'Biraz bozduk biraz yaptık'

-
Aa
+
a
a
a

Kevser Yavuz: Merhaba Açık Radyo izleyicileri bugün programda bir değişiklik olacak ve programı ben sunacağım. Önce kendimden biraz söz edeyim; Adım Kevser Yavuz. Özel İstanbul Çevre Okullarında Çevre Koordinatörü ve drama öğretmeniyim. Açık Radyo’nun sürekli dinleyicisiyim. “Gönüllülük ve Sosyal Sorumluluk Programı”nın da hem dinleyicisi hem bir yıl da deşifrecisiyim. Hülya hanım, bu programı yapmaya ilk başladığında ona bir teklif götürmüştüm. “Aslında sizin de bu programda konuşmanız gerekir; anlatacağınız çok şey vardır” diye... Bugünkü konuğumuz Hülya Denizalp Demircan. Hoş geldiniz.

 

Hülya Demircan: Hoş  bulduk.

 

Kevser Yavuz: Kendi programınıza hoş geldiniz.

 

Hülya Demircan: Konuk olmak çok keyifli bir şey, hele senin konuğun olmak daha keyifli.

 

Kevser Yavuz: Teşekkür ederim. Program boyunca size “Hülya Abla” diyeceğim.

 

Hülya Demircan: Mahsuru yok bence. Dinleyiciler ne düşünür ama çok normal, çünkü gündelik hayatta da abla diyorsun.

 

Kevser Yavuz: Hülya abla, Genç Tur, TEGV, ASHOKA... Hayatında bir çok sivil toplum örgütü var.  Bu örgütlerdeki çalışmalarınızı dinledim ve çok yakından izleme şansım da oldu. Ama öncesinde kısaca bir özgeçmişini dinleyebilir miyiz?

 

Hülya Demircan: Senin dediğin gibi, bu programa başladığımızda “sen de konuşmalısın” dediğinde ben “olur mu ben milleti konuşturmak için geldim; bunu yapıyorum” dediğimden bu güne tam bir yıl geçti; eskilerin deyimi ile, “sene-i devriyesi”ni kutluyoruz. Sizlerin deyimiyle de “yıldönümü” mü oluyor?

 

Kevser Yavuz: Evet! Yıldönümü.

 

Hülya Demircan: Birinci yaşımızı kutluyoruz. 52 programda 44 konuk ağırladıktan sonra, sana hak verdim. Artık “konuşma sırası bende” diyebilme hakkını buldum.

 

Mimar Sinan Üniversitesi’nin “endüstri tasarımı bölümü”nden mezun oldum. Üniversite öğrencilik yıllarımda sosyal konulara olan ilgim ve ilgilerin ötesi uygulamalara yönelik çalışmalarımla sosyal sorumluluk idraki başladı. Aslında bir de gerisi var. Zaten Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk sosyal sorumluluk sahibi neslinin çocuğuyum. O anlamda da bir genetik özellik var. Anne ve babamın sosyal sorumluluğu çok yüksekti. Üniversite yıllarıma denk gelen uluslararası gönüllü çalışma kampları sayesinde Kadıköy’den sonra ilk köyü tanıdım. Çünkü ben şehir kökenliyim. Şehir kökenli olarak, Türkiye’yi hiç tanımadığımı idrak edince başka farkındalıklar yaşadım. O “farkındalık”lar, beni siyasi yapılanmada öğrenme merakına götürdü. O siyasi bilgilenme dönemimde geçmişte olanla bugün olanlar arasında bir takım çelişkiler yaşadım. Hâlâ daha yaşıyorum.

 

Kevser Yavuz: Çelişkiler hiç bitmiyor hayatımızda.

 

Hülya Demircan: Bitmiyor. Çelişkilerin olduğu yerde gelişim vardır diye inandığım içinde fazla da şikayetçi değilim ama bazen bunaltıyor. Sürekli çelişkiye düşmenin insana “yeter artık sorgulama yaşa” dedirttiği zamanlarda olmuyor değil.

 

Kevser Yavuz: Ama sanıyorum bu insanın vazgeçemediği, dışına çıkamadığı bir durum. Hülya Abla, Genç Tur ile ilgili çalışmalarına ilişkin köy ve kamplardan bahsedebilir misin?

