"Bu Utanca Ortak Olma!"

-
Aa
+
a
a
a

Medyada, her gün olmasa da, çok sık çıkıyor karşımıza, "namusunu temizleyen" "zavallı kader kurbanı!" erkekler. Tecavüze uğramak gibi bir suç işleyen kızını ya da kardeşini yol ortasında satırla doğrayan erkek, bunu yapmazsa insan içine çıkamayacağını söylüyor. Haklı da! Toplum, "en güçlü deterjandan daha da temiz yıkayan" bu erkekleri, bu vahşeti işlediğinde alkışlıyor, sedirin baş köşesine oturtuyor. Eh, nasıl olsa devlet de ağır tahrikten dolayı ceza indirimi veriyor(du). Vermese de ne gam, zaten mahpushanede koğuşun en yiğidi o olacak, krallar gibi muamele görecek.

On yıllardır topraklarımızda yaşayan bu kötü tohuma, son birkaç yıla değin hepimiz tarafından "töre", "gelenek", "kanıksanmışlık", -adına ne derseniz deyin- nedeniyle "vah vah" denip geçiyorduk, göz yumuyorduk, ortak oluyorduk.

Son birkaç yıldır Türkiye'deki kadın hareketinin bu konuya daha fazla ağırlık vermesinin ardından medyadaki haberlerin tonu değişti, kadından yana bir dille üçüncü sayfadan manşetlere terfi etti. Ama yetti mi? Cinayetler durdu mu?

 

Diyarbakır'da kurulan KA-MER'e 24 ayda 68 kadın başvurdu. Hepsi de namus cinayetine kurban gitme tehlikesi içindeydiler. Sadece KA-MER'e yapılan başvurudan söz ediyoruz.

Sadece buna cesaret edebilenlerden, kaçmaya fırsat bulabilenlerden söz ediyoruz. Gerçek rakamı bilmiyoruz, bilemiyoruz.

Bilemiyoruz, çünkü birçok kadın zaten "yok". Resmen nüfus kayıtlarına geçmemiş, yani "doğmamış" birini gözlerden ırak bir yerde "öldürdüğünüzde" gerçekten öldürmüş sayılır mısınız?  

Bilemiyoruz; çünkü intihar eden kadınların kaç tanesinin aslında intihara zorlandığını sayamıyoruz.

Toplumsal tutum değişikliği gerçekleşmeden gerçek rakamları ve kurbanları bilmemiz ve ölümleri tamamen durdurmamız da çok mümkün gözükmüyor ne yazık ki.

Dicle Üniversitesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı'ndan Prof.Dr. Aytekin Sır'ın, British Council ve Ka-Mer'in ortaklığında yürütülen sosyal sorumluluk kampanyası için, Diyarbakır ve çevresinde 423 kişiyle yürüttüğü araştırmanın sonuçları, korkunç tabloyu gözler önüne seriyor.

Katılanların yaklaşık %20'sinin üniversite öğrencisi ya da mezunu olduğu araştırmada, "namus nedir?" sorusunun karşılığını "anamız, bacımız, karımız" diye yanıtlayanların oranı %32,9.  Namusu doğrudan kadının cinselliği, bekareti, itaati olarak görenlerin oranı yaklaşık %55.

Bu namus tanımı uyarınca "namussuzluk" yapan kadının da mutlaka cezalandırılması gerekiyor. Evlilik dışı ilişkide ceza, ağırlıklı olarak ölüm olurken "suç" hafifledikçe eve kapatmak, aç susuz bırakmak gibi "cezalar" ağırlık kazanıyor. Sadece fazla güldüğü için bile öldürülmesi gerektiğini söyleyenler var (%2,4).

Sorun belli: Kadın, erkeklerin "koruması" altında, onlara itaat etmesi gereken bir mal olarak görülüyor.

Bu anlayış, bu bakış açısı değişmeden hiçbir çözüm arayışı kalıcı olamayacaktır. Sadece yasal yaptırımlar yetmeyecek. Toplumun her kademesinde bu anlayış değişikliğinin gerçekleşmesi ve ortak tavrın gösterilmesi gerekli.

Devletin tüm kademelerinden, namus kisvesiyle işlenen bu kadın cinayetlerine tolerans gösterilmeyeceğini yüksek sesle duymamız gerekiyor. Bugüne dek bunu ne Başbakan'dan, ne de başka bir hükümet yetkilisinden kararlı bir tonda duyamadık. Tam tersine, zina tartışması yaratarak örtülü bir destek bile verildiği söylenebilir.

Kolluk kuvvetlerine, ölümden kaçan kadınlar kendisine sığındığında polislerin "karı-koca arasına girmesi gerektiği" anlatılmalı; gereken özeni ve çabayı göstermeyen kolluk kuvvetleri uyarılmalı. Toplumsal cinsiyet duyarlılığı temelli meslek içi eğitim verilerek kolluk kuvvetlerinin önyargıları kırılmalı.

Sığınma evlerinin sayısı derhal arttırılmalı. Ölümden kaçan kadınların kalıcı bir çözüm oluşturuluncaya değin koruma altında, güvenlikleri ve esenliklerinden emin olarak yaşayabilmeleri sağlanmalıdır.

Önemli bir sorun olan kadınların nüfusa kaydı ve kadın okur-yazarlığı oranını arttırmak, namus kisvesiyle işlenen cinayetlerin azalmasında belirleyici unsurlardan biri olacaktır.

Ve en önemlisi, sorunu sürekli görünür kılarak, tartışarak bu ilkel zihniyetin yok edilmesi için herkesin elinden gelenden fazlasını yapması gerekiyor.

British Council ve Ka-Mer ortaklığında başlatılan bu sosyal sorumluluk kampanyası bir ilk adım olarak görülmeli. Bu sorunu sahiplenen onlarca insanın gönülden destek verdiği ve birlikte oluşturduğu malzemelerin görünür kılınması artık medyanın ve sorumlu yurttaşların elinde.

Sorunu sahiplenmediğimiz ve harekete geçmediğimiz sürece, bu cinayetlerin suç ortağı olmaya devam edeceğiz.

Konuşmadığımız, tartışmadığımız ve itiraz etmediğimiz sürece kadınlar ölmeye devam edecek… bizim haberimiz olmasa bile.

Bu utanca ortak olmaya devam edebilecek misiniz?