Cesaret Bulaşıcıdır!

-
Aa
+
a
a
a

 

Kasım 2010’u dünyadaki değişimin önemli dönüm noktalarından biri sayabiliriz pekâlâ. Ya da onun ipucu. İşte tam da bu yüzden, bir açmazla karşı karşıyayız: Bu 30 günlük fındık kabuğunun içine sığan hadiseleri öyle bir-iki sayfada özetlemek ya imkânsız bir iş ya da çocuk oyuncağı! Ama ikisi birden değil. Neyse biz, kolayı deneyelim bakalım:

 

Amerikan Racaları Yeniliyor mu?

 

Dünyanın en güçlü askerî ittifakı olan NATO, Lizbon’da “tarihî” bir zirve düzenledi ve kendisine yeni bir strateji çizerek dünyada yeni bir çağ açtı: Düşmana karşı füze savunma sistemi! Radarlar vb. Türkiye topraklarına da yerleştirilecekti. ABD’nin önde gelen jeostrateji uzmanlarından Brzezinski’nin tanımıyla, belirsiz bir düşmanın mevcut olmayan tehdidine karşı, Avrupa’nın mevcut olmayan talebi karşılığında  Avrupa’yı korumak üzere tasarlanmış, işlemeyen bir sistemdi bu. Türkiye’nin üzerinde ciddi bir tehlike yaratacağı apaçık olan bu karar, Türkiye’deki yerleşik medya organlarında zafer nidalarıyla karşılandı: “Türkiye’nin dediği oldu!...” Bu, ezici çoğunluğun manşetiydi. Bir küçük intihar girişimi mi, yoksa büyük bir uluslararası zafer mi? Karar vermek zordu. Zirveyi konu alan uluslararası basın-yayın organlarının manşetlerine ve ana haber bültenlerine baktık, sonuç alamadık. Zira, Türkiye’den bahis yoktu. Analistlerden Eric Margolis 61 yıllık ittifakın, tarihteki ilk savaşını kaybetmekte olduğunu yazıyordu: Evet, tanklarıyla, toplarıyla … elektronik âletleriyle, paralı asker ordularıyla, ağır bombardıman uçaklarıyla, insansız hava araçlarıyla… gelseler dahi… omuzlarındaki hafif silahlı Afgan köylüleri ve dağlıları karşısında rezil olmaya doğru gitmekteydiler. 1989’da Sovyet ordularının yenilgisi, Sovyet İmparatorluğunun çöküşünü haber veriyordu. Acaba aynı kader Amerikan Racalarını da bekliyor olabilir miydi?

 

İstenç Dışı Şeffaflık Çağı

 

Dünyanın en güçlü askerî ve ekonomik devleti ABD, bir avuç cesur insanın kurup işlettiği küçük bir internet sitesinin “kamusal gazeteciliği” karşısında dünya âleme rezil rüsva oldu. Eski bir hacker olan Julian Assange ve arkadaşlarının Wikileaks sitesinde yayınladıkları ABD diplomatik kriptoları, “imparatorun çıplak” olduğunu daha net bir şekilde ortaya koyamazdı gerçekten de. ABD siyasi yönetiminin en az kadim Roma İmparatorları ve onların hempaları kadar halk düşmanı olduklarını; halktan ve demokrasinden ölesiye korktuklarını, onlardan derinlemesine nefret ettiklerini olanca çıplaklığıyla gözler önüne sermekteydi. Önde gelen düşünürlerden Chomsky’nin deyişiyle, “devletteki gizliliğin asıl amacının, gizli işler çeviren devleti halkın gazabından korumak” olduğunu, Wikileaks’in sızdırdığı belgelerin de asıl ilginç yanının, dünyada diplomasi hizmetlerinin nasıl çalıştığını tabak gibi ortaya çıkarması olduğunu hep birlikte gördük. Amerika’nın Ortadoğu’da adaletle filan zerrece ilgisi olmadığını da bu sızan belgeler sayesinde apaçık görmüş olduk, diye yazıyordu dünyanın en kıdemli Ortadoğu muhabiri olan Robert Fisk de…

 

