Buenos Aires izlenimleri ışığında toplumsal muhalefet

-
Aa
+
a
a
a

Buenos Aires, hiç dinmeyecekmiş gibi görünen hareketliliği ile bir yerde İstanbul'u anımsatmıyor değil. Ancak tipik bir 'latin' geleneğini sürdürerek yüzünü sokağa çevirmiş oluşu, hayatı dışarıda yaşamayı alışkanlık haline getirmiş tarzıyla Doğu-Batı yamalı İstanbul'dan ayrılıyor. Haftaiçi geceyarısına, haftasonu sabaha kadar caddelerde belli bir canlılığı gözlemlemek mümkün. Ortalama iki üç kilometre uzunluğa sahip bulvarları ve onları dikine kesen ve yine kilometrelerle ölçülecek denli uzun, upuzun ara sokakları ile dev bir ızgarayı andırıyor. Izgaranın sokaklarında cafe, bar ve restoranların yanısıra çok sayıda kitapçıya rastlamak sizi şaşırtabilir.

 

 Puerto Madero: Tarihi iskelelerin yerini bugün lüks restoranlar aldı

Özellikle kent merkezindeki ana arterlerden biri olan Corrientes'de neredeyse her üç dört dükkandan biri ya kitapçı ya da tiyatro. 'A la gorra' denen marjinal tiyatrolar da var, buralarda oyun sona erdiğinde aktörler şapka tutup öyle topluyorlar paraları, o yüzden 'a la gorra' deniyor.

Kent nüfusu üç milyon ama, Buenos Aires eyaleti dışarıdan gelen göçlerle 15 milyonu bulmuş. Arjantin, kıta genelinde görünen yapılanmaya uyarak 23 'provincia', yani coğrafi ve idari birime bölünmüş. Yaklaşık Türkiye'nin altı misli büyük bir

yüzölçümüne sahip olduğu dikkate alındığında, bu sistemin önemi daha da belirginleşebiliyor.

 

Nüfus 40 milyon civarında ve gerek nüfus dağılımı gerekse refahın bölgelere göre paylaşımında son derece çarpıcı eşitsizlikler göze çarpıyor. Kuzeyde yer alan Tucuman ve Jujuy gibi bölgeler asırlar boyu süren ihmal ve ayrımcılık yüzünden çok geri kalmış. Buralarda ağırlık yerli nüfustan oluşuyor ve yukarıdaki komşu Bolivya ile İnka mirası ortak bir kültürel altyapıyı paylaşıyor. Yerlilere karşı sürdürülen ayrımcı ve aşağılayıcı resmi politikanın izlerini Buenos Aires gibi kentlerde de görmek mümkün. Sadece yerlilere karşı değil, Afrika kökenlilere karşı da acımasızca bir tecrit politikası uygulamış Arjantin. Amerika kıtasında Afrikalıların görülmediği tek ülke.

 

Belki de bu 'tarihsel ayıp'ların bilinçaltında paslanıp durmasından, bireysel ve sosyal-psikolojik durumları pek iyi olmayan bir cemaat var Buenos Aires halkı içinde. Her yerde psikolojik tedavi merkezlerinin ilanları göze çarpıyor zaten. Ben, böylesi bir psikolojik destek gereksiniminin son yaşananlarla ilgili olarak doğduğunu sanmıştım. Bunda tabii ki doğruluk payı olsa da, meğer geçmişten gelen bir alışkanlığıymış Buenos Aireslinin. Herkesin bir psikolojik danışmanı olur ve işe gider gibi ona giderlermiş. Ancak her ne kadar 'Buenos Airesliler' diye genelleme yapsalar da, bunlar kentte yaşayanların sadece bir kesimi.

 

Kim mi bunlar? Bunlar dünyanın her yerinde aynı cemaat, orada, burada, Türkiye'de, benzer kaygılar ve benzer amaçlarda birleşen, dünyaya benzer kafadan bakıp dünyayı da kendilerine benzetmek için ellerinden geleni yapmaktan kaçınmayan aynı güruh. Sermayeden başka tanrı tanımaz, tüketmek ve tükettirmek üzerine kurulu bir hayat felsefesinden başka felsefe bilmezler, hâlâ 'küreselleşelim, biz bize olalım, varsın batsın dünya, yeter ki biz sağ olalım' diyecek kadar zeka özürlü oldukları için tabii psikolojik tedavi de fayda etmiyor onlara. Bir seans düzenleyerek Marx'ın ruhunu çağırmaları ve ondan, 'sermaye ilişkisi ve insanın metalaşarak  kendine ve herkese karşı yabancılaşması' üzerine bir konuşma dinlemeleri için de artık çok geç! Oysa aynı kentte insanlıktan çıkarılmış olmanın tahribatını başka yöntemlere başvurarak gidermeye çalışanlar da var. Bunlar örgütlenmeyi  ve örgütlü toplumsal mücadeleyi bırakmayan alt kesimlerle onlara destek veren aydınlar.

