Bilye, Misket, Cicoz…

-
Aa
+
a
a
a

İnsanın gelecekle ilgili fazla ümidi kalmadığında galiba çocukluğuna dönüyor , bu aralarda ilgilendiğim konular bilye, uçurtma, topaç türünde. Aslında oyun ve oyuncaklar her zaman ilgi alanımdaydı, üstelik de tasarım tarihiyle uğraşırsanız insanların nerede yaşadıkları, neye oturdukları, neyle yolculuk ettikleri derken neyi nasıl yedikleri derken nelerle oynadıkları da konunun içine giriveriyor. Belki de büyümek istemeyenlerin bir bahanesi.

Çocukluğumun en sevdiğim oyun ve oyuncaklarından biri de bilyeler. Bugün bile yazı masamın üstünde bir kavanozda eski ve yeni renkli cam yuvarlaklardan oluşan bir hazinem var. Yeğenler geldiğinde bile onlardan esirgediğim, bir tanesi bile kaybolsa ‘ütülmüş’ kadar acı veren sihirli anılar kavanozu.

      Pieter Brueghel “Çocuk Oyunları” 1560

Ulaştığım kaynaklardan bu oyunun ne kadar eskilere uzandığını aradığımda herhalde insanlığın varoluşu kadar eski dedirtiyor. Değişik ülkelerde yapılan arkeolojik kazılarda bulgularda değişik malzemelerle yapılmış minik toplara, bilyelere veya bunlarla oynanan değişik oyunlarla ilgili anlatımlara rastlanmış. En eskilerden bir tanesi Avusturya’da paleolitik döneme ait bir mağarada bulunan küçük beyaz bilye ve yuvarlak çakıllardan söz ediliyor. Üstelik de bunların yerel taşlardan yapılmadıklarını duyduğumuzda, sahiplerinin onları başka bölgelerden taşımış olduklarını düşünüyoruz.

Bilyelerle oynanan “solitair” benzeri bir tablanın üzerinde oynanan oyunlarla ilgili bulgulara, kilden yapılmış minik toplara Mısır’da ve Yakın Doğuda yapılan kazılarda rastlanıyor. MÖ 4000 yıllarında Mısır’da bir çocuk mezarında bulunan taş toplar ve kemer oluşturan dikmeler belki de bulunan en eski bilye oyunu örneklerinden. British Museum da bulunan Girit adasında Minos kültürüne ait bilyelerin tarihi de MÖ 2000-1700 yılları.

Antik Yunan’da cevizle oynanan ve bizim ‘daire’ oyununu andıran bir oyunun adı “omilla”, herhalde ‘mile’ sözcüğünün kökeni. Antik Roma’da oynanan çocuk oyunlarından bir tanesi de “Saturnalia” (kışa giriş) kutlamalarında kendilerine hediye edilen minik torbalar içinde cevizlerle oynanan oyunlar. Çocukça şeyleri bırakmak anlamına gelen Latince “relinquere nuces” deyişini de bu ceviz oyunuyla ilgilendiriliyor.

MS 200 lerde Romalı Athenaeus, Penelope ile evlenmek isteyen damat adaylarının bilye oyunu sonucunda belirlendiğini anlatıyor. Bir başka Romalı yazarın Ovid’in “Ceviz ağacı” adlı şiirinde bu tür oyunlardan bahsetmesi, yazılı belgelere dayandırarak bilye oyununun kökeninin Romalılar olduğunu söyleyenler her nedense çoğunlukta. Roma İmparatorluğu sınırları içinde bulunan diğer ülkelerde bu oyunu yaygınlaştırmış olabilir, İngiltere’de bulunan cam kürelerin Erken Roma dönemi yapımı olduğu biliniyor.

