Çalışan Yoksul

-
Aa
+
a
a
a

Sosyal Politika Forumu’ndan - 4

 

Ömer Madra: Bugün “çalışan yoksul” kavramından bahsedelim. Ne demek çalışan yoksul?

 

Ayşe Buğra: Asgari ücret bugün aylık net 303 milyon.* Halbuki DİE 4 kişilik bir aile için yoksulluk sınırını 387 milyon olarak tespit etmiş durumda, yani asgari ücret yoksulluk sınırının altında. Bu çok açık bir şekilde gösteriyor ki Türkiye’de epeyce çalışan yoksul var. Bu, kavramın bir kullanımı olabilir ama çalışan yoksul kavramı çok tartışmalı bir kavram ve bütün sosyal politika, sosyal yardım tarihi içinde önemli yeri olan bir kavram. 19. yüzyıl öncesinde yoksul ile çalışan neredeyse eş anlamlı kullanılıyordu. Yani hayatını çalışarak kazanmak zorunda kalan, çalışmazsa açlıktan ölecek durumda olan insan yoksul kabul ediliyordu. Bu yoksulun tanımı gibiydi. 19. yüzyılda, özellikle liberal düşünürler, bu kavramın neredeyse yasaklanmasını ister bir hale getirdiler. Buna karşı tavırları çok olumsuz ve çok sertti. Çünkü bir insan çalışıyorsa yoksul değildir, çalışmayla yoksulluk birbiriyle örtüşen kavramlar olamaz deniyordu. Tarihçilerden bazıları 1834’te İngiltere’de yürürlüğe giren Yoksullar Yasası’nın en büyük yeniliğini, çalışan yoksul kavramını ortadan kaldırmış olması olarak yorumlarlar. Kavram 19.yüzyıl ortalarından bugüne kadar pek kullanılmadı, daha doğrusu 1980’lere kadar kullanılmasına çok da gerek kalmadı. Çünkü gözle görünen işler insanların yoksulluk sınırının üstünde yaşamalarına imkân veren işlerdi. Bugün etrafımıza baktığımızda bu durumun epeyce değiştiğini görüyoruz. Türkiye’deki asgari ücret hakikaten bir tuhaf, olmayacak bir şey. Ama asgari ücretle çalışmayan, yani standart emek piyasasının dışında çalışan insanlar için çalışmak yoksulluktan kurtulma yolu olarak görünmüyor, çalışan yoksullar burada bol miktarda bulunuyor.

 

ÖM: Evet, hem işsizliğin hem de yoksulluğun, tanımlanması giderek zorlaşan muğlak kavramlar  haline geldiğini görüyoruz.

 

AB: Yoksulluğun sadece işsizlikle özdeşleşmeyen bir şey olduğu çok açık olarak önümüzde ve sadece Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için değil, Amerika için Avrupa için de benzer bir durum söz konusu.

 

ÖM: Asgari ücret tespit komisyonunun çalışmaları da devam ederken biraz genel rakamlardan  bahsedelim. Tekstil sektörünün durumu nasıl mesela?

 

AB: Tekstil sektörünün durumu korkunç tabii ama tek korkunç olan o değil. Türkiye’de 6 ayda bir düzenlenen asgari ücret 2004’ün ilk yarısında %34 artırıldı. 2004 başında %34’lük önemli bir yükselme oldu; 2002’de ve 2003’te gerçek ücretler %25’e yakın gerilemişti, kriz sonrasında çok ciddi bir ücret düşüşü olmuştu. Asgari ücretteki bu artış, 2 yıllık net ücret düşüşünün üstüne geldi, kısmen bu düşüşü kompanse etmek için asgari ücret artırıldı. Şimdi işverenler, özellikle TİSK başkanı bu ikinci 6 ayda asgari ücrete zam yapılmamasını söylüyor, ve bunu ciddi ciddi savunuyor. Bu beyanatları basına da epeyce yansıdı.

 

ÖM: Neden böyle?

 

AB: Ücretlerdeki düşüşleri %34lük artış karşılamıştır, şimdi artışa gerek yoktur diyor. Kullanılan argüman bana gerçekten çok ilginç geliyor. TİSK başkanı işsizlikten ve kayıt dışından çok fazla söz ediyor. TİSK başkanı, Hazır Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı asgari ücretin artmasına bayağı karşı görüş bildiriyorlar ve şu anda asgari ücret DİE’nin tespit ettiği yoksulluk sınırının altında.