Türkiye’de medya, Wikileaks sızmalarını böyle bir demokrasi, şeffaflık, açık toplum, adalet ve barış mücadelesine hizmet meselesi olarak görmenin fersah fersah uzağındaydı maalesef. Gazeteler ve TV, gene pek az istisna ile, olayı, Türkiye’nin ve iktidarın baş aktörlerinden olduğu bir casusluk hikâyesi, bir “millî mesele” olarak gördü ve ay biterken böyle sunmaya devam ediyordu. Meseleyi konu alan uluslararası basın-yayına baktık (almayan yoktu zaten) ve böylece bakışımızda bir ayarlama çekelim, şaşı bakıp şaşırmayalım dediysek de başarılı olamadık – gene. Zira, orada da pek Türkiye konuşulmuyordu. Konuşulan şey, ise, örneğin Forbes dergisinin muhabiri Andy Greenberg’in deyimiyle, önümüzde açılan yeni bir çağ idi: “İstemdışı Şeffaflık Çağı” açılmaktaydı önümüzde olanca berraklığıyla. Bir kuşak önce tahayyül bile edilemeyecek bir teknolojiyi kullanarak “kâinatın efendileri”nin kirli sırlarını açığa çıkarmaya ahdetmiş bir örgütün lideri olan Julian Assange de “bu yeni çağın peygamberi” olarak tanımlanıyordu dergide. Tüm devletler, tüm sektörler bu grubun ilgi alanına giriyordu... Diplomatik, tarihsel veya etik önem taşıyan, daha önce yayınlanmamış ve aktif olarak sansürlenip bastırılan tüm malzemeyi istiyor, yayınlıyorlardı. “Neyi istediğimiz gayet açık,” diyor Assange. “Gizli istihbarata ve savaşa ilişkin materyal ve bir de, büyük finans dalaverelerine ilişkin belgeler. Çünkü, bu kadar çok sayıda insanı bu kadar kötü etkileyen şeyler esas bunlar da ondan.”

 

Strateji konusunda NATO’dan sonra bir de burada dönersek: “Zorlayarak şeffaflık” çağının habercisi Wikileaks’in stratejisi, insanları korkutarak kontrol altında tutan istihbarat servislerininkinin tam tersi:

 

“Bireylerin birşeyler sızdırdıklarını, ondan sonra da eskisi gibi iyi bir hayat sürdürdüklerini gösterebilirsek, bunun insanlar üzerinde müthiş teşvik edici olduğunu görüyoruz,” diyor Assange. Ve yeni stratejiyi iki kelimeyle özetliyor: “Cesaret bulaşıcıdır.”

 

Yeni Amerikan Rüyası?

 

Yine bu ay içinde patlayan bir skandal, boyutlarının olağanüstü büyüklüğüne rağmen, hemen hiç ses getirmedi: Ne uluslararası basında ve elbette ne de Türkiye’de: Revize edilmiş devlet istatistiklerine göre, dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD’de, tarihin en büyük ekonomik krizlerinden birinin yaşanmasına ve rekor düzeyde işsizliğin sürüp gitmesine rağmen, Amerikan şirketleri, 60 yıl önce ilk kayıtların tutulmasına başlandığından bu yana tarihlerinin en büyük kârını elde etmiş durumdalar: bir önceki çeyreğe göre %28’lik bir artış, bu şirketleri yılda 1.66 trilyon (milyar değil) dolar tutarında yıllık kâra kavuşturmuş. Bu da yeni bir çağın başlangıcı olarak yorumlanabilir aslında: İşçiler olmadan daha çok üretim ve işçilerin işin içine karışmayıp aradan çıkarıldığı en kârlı ortam. Bu 7. çeyrek oluyor kesintisiz kâr artışını gördükleri. Kârın ve kazancın hiçbir kesimini işçi sınıfıyla paylaştıkları olmuyormuş ama… Rüya gibi bir şey. Yeni çağın adı: Şirketlerin Amerikan Rüyası. Yeni çağlardan, yeni stratejilerden bahsettiğimiz yazıyı noktalamak için de iyi bir vesile hazır: Muazzam kârlara rağmen istihdamda yükselme olmamasını, “ortamın belirsizliği”ne bağlıyormuş şirket sözcüleri. Bir yandan koca koca nakit dağlarının üzerinde de oturup duruyorlar. Peki nasıl oluyor bu iş? Yeni stratejileri sayesinde tabii: Masrafları kısıyorlar, kâr marjlarını artıyorlar. Bu kadar basit işte.

 

Wikileaks lideri Assange, şirket elitlerinin en yakından izlediği varsayılan dergilerden biri olan Forbes’a verdiği mülakatta, Pentagon ve Dışişleri Bakanlığı’na ait belgelerin daha işin başı olduğunu söylüyor. Kendisinin bundan sonraki hedefi: ABD’nin ve Dünyanın en büyük şirketleri var mı bunlar arasında? Evet. İlaççılar? Evet. Finansçılar ve Bankalar da mı? Evet. Ya Petrolcüler? Evet. Evetevetevet...