 

Aş ve dayanışma evleri

 

Bilindiği üzere Arjantin, toplumsal muhalefet adına son derece özgün ve tümüyle tabanın inisiyatifinde ortaya çıkan örnekler sergiledi. İktidar boşluğunda ve yok olma tehlikesi karşısında, asıl iktidarın kendileri olduğunu hatırlayarak çıkış yolları aradılar ve sonunda o yolları kendi elleriyle yaratarak kazandılar. Bunlar örneğin fabricas ocupadas (işgal edilen fabrikalar), comedores (halk aş evleri), assambleas barriales (mahalle toplantıları), madres de la Plaza de Mayo (Mayıs Meydanı Anneleri) gibi oluşumlardı.

 

Topyekun çöküntünün patlak verdiği 2001 Aralık'ında patronların işçilerin ödenmemiş paralarıyla onları açlık ve işsizliğe yani yok olmaya mahkum ederek yabancı ülkelere çekip gitmesiyle kapısına kilit vurulan binlerce fabrika ortaya çıkmıştı. İşçiler onları sahiplendiler, kilitleri kırarak içeri girdiler ve orada, aylarca elektriksiz, susuz  kaldılar. Yasal olarak kendilerine fabrikaları yeniden çalıştırma hakkı verilmesi için mücadeleye başladılar. Çevre halkı onlara destek çıktı; öyle ki Zanon adlı fabrika örneğinde, içeride haftalarca yemek yiyemediklerinden ölme tehlikesiyle karşı

 De Mayo Bulvarında bir cafe

karşıya olan işçilere yakınlardaki hapishanenin mahkumları kendi azıklarını onlarla paylaşarak yardım etti; mahkumların gönderdiği yemek sayesinde yaşamları kurtuldu. Mahalle halkı da gece boyu sabaha kadar fabrika çevresinde nöbet tutarak polisin fabrikaya girmesini engelledi. Comedores lerse, piqueteros denilen ve adlarını yollara barikatlar kurarak duyuran militan bir halk kesiminin sahiplendiği yardımlaşma ve dayanışma merkezleri olarak çıktı ortaya.

 

Bu aş evlerinin ilk kurucuları, sokaklarda doğup sokaklarda büyümüş adları Margaritta Barientos

ve Monica Carranza olan iki kadın. “Eğer devlet ve toplum bizi insan yerine koymuyor ve bizi kendi yok oluş kaderimizle baş başa bırakıyorsa, o halde biz, kendimiz gibi olanlar bir araya gelir ve kendi başımızın çaresine bakmasını biliriz” gibi bir çıkış noktası bulunuyor bu yapılanmaların. Gerçekten de başarıyorlar; dahası, gerçek anlamda insan olmanın ne anlama geldiği üzerine de -tabii ki anlayana- bir güzel ders veriyorlar. Gerek fabrikalar, gerek aş evlerinde, ast-üst, patron-hizmetkâr ilişkisi yok. 'Yatay demokrasi' olarak adlandırılan, merkezden yoksun, çoğulcu ve

katılımcı, tümüyle eşitlik ilkesine dayalı  bir sistem uygulamaya çalışıyorlar. Bir aş evinin somut olarak hayata geçmesi ise, örneğin şöyle bir süreç izleyebiliyor. Mahallenin inşaat işçileri olarak bilinen insanları, bu beceri ve güçlerini, oradan buradan topladıkları inşaat malzemeleriyle mahalleleri için bir aş evi yapmada kullanıyorlar. Zaten çoğu işsiz, çalışanlarsa arta kalan zamanlarında, örneğin gece sabaha kadar çalışarak, yardımcı oluyorlar.