İster cam, ister kil, isterse mermer ve benzeri taşlardan yapılmış olsun bilyenin en eski evrensel oyuncaklardan biri olduğu, her kültürde ve her bölgede kendine göre isimler aldığı, farklı oyun kuralları hatta kendisine göre bir jargonu olduğunu izliyoruz. Benim çocukluğumda veya çevremde en yaygın adı ‘bilya’ veya ‘bilye’ Fransızca küçük top anlamına gelen “bille” sözcüğünden geldiği ve bunun da 12.yüzyılda ortaya çıktığı Dauzat Etimolojik sözlüğüne göre biliniyor. ‘Bilya’ şeklinde telaffuzuna bakılırsa İtalyanca “biglia” sözcüğünden de gelebilir. Diğer yaygın sözcük de ‘misket’ üzüm veya halk oyunu değil herhalde, mermilerde kullanılan küçük yuvarlak saçmalar veya misketlerle ilişkili olsa gerek. ‘Hani ya cicoz, işte cicoz, al cicozu ver cicozu’ tekerlemesinde yer alan ‘cicoz’ sözcüğünün nereden çıktığını bulamadım.

Pieter Brueghel’in “Çocuk Oyunları” adlı resminde (1560) 80 çocuk oyunundan bir tanesi de bilye oyunu. Dünyanın bir çok yerinde rastlanan bu oyun ismini sadece şeklinden değil aynı zamanda bilyelerin yapılmış olduğu malzemeden de alıyor. Ortaçağda en yaygın tabii ki en ucuzu da kildin yapılanları 17. yüzyılda Almanya da su gücüyle çalışan değirmenlerin devreye girmesiyle mermer, alabaster veya karnelin, kaplan gözü, akik gibi yarı kıymetli taşlardan seri olarak üretilmeye başlar. O tarihe kadar bu gibi malzemelerden üretim ancak becerikli taş ustaların önce çekiçle sonra da taşlayarak yaptıkları yuvarlama işlemi ile yapılıyordu. İngilizce deki “marble” mermer veya “aggie” akik kelimeleri de malzeme kökenli isimlerdir. En iyi ‘kafalık’ dediğimiz vurucu bilyeler sağlamlıkları nedeniyle yarı kıymetli taşlardan yapılanlar olarak kabul edilirler.

En sıradan (commies) bilyeler sırlı ve sırsız olarak pişmiş kilden olanlarıdır. Üretimleri çok basittir, bir borudan çıkarılan silindir şeklindeki kil bir kalıp içinde preslenir veya yuvarlatılır, üstü boyandıktan veya sırlandıktan sonra da fırınlanır. Sokak çocukluğu döneminde kilden elde yuvarladığımız şekilleri ateşte pişirmeye uğraşırdık çoğu da çatlardı. Geriye kalanlar da ilk darbede dağılırdı. Dağılmaz da ‘ütülürse’ kalbimiz ağrımazdı. Bir başka hainlik derulmanlardan söktüğümüz çelik bilyelerdi.

Hammaddesi kil olan bilyelerin kıymetli olanları stoneware veya porselen olanları. 19. yüzyıl yapımı olan stoneware bilyeler genelde manganez sırlı olarak kahverengi, kobalt sırlıları da mavi renkte olanlardır. Yine 19.yüzyılın başlarında Almanya’daki porselen fabrikalarının bazıları beyaz kaolin kullanarak porselen bilyeler üretmeye başlarlar. Yüksek dereceli fırınlarda pişirilen bilyelerin üstü daha sonra el dekoru ile çiçek yaprak veya geometrik desenler yapılır ve tekrar fırınlanırdı. İnsan bunlarla oynamaya kıyamaz herhalde.