 

ÖM: Hem de 80 küsur milyon altında.

 

AB: Kamu-Sen’in, Türk-İş’in hesaplarına baktığınız zaman Kamu-Sen dört kişilik aile için yoksulluk sınırını 1 milyar 610 milyon olarak belirliyor. Mevcudun üç katı. Türk-İş gene aynı şekilde 1 milyar 461 milyon diyor ve Türk-İş’e göre açlık sınırı 480 milyon. Yani Türk-İş hesaplarına göre şu anda, asgari ücretle geçinen dört kişilik bir aile açlık sınırının altında yaşıyor. Yani bütün bu rakamlar ortadayken, asgari ücrete %0 artış diye ortaya çıkmak çok enteresan ve bunu savunurken “çok fazla işsizlik var, kayıt dışında çok fazla istihdam var, asgari ücret artışları hem işsizliği artırır hem de kayıt dışında istihdamı artırır, kayıt dışına kaçışa yol açar” diyorlar. Yani öyle bir durumdayız ki yoksulların, çalışan yoksulların hayatını etkileyen olumsuzluklar onlara karşı kullanılıyor.

 

 

Türkiye’de işsizlik bir umacı haline getirilmiş durumda ve bu çalışma hayatıyla ilgili bütün düzenlemelere karşı derhal kullanılıyor. “Efendim bu kadar işsizlik varken olmaz, bu kadar yoksulluk varken olmaz”. Yoksulluğa karşı önlem alın diyorsunuz “çok yoksulluk var, olmaz” diyorlar. Çalışma hayatını düzenleyin diyorsunuz “işsizlik çok fazla, katiyen olmaz” diyorlar.

 

ÖM: Evet yeni iş alanları, istihdam alanları yaratabiliriz artırmazsak diyorlar yani.

 

AB: Evet, ama açıkça görüldüğü gibi yaratılacak istihdam yoksulluktan çıkmaya yetecek bir istihdam değil, ve tabii bu çözüm de değil, istihdam artışı için bu artık yol da değil. Bu sürdürülebilir bir şey değil, özellikle kayıt dışının durumu çok açık görülüyor.

 

Ö.M: Evet tekstil sektöründe 3 milyon işçinin çalıştırıldığı tahmin ediliyor ama 600 binden azı sigortalı sadece ve 90 bin kadarı da sendikalı. Çok düşük oranlar değil mi?

 

AB: Korkunç tabii. Türkiye’de tekstil çok büyük bir sektör ve Türkiye’nin dünyada üçüncü büyük tekstil ve hazır giyim ihracatçısı olduğu söyleniyor bu açıdan da önemli bir sektör. Baktığınız zaman hani ben diyeyim Charles Dickens romanları siz de Zola’nın romanları öyle bir durumdayız. Berbat bir şey. Sadece 13 büyük tekstil firmasında sendika var diyorlar. Düşünebiliyor musunuz 3 milyon işçi çalıştırdığı söylenen sektörde sadece 13 büyük tekstil firmasında sendika var, sendika sokulmuyor. Zaten bu durum sadece tekstile mahsus bir durum değil, Türkiye’de işveren sendikayı işyerine sokmuyor. Yeni çıkan  İş Güvencesi Yasası teorik olarak bunu engelleyebilecek bir yasa, yani örgütlenme yüzünden işten çıkarıldığı zaman bir işçi mahkemeye gidiyor ve genellikle mahkemeyi kazanıyor. Fakat bu bile işverenin sendika sokmama azminin uygulamaya konulmasını engellemiyor.

 

ÖM: Bunun yaptırımı nedir, sendikalaşmak zorunlu mu?