 

Yine aynı mahallenin, bir zamanlar iş yerlerinde mutfak elemanı olarak çalışmış kadınları da, gönüllü yemek yapma işini üsleniyor ve sonunda yemek parası olmayan ya da yeterince olmayanlar için bir mekân çıkıyor ortaya. Ancak SADECE bir yemek yeme yeri değil buraları; kalacak yeri olmayan evsizler için de bir barınak ve bence asıl önemlisi, KENDİ yerleri; diğer bir deyişle, o insanlar, ait oldukları toplumsal yer itibariyle, PARALARI OLSA BİLE herhangi bir lokantaya kabul edilemeyecek olanlar, böylesi ayrımcı bir kabullenişi kabullenmek zorunda kalmadan kendi dünyalarının mekânlarını da kurmuş oluyorlar.

 

 Mayo Meydanı ve Başkanlık Sarayı

Mahalle toplantılarına (assambleas barriales) gelince. Toplantıların nedeni başlangıçta çok çeşitliymiş; paralarını bankalara kaptıran ve geri almak için kolları sıvayan orta kesim mağdurlarından, siyasi partilere ve hükümetlere olan güvensizlik sonucu kendi işimizi kendimiz görelim diyen sıradan mahalleliye değişik kesim ve amaçları taşımış bünyesinde. Davullu, havai fişekli (gösterilerin davul gümbürtüsü ve havai fişek bombardımanı eşliğinde yapılması adetten Arjantin'de- bunun eski yerli kültürüyle belli bir bağlantısı var) kendiliğinden evlerinden dışarı çıkar, mahallenin

meydanında toplanır, konuşur, tartışır ve karar alırlarmış.

 

Bugün öyle meydanlara falan çıkmıyorlar; ama o dönemden çıkardıkları son derece anlamlı dersler de var. Örneğin Belgrano denilen bir semt kendi iletişim bilgisayar ağını kurmuş. Web sitesinde sorunlar, sorunlarla ilgili görüşler ve oy kullanma bölümleri var. Hadi ibret olsun diye bizden bir örneklemeyle açıklamaya çalışalım. Diyelim Moda Belediyesi tramvay mı getirmek istiyor? web sitesine, gerekliliği, maliyeti vb. üzerine birçok veri giriyor. Herkes fikirlerini söylüyor ve sonra oylama yapılıyor, ona göre ortaya bir karar çıkıyor. Dün, Mars gezegeninin sahilde birlikte seyrettiğim Modalı gençlerle konuşur ve onlara bildiğim kadarıyla Mars’ı anlatırken, bana, neden Moda'da bir araştırma merkezi olmadığını, tramvay için harcanan bilmem kaç trilyon paranın, neden onları düşünen bir proje için harcanmadığını soruyorlar.

 

Gidip bu soruları soracakları, düşünce ve önerilerini serbestçe dile getirebilecekleri ve tabii  ciddiye alınacakları bir yer var mı ki? Yerel ya da merkezi yönetimlerin oy sandığından sonra  vatandaşlarını unutması artık çocukların bile öğrendiği bir gerçek!

 

Mayıs Anneleri

 

'Mayıs Anneleri'nin ortaya çıkışıysa çok eskilere gidiyor. Onlar bugünlere kadar gelen insan onurunu ayakta tutma savaşında, destansı bir geçmişe sahipler, gerçek öncüler onlar, gerçek insan, gerçek ana.. Düşünebiliyor musunuz, 1976'da diktatörlüğün ilan edildiği ve tarihte eşine az rastlanan bir insan avının başlatıldığı yılın hemen ertesinde, 1977'nin 30 Nisanı'nda ilk kez çıkıyorlar Mayıs Meydanı'na. Başlarında, sonradan direniş ve insan hakları savaşının onur simgelerinden biri haline gelecek baş örtüleri, hükümet binasının hemen karşısında yer alan ve Arjantin'in bağımsızlığının ilan edildiği aynı meydanda, ellerinde kaybolan, devlet terörüne kurban giden çocuklarının adlarını taşıyan pankartları, generallere meydan okumuşlar. Alıp götürülen ve bir daha kendisinden haber alınamayan, ya da işkencede öldürülenler olmuş aralarında; ama bugün hâlâ devam ediyor aynı yürüyüş.

 

Her perşembe saat 15:30’da onları göreceksiniz; orada, cuntacı generaller yerine şimdi turistler ve güvercinlerin gezindiği Mayıs Meydanı'nda, tıpkı bir ritüeli yerine getirir gibi, insanlık tarihinin tanık olduğu en inatçı direnişin hayatta kalan son temsilcileri olarak göreceksiniz onları. 1977’den 2003'e kadar zamanı bir hesaplayın ve bu eylemliliğin hiç aksattırılmadığını düşünün! 89 yaşında olanlar var aralarında; yüzlerinden fışkıran hayat ve inanç dolu ışımaları gördüğünüzde, kafanız duyduğunuz yaşla ilgili olarak karışacak ve ister istemez dünyanın başka köşelerinde, aynı yaşlarda köşelerine çekilmiş, ölümü bekleyen öteki anneleri hatırlayacaksınız.