 

Kültür şokları

 

Hülya Demircan: Dediğim gibi, ilk köye, gerçek köye hakikaten turistik olmayan hakiki bir Anadolu köyüne gittiğim zaman bütün iyi niyetimle köylülerle diyalog kurmak isterken başaramadığımı gördüm. Dilimiz aynı dildi, yani bir dil farklılığı söz konusu değildi. Dinimiz aynıydı. Ben onları anlıyordum onlar beni anlayamıyordu. Beni “kanı sıcak” diye nitelendiriyor ve “bak bizim dilden de anlıyor” diyorlardı. Yani beni o kadar dışlamışlardı. Ben, onların dışında bir kızcağız, iyi niyetli, sevecen, güler yüzlü biriydim. Onlar da bana iyi davranıyorlardı. Bu benim çok ağırıma gitti; yani ben bu ülkenin bir vatandaşıyım ama sanki onların nezdinde ben bu ülkenin bir vatandaşı değilim. Yani onlar bu ülkenin vatandaşı ise ben değilim, ben isem onlar değil.

 

Kevser Yavuz: Bu bir çelişki.

 

Hülya Demircan: Tabii büyük bir çelişki ve benim sorgulamamın en yüksek boyutları o zaman başladı. “Nerde hata oluyor”, “nerde bu çözülebilir”, “nasıl çözülebilir” diye biraz önce söylediğim, okuma düşünme, sorgulama, kavrama sürecine girdim ama yine kampları yapmaya devam ettim.  Uluslararası kamplar olduğu için, bir başka çelişki de, yurt dışından gelen gençler tarafından beynime sokuldu. Onlar da farklı kültürlerin temsilcileri...  Kültür şoku devam etti. Aynı anda, dıştan ve içten yıkılmaya başladım. Yıkılma, espri tabii. Düşündürülmeye başladım. Hollanda’da böyle de bizde niye değil; Alman neden böyle davranıyor da ben davranmıyorum. Sadece toplumsal boyutu değil, kız erkek ilişkilerinden aile ilişkilerine, samimi arkadaşlardan, samimiyetsiz ilişkilere. Mesela, ben bir Hollandalının en yakın arkadaşıyla perşembe günleri iki-üç arasında buluştuğunu duyduğum zaman şok olmuştum. Bu yirmi sene önce yaşanan bir olay. En yakın arkadaşın ve her perşembe iki-üç arası görüşüyorsun.

 

-“E yetiyor mu?”

-“Niye yetmesin.”

-“Peki ne paylaşıyorsunuz?”

-“Ne yaptığımızı anlatıyoruz.”

-“Sıkıntılı döneminde ne yapıyorsun?”

-“O, onun problemi değil, benim problemim”

 

Bunları duyduğumda... Demek ki bunların arasındaki ilişkiler bu kadar yüzeysel. Şimdi gördüğüm, gençler arası yüzeyselleşmenin âlâsı yirmi sene önce Avrupa ülkelerinde vardı. Yaşadıklarım, beni dediğim gibi “ne”, “neden”, “niçin”, “nasıl oluyor” diye sorgulamaya ve kendimce birtakım yorumlar yapmaya götürdü. Uluslararası gönüllü çalışma kampları, hayatımın kilometre taşıdır. Çünkü orada önce kampçı, sonra lider, sonra koordinatör, sonra organizatör diye içim dışım kamp oldu. Beş sene sürekli kampçılıkla uğraştım. Ama dediğim gibi çok şey de kazandım o kültür alış verişi olayından. O sırada bu kamp organizasyonu Genç Tur’un bünyesinde yapılıyordu. Bugün Avrupa ve Amerika’da daha doğrusu, bizim çok öykündüğümüz, mükemmel olduklarını zannettiğimiz, (buna da geleceğiz herhalde) batı ülkelerinde bir takım kâr amacı gütmeyen kuruluşların Genç Tur’da çok daha kâr ettiğini; Sivil Toplum Kuruluşu denen kuruluşların -buna artık Türkiye’yi de katıyorum- “sivil toplum”dan çok uzak olduğunu gördükçe Genç Tur’a iyice bağlandım. Bu arada Genç Tur bu programdan haberdar değil, bedava reklamlarını yapıyorum.

 

Kevser Yavuz: Araya girebilir miyim?

 

Hülya Demircan: Tabii.

 

Kevser Yavuz: Genç Tur’u belki tanımayanlar da var. “Genç Tur, Genç Tur” diyoruz ama bunu biz biliyoruz.