Galiba herkesin en çok sevdiği bilye türleri ise camdan olanları. Cam bilyelerin yaygınlaşması 15.yüzyıla uzanıyor ve başlıca üretim merkezleri Venedik ve

El dekorlu porselen bilyeler (David   Chamberlain koleksiyonu)

Bohemya. 1846 yılında Almanya’da Lausch şehrinde bir cam ustasının geliştirdiği bilye makası (marbelschere) ile tek bir hareketle cam çubukları kesilerek top şeklinde yuvarlanabilince üretim çabuklaşır. Tek veya çok renkli olarak üretilen cam bilyeler yaygınlaşır. İstenen renklerde üretilen cam eriğinden istenen çap ve desene göre bir cam çubuk yapılarak demir çubuğun üzerinde çevrilerek ateşe tutulur. Bu işlem sırasında istenen renkte ve şekillere göre daha inci cam çubuklar, toz ve granül şeklindeki camlar eklenir. İstenen kıvama gelince makasla kesilerek yuvarlanır. Tek bir cam çubuktan bir kaç tane bilye üretilebilir. Çubuğun kesildiği yerde kalan noktacık bilyenin el yapımı olduğunu gösteren bir işarettir. Günümüzde aynı teknikle el yapımı “sanat camı” bilyeleri üreten küçük atölyeler ve sanatçılar var ve gördüğüm örnekler göz kamaştırıyor.

El yapımı cam bilyeler desenlerine ve renklerine göre adlandırılıyor,çoğu da oldukça eski teknikler: “Latticino” lar içinde bükümlü bir ağı andıran ince şeritlerin bulunduğu örnekler. Bu ağ 8-40 adet ince şeritten oluşuyor. Bilyenin yüzeyine yakın daha seyrek renkli şeritler var. “Lutz” denen bilyeler, koleksi-yoncuların en çok sevdikleri ve tabii ki en pahalılarından. 1900 de üretildiğinde 100 tanesi 35 Cent’e satılırken günümüzde bu fiyat bir teki için 1000 $ ların üstünde imiş. İçinde minik bakır kristalleri olan yeşil cam nedeniyle ışıl ışıl bir görüntüsü olan bu tür adını her ne kadar 19.yüzyılda Amerika’ya göç etmiş bir Fransız cam ustası Nicholas Lutz’dan da alsa asıl orijini Almanya.

Diğer bir başka kıymetli tür de “Sülphide” adı verilen ve tek tek yapılan ve içinde hayvan kuş ve insan figürleri olanlar. Cam ustasının mesaisinden sonra çocuklarına oyuncak veya ailesine hediye olarak yaptığı örneklerden, takı olarak ta kullanılırmış. Gerçekten de 19.yüzyılda moda olan kameoların yaratıcısı İngiliz Pellat’ın geliştirdiği, porselen hamurunun potaş silikatı ile birlikte bir kalıba dökülmesi ve düşük ısıda fırınlanması tekniği uygulanıyor. Bu tekniğin cama uygulanması için iki usta gerekiyor. Biri demir çubuğun üstünde cam çubuğunu hazırlıyor öbürü de hazırladığı figürü camın içine yerleştiriyor. Bilyenin ucundaki cam tekrar figürün üstüne katlanarak yuvarlatılıyor. Bu katlama sırasında figürle cam arasında kalan hava boşluğu da bilyede ayrı bir ışık oyunu yapıyor. Böylesi bir uğraştan sonra fiyatının 5.000 $ olduğuna hiç şaşmadım.

“Soğan kabuğu” desenli el yapımı bilyelerEl yapımı cam bilyelerin sevilen bir örneği de değişik renkli camların katlanarak kıvrılmasıyla oluşturulan “soğan kabuğu” adı verilenleri. Bir başkası da içindeki mika parçacıklarının bulunduğu renkli şeffaf camdan üretilmiş “mika” lar. Bir de daha az şeffaf veya opak olanlar var; “Clambroth” lar süt beyazı camdan olup üstünde uçları kavuşmayan renkli spiral çizgilerin bulunduğu türler. Bir başka ilginç örnek de üstünde renkli çizgilerin bulunduğu siyah cam bilyeler. Kökeni Almanya olmakla beraber her nedense Hindistan’dan geldiği kabul edilerek “Hint kıvrımı” (Indian swirl) adı verilmiş.
Cam bilyelerin endüstriyel olarak üretimin el üretiminden farkı camın daha büyük fırınlarda üretilerek istenen kıvama gelince bir ağızdan akıtılarak istenen boylarda kesilmesi ve bu parçacıkların hareket eden mekanik ruloların yardımıyla yuvarlatılması. Bu bilyeler soğumak üzere daha sonra metal kaplar içinde toplanıyor. İstenen renkteki saydam camların içine “kedi gözü”, “yaprak” gibi desenler yapılmak istendiğinde fırın ağzına, kesme işleminden önce cam eriğinin içine istenen renkte cam enjekte ediliyor, Yüzeylerine desen yapılmak istendiğinde de bilyeler henüz sıcakken değişik tozlar, cam kırıkları veya mika gibi malzemeler dış yüzeye uygulanıyor.