 

Şirketlerin Korkulu Rüyası, Pek Yakında...

 

Evet dostlar, soygunculuk, hırsızlık ve yolsuzluğa boğazına kadar batmış birtakım şirketlerin bütün gizli kapaklı, kir-pas içindeki sırları her müşterinin, her rakibin, her denetçinin, her gazetecinin önüne geliyor yani yeni yılda. İnsan, bu kâr ve ihtikâr canavarlarının şimdiden nasıl bir korku içine düşmek üzere olduklarını görür gibi oluyor. Bakalım nasıl bir strateji geliştirecekler. Yoksa, olur a, geliştirecek stratejileri kalmazsa, korkunun bulaşıcılığı diye –ama bu sefer yeni değil, çok çok eski– bir fenomene tanık olur muyuz acaba bir umut? Bakalım, göreceğiz. Pek yakında ekranlarınızda!...

 

 Hepinize, daha da hareketli ve eğlenceli bir Aralık ayı diliyoruz.

 

Sevgiler, selamlar, saygılar,

 

***

 

Açık Radyo’nun bazı programlarının konu ve konukları:

 

Açık Gazete’de: ABD’den radyo belgeselcisi, yazar, akademisyen Sandy Tolan ile İsrail-Filistin sorununun Nakba’dan Gazze katliamına ve Mavi Marmara’ya uzanan çarpıntılı politik tarihinin yanı sıra, tozdan dumandan görünmeyen trajik ve komik insani yönlerini ele aldık; Rus gazeteci ve aktivistleri Vladimir Slivyak ve Sergey Agibalov ile Türkiye-Rusya arasında son zamanlarda imzalanmış enerji antlaşmalarının, Nükleer tesis projelerinin arka planını ve bunların potansiyel çevresel ve insani etkileri üzerinde değerlendirmeler yaptık; aktivist Hüseyin Çakır ve programcı dostumuz hukukçu Yücel Sayman ile “Demokratik[leşen] Türkiye[‘nin] Yeni Anayasa[sı] üzerinde sohbet ettik; programcımız Cengiz Aktar’la, AKP hükümetinin önayak olduğu “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu” hakkında AB İlerleme Raporu’na son dakikada giren eleştirel yaklaşımı değerlendirdik; İngiltere’de öğretim üyesi olan İsmail Ertürk ile “21. Yüzyılda Yaratıcı Şehirler ve Endüstriler Sempozyumu” hakkında sohbet ettik; programcımız Ali Bilge ile, 65. yıldönümünde Tan Gazetesi Matbaası’nın basılması ve tahrip edilmesi olayının tarihsel arkaplanı, failleri, günümüze kadar yansıyan sonuçları ve çıkarılabilecek dersler hakkında “Tan özel programı” yaptık. 

 

Açık Dergi’de: Aşkolsun Kanser kitabını konuşmak üzere Meral Tamer, yeni öykü kitabı Diken Ucu’yla ilgili Behçet Çelik; Açık Radyo’nun yeni yayımlanan Açık Kitap-Yazı Kalır kitabının özel (sınırlı) edisyonunun kapaklarını desenleyen ressam Mehmet Güleryüz, Uluslararası 1001 belgesel Film Festivali direktörü Mustafa Ünlü, Sanat Limanı etkinlikleri kapsamında Burçak Konukman, Saliha Kasap, Ekmel Ertan, Stephen Stapleton, Serap Altın, Hakan Topal, Bennu Gerede ve Miguel Chevalier, İstanbul Meyhaneleri ve Balık Lokantaları rehberinin müellifleri Tan Morgül ve Ulus Atayurt, 100. sayısına ulaşan Altyazı dergisinden Berke Göl ve Övgü Gökçe, Sulukule Gönüllüleri Derneği’nden Pelin Demireli ve İlhan Sayın, Chucho Valdes’le İstanbul’a uğrayan piyanist Michel Camilo, Garajistanbul’dan Mustafa Avkıran, 2010 Okullarda Projesi’nden Esra Çelikkanat, Bizans-Bir Ortaçağ İmparatorluğunun Şaşırtıcı Yaşamı kitabının yazarı Judith Herrin, Sanat ve Arzu Seminerleri’nden Özge Çelikarslan ve yazar Ahmet Büke konuğumuzdu. Ayrıca Açık Dergi’nin yeni köşesi “Sumru Ağıryürüyen ile Müziğin Başka Türlüsü”nde Jürg Solothurnmann, Brenna MacCrimmon ve Magida Dourado Pucci’yi ağırladık.