 

Hülya Demircan: Bir iki kere konuğum oldular ama tabii her programı dinlemiyor dinleyiciler. Genç Tur, alternatif turizm hareketi yapan, ismi üzerinde gençlik turizmi üzerine sosyal projelerle orta sınıf gençliliğinin kendi bireysel ve sosyal gelişimine katkı sağlayan bir (şirket demeye dilim varmıyor) organizasyon, kuruluş. Ben, Genç Tur ile büyüdüm, daha doğrusu birlikte büyüdük. Genç Tur, benim 18 sene çalıştığım bir yer. Birçok gencin yaşına yakın bir sene ve ben Genç Tur ile Avrupa Gönüllü Kuruluşlar Birliği’nin Başkan Yardımcılığı’nı da dört sene yürüttüm. Bu başkan yardımcılığı döneminde de organizasyon bozukluğunun bütün Avrupa’daki kuruluşlarda da geçerli olduğunu gördüm. Bu on sene önceki bir olay.  O zaman, Avrupa tarihinde ilk defa “STK Yönetimi”ni (NGO Management) Avrupa Konseyi bünyesinde yer alan Avrupa Gençlik Vakfı’nın bize eğitim olarak vermesini talep ettik. Bunu niye söylüyorum? STK çalışmaları bazında Türkiye’nin çok geride kaldığını düşünenler çoğunlukta...  Bir Türkiyeli olarak, Avrupa Gençlik Kuruluşlarının ilk “sivil toplum yönetimi eğitimi”ni on sene önce aldığımı söylüyorum.  İlginç gelebilir, bu eğitimin gerekliliğini iddia eden de biz Türkiyelilerdik. Yani “hiç de o kadar geri değiliz” diyorum.

 

“Aydınsan Klasik Batı ve Caz Müziği dinlersin...”

 

 

Kevser Yavuz: Hülya abla, on yıl önce aldığınız eğitimden bahsediyordunuz ama bu arada Şenol Filiz ve Birol Yayla’nın Vuslat adlı albümünden “Allı Turnam” adlı şarkıyı dinledik. Neden bu şarkıyı seçtiğinizi önce ben sormak istiyorum.

 

Hülya Demircan: Teşekkür ederim.  Sormasan, ben söyleyecektim zaten. Benim yine yaşadığım bu farkındalıklardan bir tanesi de müzik alanında oldu. Ben üniversite öncesi üç sene Türk Müziği  Konservatuarında bir eğitimim var. Orada gerçekten son derece kültürlü, aydın insanlarla tanışmıştım. Zaten Halk Müziği ve Klasik Türk Müziği eğitimi bir arada veriliyordu. Belediye konservatuarına bağlıydı, o zaman. Üniversite girdiğim ve bu uluslararası kamplara gittiğim zaman “Halk Müziği eyvallah ama Türk Müziği Osmanlı müziği, saray müziği bizim değil”, gibi bir dışlamayı gördükçe, konservatuar eğitimi aldığımı ilk başta söylemekten çekindim . Daha sonra,  “niye çekineyim;” diyerek “ben hoşlanıyorum bu müzikten...” diye belirttim. Ama o bir gelişme süreciydi tabii. O cesareti toplamak bir süreçti. Sonra, ben yine benzer etkileşimle Klasik Batı Müziğinden etnik müziklere, değişik yurt dışında dinlediğim müziklere yol alıp, müzik kulağımın ve aldığım eğitimlerin de sayesinde kendimce zevk aldığım, doyum sağladığım içinde kendimi gördüğüm, her müzikten zaman zaman her zaman değil ama hoşlanmaya başladım. Müziğe bakıştaki eski anlayışta yumuşama görüyorum; çok hoşuma gidiyor.

 

Bizim zamanımızda hakikaten herkesin müziği ayrıydı. Aydınsan Klasik Batı ve Caz Müziği dinlersin, tutucuysan Klasik Türk Müziği dinlerdin. Solcuysan Halk Müziği dinlersin, sağcıysan marş dinlersin. Herkes anlayışına göre, müzik kategorizasyonuna girmişti. Zavallı halk da sonunda kendi müziğini buldu: Arabeski icat etti, kurtuldu ama müzik öldü.

 

Şimdi ahkam kesme dönemim, müzisyenlere... Sade bir vatandaş olarak, hissettiklerimi anlatmak için söylüyorum. Arabesk doğdu ve şimdi şimdi yeni nesil yani sizlerden çok ümitliyim; zaten biz biraz bozduk biraz yaptık; gerisini siz halledin, bizden bu kadar! Yani müziğin evrenselliğine de inanamıyorum, o da ayrı bir mesele ama müziğin anlaşılabileceğini sevilebileceğini her kültürün kendi müziğini yaşattığını biliyorum. İnanıyorum, demiyorum. Bunu müzik bilimi söylüyor zaten yoksa bu kadar farklı müzik olmazdı dünyada... Geçen gün Tarkan’ın konserine gittim, (ayıptır söylemesi yeğenlerime eşlik etmek için). Gittiğimde bir baktım, bu çocuk Türk müziği, bugünün popüler müziğini yapıyor.