Endüstriyel cam bilye üretiminin mucidinin Danimarka göçmeni olan Amerikalı Martin F.Christensen ve oğlu Charles olduğu söyleniyor. 24 Ekim 1905 yılında almış oldukları patentle Steubenville, Ohio’da fabrika kurarak bilye üretimini ayda bir milyon adete çıkarırlar. 1917 yılında çok soğuk geçen bir kış, doğal gazın kullanımını olanaksızlaştırır ve Christensen’ler fabrikalarını bir daha açmamak üzere kapatırlar. O yıllarda önde gelen bir başka Amerikan bilye üreticisi de M.F.Christensen’den ayrılaran Horace C. Hill’ in ortaklarıyla kurduğu Akro Agate Co. dir. Sadece Amerika’nın değil bütün dünyanın en büyük bilye üreticisi olan bu şirket 1951 yılına kadar üretimini sürdürecektir.

Seri üretime geçişle elle üretilen cam bilyelerdeki bütün renkler ve desenler uygulanabildiği gibi akik ve mermer gibi taşların desenleri de taklit edilebildiğinden bilye oyunları giderek yaygınlaşacak. Bu üretim şekli de o tarihe kadar elle üretilen bilye monopolünü nered eyse elinde tutan Alman şirketlerin de sonu olmuştur. 1920'li ve 30'lu yıllar başka fabrikaların da üretime geçtiği ve bilye oyununun dünyada en popüler olduğu dönemlerdir.

Bizim en çok tanıdığımız ve zaman zaman da Paşabahçe mağazalarında rastladığımız “Kedi gözü” denilen ve içinde bir veya bir kaç renkten

Seri üretilen cam bilyeler, renk veren cam çubuk ve toz örnekleri

oluşan bir kıvrımı olan şeffaf cam bilyeler ilk kez 1950'lerde Japonlar tarafından üretilmiştir. En ucuz bilye türleri arasında sayılan bu bilyeleri hiç kızartmayı denediniz mi bilmiyorum. Kızgın bir tavada ısıttıktan sonra buzlu suyun içine atın, yüzeyi sağlam kalıyor, bilyelerin içinde minik minik çatlaklar oluşuyor. Annem öğretmişti, bunlarla takı türü bir şeyler yaparak bizi oyalıyordu. Siz yine de dikkatli olun, bazen parçalara ayrılabiliyor.

Gal iba 1950'ler bilye modasının sonuydu. Okuduğum birkaç kaynakta altmış ve yetmişli yıllarda yetişen çocukların bu oyunla ilgilenmemelerini nedenini tüm sokak oyunları gibi terk edilip televizyon etrafında toplanmalarında görüyor. Belki de çocukların oynayacak boş arsaları veya otomobil geçmeyen sokakları da giderek kalmadı. 50'lerin çocukları olan yetişkinler de 70'li yıllarda bilye koleksiyonu modasını başlattılar. Bu da bazı ülkelerde sanatsal cam bilye üretiminin tekrardan doğmasına neden olmuştur.