 

AB: Sendikalaşmak tabii zorunlu değil, fakat işçi sendikaya girmek isterse buna hakkı var. Fakat burada iki olay var. Birincisi, bir noter işlemi gerekiyor, o noter işlemi sürerken eğer işveren bir sendikalaşma durumu olduğunu anlarsa derhal işten çıkarıyor, yani işçi sendikaya üye olmadan çıkarılıyor ve bu yüzden çıkarıldığına dair ispat zorlukları oluyor tabii. Eğer işveren burada yakalamazsa, işçi hakikaten sendikaya üye olabilirse gene onu işten çıkarıyor, mahkemeye gidiliyor, mahkeme genellikle işçi lehine, işe iade kararı veriyor fakat işçiyi geri almak yerine tazminat vermeyi tercih ediyorlar. Öyle tuhaf rakamlar var ki, mesela DİSK Başkanı son 3 yılda 60.000e yakın üyelerinin bu yüzden işten atıldığını söylüyor. Son 3 yılda 60.000 işçi sendikalı olduğu için işten atılıyor. Türk-İş başkanı son 6 ayda en az 38.000 kişinin örgütlenme nedeniyle işinden olduğunu söylüyor. Yine sendika yüzünden. Sendika olmaz diyorlar. Ve o kadar tuhaf ki bu basında normal bir şey olarak görülebiliyor. Yani Türkiye’de sendikanın gerçekten önemsiz ve hatta zararlı bir şey olduğunu, hiç gerekli olmadığını düşünen bayağı geniş bir kesim var ve bunu ifade edebiliyorlar.

 

ÖM: Evet bu dünyada da aslında giderek baskın çıkmakta olan bir eğilimin bir çeşit uzantısı ya da  yansıması sayılabilir belki değil mi, özellikle Amerika’da?

 

AB: Bence hayır. Sendikalar zor durumda. Bütün dünyada sendikalar zor durumda ama dünyanın hiç bir yerinde, bir köşe yazarı çıkıp “zaten sendikalar zararlıdır, grev yasağı da çok anlamlı olabilir, artık gündeme gelmesi gerekir, dünyada da zaten grev yasakları çok yaygınlaşmıştır” diye yazamıyor. Yani dünyada derken Avrupa’dan bahsediyorum özellikle. Bir ara hani “asmayalım da besleyelim mi?” gibi laflar rahatça söylenirdi ya, şimdi artık çok rahat söylenemiyor, bundan utanıyor insanlar biraz. Yani gene böyle düşünüyor olabilirler ama en azından ifadesi o kadar rahat değil. Şu anda çalışma hayatıyla ilgili rahatça söylenebilen bazı sözler de gerçekten bu düzeyde ve bu söylenen lafların biraz üzerinde durmak lazım. Bunların ne anlama geldiğinin, neden söylenmemeleri gerektiğinin ve söyleyenlerin neden biraz utanmaları gerektiğinin biraz üstünde durmak lazım gibi geliyor bana.

 

ÖM: Bu işin bu şekilde sürdürülemez olduğuna dair bazı kaygılar da yükselmeye başlıyor galiba.

 

AB: Evet. Mesela büyük, ciddi yabancı şirketlerle iş yapmak isteyen firmaların, kendilerine çekidüzen vermeleri gerekiyor. Çünkü bir Avrupalı firma ILO sözleşmeleriyle bağlı bir büyük Avrupa şirketi gelip de Türkiye’de çalıştırdığı işçilerin bir kısmı sigortalı bir kısmı sigortasız olan bir şirketle iş yapamıyor çünkü kendi yasalarıyla ve kendi kamuoyu baskısıyla bağlı. Türkiye’de işçilerin sendikalı olduğu şirketler yabancı sermayeyle çok daha rahat iş yapabiliyorlar. Eğer sendika yoksa ama işler düzenliyse, yani işçiler sigortalıysa ve çalışma koşulları makulse o zaman yabancı firma iş yapıyor ama, şirket sürekli bir denetimden geçmek durumunda oluyor ki bu da çok kolay bir iş değil. Dolayısıyla sendika Türk şirketlerinin yabancı şirketlerle ilişkilerini çok kolaylaştıracak bir kurum, bunun fark edilmeye başlandığını zannediyorum.

 

ÖM: Evet, bir de TÜSİAD yönetim kurulu başkanı Pekin Baran’ın bir açıklamasını değerlendirmek mümkün belki bu noktada.