 

Bu delikanlı, bugünün Türk Müziği’ni yapıyor ve orada gördüğüm zaten gruba sosyolojik açıdan baktığımda, beş bin kişiye, her yaş grubu ve her sosyal kesimden insana hitap ediyor. Gerçi, çoğunluk orta sınıf ama olsun, Tarkan bu toplumun müziğini yapıyor diye de düşünüyorum. Yansımalar (neyzen ve tanbur) ve o anlamda Allı Turnam Halk Müziği, benim aslında sosyal sorumluluğumu müzik olarak ifade eden bir parçaydı.

 

Kevser Yavuz: Güzel. Uzunca bir cevap oldu.

 

Hülya Demircan: İçimde uhde kalmıştı iyi oldu.

 

Kevser Yavuz: Teşekkür ederiz bu paylaşımınız için. On yıl önce aldığınız STK eğitiminden söz ediyordunuz, en son orada kalmıştık. İsterseniz oradan devam edelim.

 

Hülya Demircan: Çünkü o benim hayatımda başka bir kilometre taşı oldu. STK’ların nasıl olması gerektiğini biz kendi kendimize düşündük. Çünkü, o eğitimi de oradaki Avrupa Konseyi Eğitim Merkezi de ilk defa veriyormuş. Bunu onlar da itiraf ettiler. O yüzden nasıl bir program çıkaracaklarını bayağı bir tartışmışlar; bir kısmını da bizimle tartışarak oluşturdular. O tartışmalar bizde öylesine düşünceler, “beyin fırtınası” yapma fırsat verdi ki, bir haftada sanki bir senelik eğitim almışım gibi geldi.

 

“Kompleksten kurtulalım”

 

Başka STK’ları bilmiyorum ama bunu Genç Tur’da uyarladık ve uyarlanabilir olduğunu gördük. Böylece, geçen sene Boğaziçi Üniversitesinde, bu sene de Bilgi Üniversitesinde başlayan STK Yönetimi eğitimlerine baktığım zaman geçmişteki eğitimin çok daha detaylısı. Umarım teori ile pratiğin uyuştuğu uygulamalar olur. Ama sonuçta, bu “STK’larda Yönetim Eğitimi” konusunda, Avrupa ve duyduğuma göre Amerika’da da 10-15 sene önce başlamış bu branşlaşma. Bu konuda hiç de o kadar geri değiliz.

 

Burada müsaade edersen bu konuyu bir şeye bağlayayım; dünyayı tanımama nedeni ile aydınlarımızın bir sıkıntısı var, ona girebilir miyim? İki dakikamız kaldı diyorsun, orayla bitirelim olur mu?

 

Kevser Yavuz: Peki, buyurun.

 

Hülya Demircan: Evet! Buradan oraya bağlamakta niye fayda gördüm. Çünkü hasbelkader 24 ülkeyi bizzat gidip görmüş biri olarak, hatta bazı ülkelerde aylarca kalmış ve kimilerine defalarca gitme şansım olmuş biri olarak işim gereği biliyorum ve iddia ediyorum ki Türkiye’de yaşanan sıkıntıların, sosyal sıkıntıların hemen hepsi dünyanın her yerinde var. Daha beteri var, daha azı var. Oranlar farklı ama var yani, o yüzden şu kompleksten Allah aşkına kurtulalım; “bunu Türkiye’den başka hiçbir yerde göremezsiniz.” Yok be kardeşim, kaç ülke gördün de bunu söylüyorsun? Kaç yabancı ile tanıştın bunu iddia ediyorsun? Ha örnek aldığımız Batı Avrupa ülkeleri ise, evet bizdekinden daha az ama orada da var. Orada da var çarpıklıklar, tabii oranları farklı. Yüzlerce ülkenin olduğu bir dünyada sadece batıyı görmek ve kendisini buradaki eksikliklerden dolayı kompleks yapıp, öz benliğini yitirecek dereceye gelmek beni çok üzüyor. Biz artılarımızı da bilelim, eksilerimizi de bilelim. Eksilerimizi düzeltelim, kültür alışverişi, teknoloji alışverişi ile gelişelim ama tek yönlü, bu suçluluk kompleksinden kurtulmamız gerektiğini düşünüyorum. Neyse susayım artık.

 

Kevser Yavuz: Evet, galiba bütün sivil toplum deneyimleriniz ile bir sürü farkındalıklar yaşadınız. Bu da önemli bir farkındalık. Hep sizin söylediğiniz gibi sizinle yapılacak bir programımız daha var. Diğer programda buluşmak üzere. Şimdilik hoşça kalın.

 

Hülya Demircan: Peki hoşça kalın.

 

 

(Açık Radyo’da yayınlanmıştır. Deşifre eden: Ebru Amasyalı.)