Bir Türkiye yorumu

Dünya Basınından
-
Aa
+
a
a
a
Geçen gün Herald Tribune'da William Pfaff'ın Türkiye'deki seçimleri değerlendiren makalesini görünce, merakla hemen okumaya koyuldum. Bu gazeteyi elimden geldiğince izlemeye çalıştığım için Pfaff adı da öteden beri bildik bir addır. Ama bundan beş-altı yıl önce Yunanistan'da tanışmıştık da. Durmuş oturmuş, aklı başında bir adam. Bu makalenin başlığı biraz tuhafıma gitti: 'Türkiye'den belirsiz bir mesaj' diyor. Oysa ben, şu son seçimde Türkiye'nin son derece belirli, olabileceği kadar 'net' bir mesaj verdiği kanısındayım. Yazıyı okuyunca doğrusu büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Klişe lafı kullanıp 'William Pfaff'tan böyle bir yazı beklemezdim' diyeceğim. Sorun bence bir 'değerlendirme' sorunu değil; daha oraya gelmeden, 'bilgi' noktasında takılıyor. Türkiye'yi, bu toplumda olanları hiç bilmeden yazılmış bir yazı. Onun için şaşırtıcı, o yazarın yazdığı ve o gazetede yayımlanan bir yazı olması. Şu sıralar kim ağzını açsa AKP için 'ılımlı İslamcı parti' anlamına gelecek bir sıfatla lafa başlar oldu. William Pfaff da galiba yalnız bunu bellemiş. Öyle olunca da mesaj 'belirsiz' hale geliyor. 'Erdoğan'ın partisi', Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne sokmaya kararlıymış, Türkiye toplumu, hükümeti onaylayarak, bu hedefi benimsediğini belli etmiş. Ama aynı zamanda, İslamcı partiye oy vermiş. Bu iki tutum çelişiyormuş. Türkiye, böylece '... Kemal Atatürk'ün 1923 Cumhuriyeti'nde yerleştirdiği seküler cumhuriyetçi değerleri reddettiğini' göstermiş (ya da Pfaff'ın kullandığı kelimeyle), 'ima' etmiş. Bunun böyle bir anlama geldiği kanısında değilim elbette. Türkiye'de 'Laiklik elden gidiyor' çığlıklarıyla toplumda panik yaratmak ve böylece ağır müdahalelere zemin hazırlamak isteyenler bu dili kullanıyor. William Pfaff'ın onlardan biri olduğunu düşünmemize imkân yok. Ama çıkardığımız gürültülerle, dünyada da böyle bir imgenin yerleşmesine yol açıyoruz belli ki. Yakından izlemeyen biri, 'bilgi' yerine koyduğu, kullandığı 'önyargı'larla, 'Efendim, Türkiye toplumu ılımlı İslamî düzen istiyormuş' diye konuşabiliyor. Oysa bu büyük oran (ama AKP'nin eriştiği büyük oranın yanına nihayet barajı aşmanın yolunu bulan Kürt milletvekillerini, bağımsız sol adayların İstanbul'da eriştiği oranları da eklemek gerek), anayasal demokratik düzeni devam ettirme iradesinin sonucudur. AKP taraftarı olmayan ve olmayacak büyük bir kitle, seçim öncesi aylarda yaşadığımız garip olaylar karşısında gidip oyunu AKP'ye vermiştir. Pfaff, yazısının geri kalan kısmında, gene tuhafıma giden bir kesin ifadeyle, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne giremeyeceğini anlatıyor. Şimdi, bu konuda birtakım sorunlar, birtakım güçlükler olduğunu hepimiz biliyoruz (şu bir-iki gün yeniden bu konuları işlemek istiyorum zaten). Ama bunlar dahi, bana, bu yolun 'büsbütün kapalı' olduğu düşüncesini vermiyor. Ayrıca, ben bu güçlüklerin temelinde Avrupa sağının önyargıları olduğunu görürken, William Pfaff zaten 'işin doğrusu'nun bu olduğunu düşünür gibi konuşuyor. Avrupalıları daha cesur ve açık davranıp bize 'Gidin, başınızın çaresine bakın' demedikleri için ayıplıyor. Bize tavsiyesi de, Avrupa Birliği içinde bir ülke olmaya çalışmaktan vazgeçmemiz, Avrupa ile 'iş arkadaşı' olmamız. Atatürk, egemen ve bağımsız, ayrı ve kendine özgü ('bireysel' demiş) bir ülke yaratmış. Bu durumda bize yakışan da, bu karakteri devam ettirmek oluyor. Pfaff, bir dahaki seçimde, kalmış olursa, CHP'den aday olmayı tasarlıyor gibi.