 

AB: Kayıt dışıyla ilgili sorunlar var. Yakın bir zamana kadar Türkiye’de kayıt dışı işçi çalıştırmak, yani sigortasız işçi çalıştırmak neredeyse ahval-i adiyeden kabul ediliyordu ve çok rahat söyleniyordu. “Herkes sigortasız çalıştırıyor, zaten primler çok yüksek, sigorta primleri bu kadar yüksek olduğu için imkân yok, benim verdiğim ücret zaten işçiye gitmiyor” gibi argümanlar çok kolay kullanılıyordu. Şimdi durum biraz değişti. Utanma çok önemli bir etken, gerçekten öyle hissetmeseler, gerçekten söylediklerine inanmasalar bile bazı şeylerin en azından söylenmeyeceğini, söylenmemesi gerektiğini fark etmeleri iyi bir şey. Kayıt dışı bunlardan biri artık Türkiye’de çok dikkat çekmeye başladı.

 

IMF’nin vergi idaresinin reformuyla ilgili, Türk hükümetinin isteksizliği yüzünden çok duyurulmamış bir raporu var; bu rapor çok tuhaf bir konuya dikkat çekerek Türkiye’de özel sektör çalışanlarının yarısının asgari ücretli olarak göründüğünü söylüyor. Bu da çok tuhaf bir şey, asgari ücreti normal olarak işgücünün belirli bir kesimine özgü bir ücret olarak biliriz. Ancak Türkiye’de asgari ücret neredeyse norm ve bu kayıt dışının bir yönü. İşveren, işçinin ücretini asgari ücretten gösteriyor ya da hakikaten asgari ücretle çalıştırıyor. Sosyal haklar kanalıyla birazcık ücret yükselmesi oluyor. Özel sektörde işçilerin yarısı asgari ücretle çalışıyor görülüyor ve bu tabii sigorta primlerinden kaçırmayı kolaylaştırıyor, vergileri düşürüyor. Dolayısıyla çok ciddi bir sorun, ve bu soruna IMF raporunda dikkat çekiliyor. TÜSİAD vergi sisteminin yeniden yapılandırılmasıyla ilgili bir rapor hazırlatmış, o raporun basına yansıdığı günlerde TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı bu konuya değindi. Çok enteresan bir şekilde, vergi sisteminin tuhaflığına değindi, 70 katrilyonluk verginin %90’ını ücretlerinden kesinti yoluyla çalışanların ödediğini ve 2 milyon 300 bin vergi mükellefinin sadece 10 bininin çalışanlarını gerçek ücretinden gösterdiğini belirtti. Çok tuhaf bir durum ve biz tuhaflığı normal karşılayarak yaşadık. TİSK Başkanı’nın yoksulluk sınırının altındaki asgari ücrete sıfır zam demesini normal olarak algıladık ama en azından belki de umabiliriz ki büyük sermaye bu işin pek de sürdürülebilir olmadığını görmeye başladı.

 

ÖM: Özellikle de giderek artan yabancı firmalarla ilişkiler açısından herhalde?

 

AB: Tabii, ihracat bağlantıları açısından. Küreselleşmenin belki de sevimli yüzü diyebileceğimiz bir şey bu. Mesela bu sayede belki çocuk emeği kullanımı ortadan kalkabilecek gibi görülüyor. Bu konunun üstüne de  gene dış baskılarla çok ciddiyetle durulmaya başlandı. Burada tabii korkulması gereken şey o milliyetçi içgüdüyle buna karşı çıkılması.

 

ÖM: Dışarıdan baskı geliyor diye.

 

AB: “Bunlar bizim ihracatımızı önlemek için yapıyorlar, Mısır’da asgari ücret 14 Dolarken biz nasıl rekabet ederiz, Çin’le nasıl rekabet ederiz, bunun için yapıyorlar” gibi. Gerekçelere karşı uyanık olmak lazım.

 

ÖMadra: Evet, çok önemli bu kavramın, “çalışan yoksul” kavramının üzerinde daha epey durmamız gerekeceği anlaşılıyor, çok teşekkür ederiz.

 

 

Bu programın yayınlandığı tarihte Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun çalışmaları sürüyordu.  Komisyon çalışmalarını tamamladı ve yeni asgari ücreti belirledi. Karar 26 Haziran 2004 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı.  

 

(16 Haziran 2004’te Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)