 

Her gösteride, onlara 'madres de la plaza- el pueblo las abraza! -yani, 'Mayıs Meydanı'nın anneleri, halk açmış kollarını kucaklıyor sizleri!' diye sesleniliyor. Tam 30 bin kayıp var ve onları hiç unutmamak, sonuna kadar hesabını sormak üzere anneler (Madres de la Plaza de

Mayo-Linea Fundador) anneanneler (Abuelas de Los Desaparecidos), oğullar (Hijos de Los Desaparecidos), torunlar (aynı Hijos de Los Desaparecidos çatısı altında) ve onlarca insan hakları örgütü seferber olmuş durumda. Bu arada üzerimde kalmasın, hemen ileteyim: O annelerden bizim Cumartesi annelerine kocaman bir dayanışma selam var...

 

Toplu eylemlilik siyasi örgütlerle düşüyor

 

Peki, gelelim bugünkü duruma. Çünkü şurası hiç zorlanmadan göze çarpan bir gerçek ki, önceki eylemlilik hali, en azından aynı yoğunluk ve heyecanda görülmemekte artık. Dayanışma ve tepki gösterme sözkonusu olduğunda, son derece sınırlı çevrelerde odaklanıyor bunlar. 'Peki, ne oldu, neden düştü hareket?' diye sorduğumda, değişik kesimlerden, ortak bir yanıt çıktı ortaya. Yanıt, aslında eski, bildik bir 'politik hastalık', hâlâ temizlenememiş bir 'virüs'. Deniyor ki, taban kendiliğinden hareketlendiğinde ve çoğu insan bu durumda hayatlarında ilk kez geleceklerine doğrudan sahip çıkmak gibi olağanüstü bir halle karşı karşıya kaldığında, dışarıdan, politik formasyonları önceden belirlenmiş grupların içlerine sızma ve hareketliliği kendi yörüngelerine çekme girişimlerine maruz kalmışlar. Bunun için ilginç bir sözcük kullanıyorlar: captar. Kendine doğru çekip, içine almak gibi bir anlamı var sözcüğün. Tıpkı, bir radyo alıcısı gibi; dışarıdaki dalgaları çekiyor ve kendi kanalına uyarlayarak kendi dalgasından yayın yapmak üzere onları kullanıyor!

 

Bu benzetme aslında benim kendi gözlemlerimle de doğrulandığı üzere bugün gerçekten de Arjantin'de görülen bölünmüşlük ve yılgınlığı açıklayabilmekte dikkate alınması gereken bir olgu. Sözkonusu gruplar ne zaman ki hareketi belirlemeye kalkmış, halk ürkerek geri çekilmiş. Aynı gruplar hâlâ iş başında, hâlâ 'en doğru'ya sahip olduklarını iddia ediyor ve hâlâ başkalarının 'kendi iyilikleri'(?!) adına bu 'en doğru'yu kabullenmelerini bekliyor. Var güçleri ile de çalışıyorlar. Tabii böylesi bir 'iktidar hırsı' (ki ayrıca incelenmeye ve üzerinde konuşulmaya değer) bu grupların içinde de bölünmeler yaratmış ve bu bölünmüş gruplar birbirlerine karşı tavır almış, sol bölündükçe bölünmüş, hareket onların bu uzlaşmaz ve hoş görü tanımaz tavırları yüzünden parçalandıkça parçalanmış, somut hiç bir konuda, önceleri olduğu gibi kendiliğinden tavır alamaz olmuş.

