Bush Amerikası'nın Çocukları

-
Aa
+
a
a
a

18 Mayıs 2004The Guardian

Abu Ghraib işkencecileri artık evlerinde düzgün işler bulamadıkları için yolları Irak’a düşen McDonalds tarzı yerlerde çalışan kişilerdi.

 

Efsanevi Amerikalı sendikacı Cesar Chavez, 1968’de, 25 günlük bir açlık grevi gerçekleştirmişti. Yemekten fedakarlık ederek, çiftliklerdeki tarım çalışanlarının karşı karşıya olduğu sömürü şartlarını lanetlemişti. “Si se puede!” – “Evet, yapabiliriz!” Chavez’in tarihsel sendika hareketinin sloganıydı.

 

George Bush geçen hafta, dört günlük bir otobüs yolculuğuna çıktı. Bir dizi krepli kahvaltı için mola verdiğinde, vergi kesintilerini överek, Amerikan işçilerinin küresel ekonomide korunmaya gereksinimi olduğunu söyleyen herkesi lanetledi. Laissez-faire ekonomi için attığı savaş çığlığı ne miydi? “Evet, Amerika yapabilir.”

 

Bu sözlerdeki ima muhtemelen kasıtlıydı. Bush’un Hispanik oylara o derece gereksinimi var ki, Ohio’daki meydan konuşmalarında “Vamos a ganar! Kazanacağız!” diye bağırmaktan da geri kalmamıştı.

 

“Evet, Amerika yapabilir” otobüs turnesinin ana amacıysa, tabii ki Amerikan seçmeninin dikkatini Irak’taki hapishane skandalından uzaklaştırarak, düzelmekte olan işgücü piyasasına çekmekti. Amerika Birleşik Devletleri Çalışma Bakanlığı’nın bir raporuna göre Nisan ayında 288.000 yeni iş yaratıldı. Bush’un kampanyası, John Kerry’i, sürekli kötü haberlerden bahsedip duran, New England’ın asık yüzlü kötümseri olarak yansıtmak üzere bu sayılar üzerine yoğunlaştı. Öte yandan, Bush, her zaman baş parmağı yukarıda, rahat bir gülümseme sergileyen neşeli bir Texas’lı iyimser olarak sunuldu. Dubuque, Iowa’da bir kalabalığa “yeni işler yaratılabilmesi için başkanın iyimser olduğumuzdan ve kendimiz güvendiğimizden emin olması gerekir” diye seslendi.

 

Bazı işler, olumlu başkanlık düşünüşünün gücüne karşı diğerlerinden daha duyarlıdır. Nisan’da yaratılan işlerin %82’si, restoranlar ve perakende sektörü de dahil olmak üzere hizmet sektöründeydi. En büyük yeni işverenlerse, geçici iş bulan kurumlardı. Geçen sene içinde, imalat sektöründe 272.000 iş kaybı oldu. Başkan’ın Şubat ayındaki ekonomi raporunda, fast-food restoranlarını yeniden fabrika kategorisi içinde sınıflandırma fikrinin ortaya atılmasına şaşmamak lazım. Raporda, örneğin, bir fast-food restoranı bir hamburger sattığında, bir ‘hizmet’ mi yapıyor, yoksa bir ürün olarak ‘imalat’a bir girdi mi sağlıyor diye sorulmakta.

 

Ancak, Amerika’daki iş artışı tamamıyle hamburger köftesi çevirmekten veya geçici işlerden kaynaklanmıyor. 2 milyondan fazla Amerikalı parmaklıkların arkasındayken, hapishane gardiyanlarının sayısı, 2000 senesindeki 270.317’den, 2002’de 476.000’e yükseldi.

 

Bush’u bunca ekonomik sefalete karşı başparmağı yukarıda görmek, Irak’ta çekilen ve yaygın bir şekilde görülmüş olan belirli bir fotoğrafı aklıma getirdi. Bu fotoğrafta, Uzman Çavuş Charles Graner ve er Lynndie England, üst üste yığılmış, işkence görmüş Iraklıların üzerinde, baş parmakları yukarıda sırıtırken mutlu bir çift olarak görünüyorlar. Gözleri her şey yolunda, sadece aşağıya bakmayın diyor sanki.

 

Amerikan iş gücü piyasasının zavallı durumuyla Abu Ghraib’den gelen görüntüleri birbirine bağlayan başka bir şey daha var. Hapishanede kötü muamele skandalının suçunu üstlenenler, Bush’un ekonomik iyileşme programının McDonalds tarzı yerlerde çalışanları, hapishane gardiyanları ve işten çıkarılan fabrika işçileri. Kötü muamele suçlamalarıyla karşı karşıya kalan askerlerin özgeçmişleri ise, doğrudan Amerika Birleşik Devletleri çalışma Bakanlığı Nisan raporundan gelmekte.

