımsız bir ülkedir. “Cumhuriyet değerlerinin” kuruluştaki ilk manası, bu konuda verilen sayısız mücadeleyle değişmiş ve 1881 yasalarının koyduğu sınırlar belki tamamen ortadan kalkmamıştır ama genişlemiştir.  Charlie Hebdo saldırısının arkasındaki Kuaşi biraderler, Cezayir kökenli olsalar da, Paris’te doğmuş ve Yemen’de eğitim görmüşlerdir.  Charlie Hebdo saldırısıyla bağlantılı olarak Kaşer pazarındakileri rehin almadan önce bir polis memurunu öldüren Amedy Coulibaly de Paris’in güneyinde-Esson’da doğmuştur ve tatillerinde düzenli olarak Girit’e, Dominik Cumuriyeti’ne ve Malezya’ya gitmekte ve internet üzerinden poker oynamaktaydı. Bu kişilerin şahsi güzergahlarını, hapiste radikalize olmalarını, savruluşlarını ve marjinalize oluşlarını anlamak, kolonyal geçmişin değil güncel durumun sağlam bir biçimde kavranmasını gerektiriyor.

Bu olayların kolonyal geçmişten kaynaklandığını ileri sürmek cihatçıları emperyalizm karşıtı direnişçiler olarak kahramanlaştırmak riskini ortaya çıkarıyor, bu ciddi bir risk. Bu kişilerin parçası oldukları jeopolitik kriz kolonyal bir prizmayla okunamaz. Geçtiğimiz senelerin Mali’den Suriye’ye Batı’nın müdahalesi kadar müdahalesizliğinin de gözler önüne serildiği dramatik bir tiyatro oyunu olduğu düşünülürse, emperyalizm ve direniş dağarcığının nasıl da her yönden çarpıtılmaya açık olduğu görülebilir. Bununla beraber cihatçı hareketlerin Iraklı, Suriyeli ve Tunuslu gazetecilere sistematik olarak saldırdıklarını da unutmamız mümkün değil. Bizzat Cezayir’de gazeteciler, “karanlık on yıl” olarak adlandırılan doksanlı yıllarda İslamcılar tarafından sistematik olarak hedef tahtasına oturtuldu. Dolayısıyla demek gerek ki, saldırı altında olan “Fransız” ifade özgürlüğü geleneği değil sahiden de, zira tüm bu olayların işaret ettiği bağlam Hegzagon’u (Fransa’yı) aşmakta.

Charlie Hebdo’daki gazeteci ölümlerini lanetleyebilirim ama bunun sebebi Fransız ifade özgürlüğü değerlerinin üstün ya da biricik olmaları değil. Pek çokları geçtiğimiz günlerde Charlie Hebdo’nun Müslüman fanatizmine dair kolonyal stereotiplerini işleyen ırkçı ve islamofobik bir yayın olduğunu altını çizdi. Ben de şimdi burada “Ben Charlie’yim/ ben Charlie değilim” tartışmasına girmeyeceğim, zira belli ki bu ifade özgürlüğünün sınırları konusunda epey canlı bir tartışma ve bu konuda benden çok daha nitelikli ve donanımlı hatipler mevcut, en azından Charlie Hebdo okuyan kişilermiş bunlar ben okumazdım. Buna karşı şunu söyleyebilirim ki bu yaşanan olaylar sömürgeci düşünme biçiminin ötesine geçmeye zorluyor bizi. Sömürge yöneticileri Müslümanların kafataslarının farklı olduğunu düşünürlerdi. Onlar için İslam deriye ve genlere yapışan bir şeydi ve bütün alanları işgal ederek bireyi belirliyordu. Onlar, Naomi Davidson’ın son kitabının başlığını ödünç alarak söylüyorum, “sadece Müslüman”dılar, başka bir şey değil.

Bugün bu totaliter bakış açısının sebep olduğu birçok (ve çoğunlukla beklenmedik yönlerden) tehlikeli manipülasyona şahit olabiliriz. Manipülasyon Müslümanların hepsinin tehlikeli olduğu ve onlara güvenilemeyeceği konusunda bizleri uyaran aşırı sağdan gelebilir, şüphesiz. Cihatçılardan da gelebilir, onlar da bize Müslümanların son tahlilde dünyanın geri kalanına ölümcül bir savaş açmış Müslümanlardan ibaret olduğunu söylüyorlar. Buradaki tuzak, ikili düşünme tuzağıdır; sömürülen/sömüren, siyah/beyaz, işbirlikçi/direnişçi. Politikanın böylesi bir daralmasında, bize gereken Charlie Hebdo’ya “karşı” ya da “destek” olmaktan fazlası değildir. Şöyle söyleyeyim: bu olaylara bakıp da Fransa ve “Araplar” ya da işgalci ve sömürge arasında bir karşı karşıya gelişi teşhis etmeye tüm gücümüzle direnmemiz gerek. Ottowa’dan Şam’a, Sydney’e ve oradan Kabil’e, içerisinde olduğumuz jeopolitik türbülans döneminde ne Batı vardır ne de Doğu. Kaçabileceğimiz bir yer yok. Bizi terörizmden ya da gözetlenmekten koruyacak sınırlar ya da barikatlar da.

Bu katliam kendi karanlık kuytuları da mevcut olan Fransız ifade özgürlüğüne karşı bir saldırı değil. Dünyanın dört bir yandaki ifade özgürlüğü karşıtı birçok saldırılardan yalnızca biri. Charlie Hebdo’daki gazeteciler, öyle ya da böyle, ne kadar benim kahramanlarımsa Irak’ta, Suriye’de, Tunus’ta ve Cezayir’de katledilmiş gazeteciler de öyleler. 1993’te Cezayir’deki Silahlı İslami Grup tarafından katledilen Tahat Djaout’un sözlerini hatırlamak istiyorum: “Eşkıya kesilmiş papazlarınızın ısıtıp önümüze getirdiği korkuyu düşünecek değilim; onlar ki meleklere giden haleli yolu kesmişlerdir. Katleden kutsamalarınızın menzili dışında duracağım. Siz ki sizin için ufuk çivilenmiş bir kapıdır ve bakışlarınız umudun ocağını söndürür; her ağaç tabut demektir sizin için.”

 

Türkçe'ye çeviren: Hilmi İlksen Mavituna

 

[1]Konuya ilişkin uzmanlar şimdilerde bu legal terminolojik ayrımları baştan çizmekteler. Lakin biz burada -  uzman olmayan kitleye yönelik bu bağlamda ayrıntıların üstünde durmayacağız. Bahis konusu ayrımlar Fevlilik, boşanma vs. gibi şahsi statülerle alakalı olduğu için Fransa tarafından da tanınan İslami hukuka ilişkindir. Zamanında çok şiddetli tartışmalara sebep olmuştur.

[2]Dider Guignard, ’abus de pouvoir dans l’Algérie coloniale, Paris: Presses universitaires Paris-Ouest, 2010.

 

Bağlı olduğu dosyalar