 Kayıp Anneleri, 1977

 

Gidip ziyaret ettiğim, Yeniden Kazanılmış Fabrikalar'dan birinde (bunun anlamı, yasal dava

süreci sonunda mahkeme kararıyla fabrikalarına sahip oluyorlar), Grisinapolis'te, konuştuğum insanlar bana “Herkese, her düşünceye açığız. Gelip bizle çalışır ve görüşlerini rahatlıkla söylerler. Ama yolumuzu biz kendimiz çizeriz, neyin doğru olup olmadığına biz kendimiz karar veririz. Eğer düşüncelerini empoze etmek üzere gelenler olursa, buna asla izin vermiyoruz” diyordu. Şimdi yeni kurdukları kooperatifin adını Nueva Esperanza, yani Yeni Umut koymuşlar.  Semtin aydın kesimi onlara doğru bir hamle yapmış. Sonuçta aydınların çoğu işsiz kalmışmış zaten, ayrıca, konuştuğum bir mimarın sözleriyle, “artık düzenin beklentileri doğrultusunda iş sahibi olmak, yani sanatımızı düzene alet etmek istemiyoruz” diyerek farklı bir yaşam tavrını benimseme kararı almışlar.

 

Farklı, alternatif bir fabrikanın varlığı onlara böylesi farklı ve alternatif bir tavır için esin kaynağı olmuş. Öte yandan fabrika çalışanları da onlara doğru bir hamle yapmış; çünkü her şeyi öğrenmek, bilmek zorundalarmış: muhasebe, işletme, pazarlama ve ötesi, yani hayatın o zamana

kadar yüzlerine karşı kapalı tutulan alanlarıyla tanışmak gibi yeni bir perspektif açılmış önlerinde: edebiyat gibi, tiyatro gibi, felsefe gibi. Buluşulan ortak nokta bir centro cultural, yani bir kültür merkezi olarak göstermiş kendini. Şimdi bir yığın etkinlik atölyesi hem işçilere hem aydınlara içlerinde ortak zemin bulacakları ve o neoliberal politikalarla körüklenip duran hayata ve birbirimize karşı 'yabancılaşma' yı aşacakları bir alan yaratmış.

 

“Kayıp” fraksiyonları

 

'Dışarı'dan empoze ve belirleme anlayışının en hazin sonuçlarından biri Anneler Örgütü'ne yansımış. İki ayrı kuruluş var şimdi. Bir yanda Madres de la Linea Fundadora (ilk kurucu çizgi) ve Asociacion de Las Madres (bu bir vakıf ve kendini belirgin bir ideolojinin sözcüsü olarak tanıtıyor.) Birinciler her halleriyle ana, sıcak, açık, şeffaf ve oldukları gibi; ötekiler 'katı'laşmış ve 'soğumuş'; güvensiz  yaklaşıyorlar ve öncelikle kim? ne? olduğunuzu öğrenmek istiyorlar. Daha vahimi bu ikinciler birincileri tanımıyor, haklarında hiç de iyi konuşmuyor ve onların kayıp

evlatlarını bile kayıp evlatlar arasında saymıyor! Örneğin 12 Ağustos’ta yapılan dev gösteriye katılmadılar, çünkü gösteri öteki annelere bağlı 'Kayıp Çocuklar Organizasyonu' tarafından örgütlenmişti. Oysa öteki anneler onlar için tek bir olumsuz sözcük sarf etmemekte, hatta her fırsatta anne olarak onlara saygı duyduklarını ifade etmekte. Bu anneler, 1977 den beri

hayatları pahasına sokaklara dökülen aynı anneler; bundan daha anlamlı 'politika' gerekiyor mu onlara?

 

Evet, sonuçta geleneksel, ortodoks solun işte o bilinen politik virüsünün yol açtığı tahribata rağmen, güzel şeyler olmaya devam etmekte Arjantin'de ve tüm dünyada. Küresel bir alternatif oluşturma sürecinin içindeyiz. Özellikle Türkiye'de kimler ne kadar farkında bilinmez ama, lafta değil, resmen pratik hayatta 'farklı bir dünya' sorgulanıp deneniyor. Ortodoksluğun ve gelenekselciliğin geçersizliği artık tarih tarafından mahkum edilmiş, dar ve antidemokratik kalıplarını kırarak, onların dışında yeni alanlar yaratmak gerekiyor. Herkesin içinde kendini ifade olanaklarını etken olarak bulabileceği süreçlere gereksinim var. Süreçlerin içinde doğrudan yer alarak o süreçlerin üretiminde birinci derecede hak ve sorumluluk sahibi olabilecek, iktidarı aralarında paylaşarak başka iktidar merkezlerinin yaratılmasına fırsat tanımayacak insanların oluşturacağı yeni ve alternatif politik alanlara gereksinim var.

 

Ve tabii tüm bunlar için umuda gereksinim var, umuda ve düşlere. Onun için sana binlerce teşekkür Arjantin; sana ve 'öteki Arjantinler'ine dünyanın...