 

Örneğin, Lorton, Virgina’dan, yerel Papa John’s Pizza restoranında yardımcı yönetici olan Sabrina Harman var. Pennsylvania’da bir hapishane gardiyanı olan Uzman Graner var. Kırsal Virgina’dan, gene bir başka hapishane gardiyanı olan Uzman Çavuş Ivan Frederick var.

 

Bir mahkum hakları uzmanı olan Van Jones’un tabiriyle, “Amerika’nın gulag ekonomisine” katılmadan önce, Frederick’in, Mountain Lake, Maryland’deki Bausch & Lomb fabrikasında düzgün bir işi vardı. Ancak, New York Times gazetesine göre bu fabrika kapatıldı ve Meksika’ya taşındı – Ekonomik Politika Enstitüsü’nün (Economic Policy Institute) hesaplarına göre bu, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) 1994’te yürürlüğe girdiğinden beri, çoğunluğu imalat sektöründe kaybedilen yaklaşık 900.000 işten sadece biriydi.

 

Serbest ticaret, Amerikan emek pazarını adeta bir kum saatine çevirdi: aşağıda bol miktarda ve yukarıda da hatırı sayılır miktarda iş var, ancak, orta kesimde çok az iş var. Aynı zamanda, devlet üniversitelerinin harçları 1990’dan beri %50 artarken, aşağıdan yukarıya yükselmek de giderek zorlaşıyor.

 

Amerika Birleşik Devletleri ordusu da tam burada devreye giriyor işte: ordu kendisini, Amerika’nın giderek büyüyen sınıfsal uçurumuna bir köprü olarak konumlandırıyor: ordu hizmeti karşılığı üniversite harç ücreti. Buna Nafta taslağı da diyebiliriz.

 

Bu durum, Abu Ghraib olayında suçlananların en ünlüsü olan Lynndie England’ın işine yaramıştı. Lynndie, üniversite ücretini ödeyebilmek için askeri polise katılmıştı. Meslektaşı Sabrina Harman da, aynı nedenden katılmıştı.

 

Hapishanedeki işkencelere bulaşan askerlerin fakirliği, elbette ki onları ne daha fazla ne de daha az suçlu yapar. Ancak, haklarında daha çok şey öğrendikçe, Amerika’da iyi işlerin ve sosyal eşitliğin yokluğunun, onları Irak’a getiren ana neden olduğu daha da açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Irak üzerine yoğunlaşan ilgiyi dağıtmak için ekonomiyi kullanma ve skandala karışan askerleri gerçek Amerikalı olmayan istisnalar olarak izole etme çabalarına karşın, onlar, bıraktıkları o sonu olmayan McDonalds tarzı işlerden, suistimallerle dolu hapishanelerden, karşılayamayacakları eğitimden ve kapanan fabrikalardan kaçan, George Bush’un geride bıraktığı çocuklar.

 

Onlar, göründüğü kadarıyla ayaklarının dibindeki felakete duyarsız bir şekilde, her yerde sergiledikleri yukarıya çevrili başparmak işaretiyle, aynı zamanda, başka bir şekilde Bush’un öz çocukları. Bu, George Bush’u tanımlayan klasik pozu. Amerikan seçmeninin iyimser bir başkan istediğinden emin olan Bush takımı, iyimserliği bir saldırı silahı olarak kullanmayı öğrendi: kriz ne denli büyük olursa olsun, ne kadar çok yaşam mahvedilmiş olursa olsun, dünyaya karşı ısrarla, başparmakları yukarıda poz verdiler.

 

Donald Rumsfeld? İyimser şefe göre “harika bir iş çıkartıyor.” Irak’daki misyon? Bush, o felaket, “misyon tamamlanmıştır” konuşmasından bir sene sonra, muhabirlere “emin olun ki, gelişme kaydediyoruz” diyebildi. Ve birçoklarını fakirliğe sürükleyen Amerika iş gücü piyasası? “Evet, Amerika yapabilir!”

 

Bu genç askerlere mahkumlara nasıl işkence yapılacağını kimlerin öğrettiğini bilmiyoruz. Ancak, inanılmaz acıların karşısında kaygısız ve neşeli durabilmeyi kimin öğrettiğini biliyoruz. Bu ders, ta tepeden geliyor.

Çeviren: Emre Eren

Children of Bush's America