 

Orman ve Civarındaki Faydalı İşler’de: Adım Adım Gönüllüleri John Crofoot ve Itır Erhart ile Adım Adım, Avrasya Maratonu ve Beyrut Maratonu üzerine konuştuk.

 

Ama’da: Fotoğrafçı, sinemacı, belgeselci, kısa filmci Hilmi Etikan’ı ağırladık.

 

Evrenin Suyuna Giden Tasarım’da: Mimar Sinan Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama’dan Demet Kap ile HES’ler ve tabiat ve biyolojik çeşitliliği koruma kanun tasarısı üzerinde konuştuk.

 

Drakula İstanbul’da’da: Erbuğ Kaya ile birlikte ilk romani Giddar ve fantastik roman yazım süreci üzerine konuştuk.

 

Ma’nın Tınısı’nda:Madımak adlı albümü ile Cengiz Özdemir’i ağırladık.

 

Koku’da:Alberto Modiano ile Büyükada Arkamdan Bakar isimli kitabı ekseninde; 1970’li yılların sonunda Büyükada’da klasik bir parfümeri dükkânından günümüze kalan anılar üzerine söyleştik.

 

Hikâyenin Kadın Hali’nde: Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Mısır Çarşısı patlaması ile ilgili davada yargılanan sosyolog Pınar Selek hakkında müebbet hapis istedi. 12 yıldır süren bu tuhaf dâvâyı ve konunun medyada ele alınış tarzını konuklarımız Amargi’den Nil Mutluer ve yine Amargi’den hukukçu Yasemin Öz’le konuştuk. Ayrıca, Pınar Selek de programa Berlin'den telefonla konuk oldu, bugünlerde neler yaptığını anlattı.

 

Özel Programlar: Açık Radyo’nun 15. yayın yılını bitirmesi münasebetiyle, Naim Dilmener’in Dünya Dönüyor programı saatinde bir özel AR programı, onu takiben Beysun Gökçin’in Açık Deniz programı içinde de AR’nin Dünyada ve Türkiye’deki “kapsama alanları”nı içeren 1 saatlik bir Tarih Şeridi programı (kısa versiyon) yayınlandı.

 

15. Yaş ve Açık Kitap partisi:

Ay sonunda  Santralİstanbul’da 15. yaşgünümüz ve Açık Kitap şerefine programcı, personel, destekçi ve dinleyicilerimizle bir araya gelerek, filimli, müzikli, sohbetli, eğlenceli bir parti yaptık.

  

Yayın koordinatörümüz görevini ve İstanbul’u bırakıyor:

 

2004 Nisanı’ndan bu yana, yani yaklaşık 6,5 yıldır Açık Radyo Yayın Koordinatörlüğünü sürdüren arkadaşımız Jak Kohen, Aralık 2010’dan itibaren bu görevini bıraktı ve eşi Vivian’la birlikte güzel bir sahil kasabasında “ikinci hayat”ına (yoksa üçüncü mü demeliydik?) başlıyor. “Kurtulduk yahu!” diye sevinecek olanlar varsa, onlara hemen önemle belirtelim ki, Jak Kohen – Yani Ben, üzerinde kayıtlı (tescilli) programları gittiği yerden de düzenli olarak sürdüreceği gibi, “ihtiyaç hallerinde” İstanbul’da yanıbaşımızda olacağını taahhüt ediyor…

 

Programcının Ölümü:

 

Avrupa ve Amerika kıtalarından kaynaklanan Klasik Batı Müziği üzerine engin bir merakla ve büyük bir vukufla, 1997’den beri, yani 13 yıl süreyle Açık Radyo’da kapsamlı ve derinlikli programlar yapan Ahmet Güner’i kalp yetmezliğinden kaybettik. Güner’i, programlarının küçük bir dökümünü vererek, sevgiyle analım istedik:

6. yayın dönemi: Sovyet Senfonisi - 20.Yüzyılda Opera

7. yayın dönemi: İskandinav Senfonisi - 20.Yüzyılda Opera

8. yayın dönemi: Amerikan Senfonisi - 20.Yüzyılda Opera

9. yayın dönemi: İngiliz Senfonisi - 20.Yüzyılda Opera

10. yayın dönemi: Fransız Senfonisi - 20.Yüzyılda Opera

11. yayın dönemi: Rus Senfonisi - Arka Plandakiler

12 - 24. yayın dönemi: Arka Plandakiler

24 - 31. yayın dönemi: Americana