“Marbles” adındaki cep kitabın yazarı William Bawin’in koleksiyonundan

1920'li ve 30'lu yıllarda bilye oyununu basit çocuk oyunu olmaktan çıkarıp turnuvalar düzenlemek, hatta yetişkinler arası turnuvaların düzenlendiği yıllar. Bu turnuvalardan iki tanesi; Wildwood, New Jersey ABD ve Londra’nın güneyinde Tinsley Green adlı kasabada düzenlenenler hala sürdürülüyormuş. Her yıl Paskalya öncesi “İyi Cuma” günü düzenlenen Dünya Bilye Şampiyonası’nın geçmişi I.Elisabeth dönemine kadar uzanıyormuş ve 1700'lerden itibaren her yıl düzenlenmekteymiş. Oyun şekli içiçe iki daire, ortadaki 30 cm çapındaki dairenin içine yerleştirilen 49 bilye, dıştaki 2 m çapındaki dairenin her hangi bir kenarından yapacağınız atışla başlıyor. (Bk. 3.kare)

Bu oyun bizim oynadığımız ‘daire’ oyununa benziyor ama galiba biz ayakta durarak da atış yapabiliyorduk. Bunun gibi bazı oyunları bana dayım öğretmişti, onun verdiği bilyelerin bir

Değişik bilye tutuşları

kısmı duruyor hala. Rahmetli dayım herhalde Ansiklopedi Britannicca’ da yazılan "Türkiye’de erkek çocuklar kil, mermer,demir ya da camdan yapılmış küçük bilyelerle oynarlar" cümlesini okumamıştı. Ev içinde oynadığımız bir başka oyun da halının altına sürülen kocaman kül tablasının oluşturduğu ‘çukur’ oyunu idi.

Yazlığa gidildiğinde mahalledeki arkadaşlarla en sık oynanan oyunlarda yine çukur kazılarak oynanan ‘kaptan’ veya yere çizilen bir çizginin üzerine dizilen bilyeler ve ondan bilmem kaç adım uzaktaki atış çizgisinde sıra almak için ‘birinç, ikinç, sonunç’ diye bağırmalar. ‘Çizgi’ oyununun kuralı ‘sağ baş, sol baş’ diye duyurduktan sonra nişan alıp da vurduğunuz bilyenin sağında veya solunda kalan bilyeleri toparlamanızdı.

Bir başka oyun da ‘müselles’ veya ‘üçgen’ ; yere çizilen üçgenin kenarına her oyuncu belirli sayıda bilye koyar, dört adım uzaktaki atış noktasından nişan alarak olabildiğince çok bilyeyi bu üçgenin dışına atmaya uğraşırsınız. En yaygın oynananı, iki kişinin oynayabileceği ‘Kafa karış’ ta biriniz rasgele bilyenizi belli bir uzaklığa atarsınız, karşınızdaki ya sizi vurmaya uğraşır veya bir karış yakınınıza düşmeye uğraşır. Vurursa iki bilyenizi, bir karış arayı tutturmuşsa tek bir bilyenizi alır.

‘Çer-çöp’, ‘Fırttı babuç’ gibi , yıllar öncesinden kulağımda kalmış bazı seslenmeler ve yukarıda saydığım bazı oyunlar bilye oyun jargonundan hatırlayabildiğim sadece bir kaç tanesi. Son yıllarda böylesine naiv oyunlar oynayanlara (kukalı saklambaç, yılan, dokuz taş vb) rastlamadığım için de kimseyi yakalayıp soramıyorum.

Belki eskiler veya benim gibi çocukluğunu hatırlayanlar bilye ile ilgili oyunları, kuralları, deyişleri veya yerel adları bana yazarlarsa çok sevinirim. Herkes oyunlar unutuluyor diye şikayet ediyor ama onları çocuklarına aktarmaya da uğraşmıyor.

Eğer ilgi duyarsanız bir kaç adres de ben vereyim, özellikle “Marble Museum” büyük bir keyifle içinde dolaşabileceğiniz sanal bir müze sitesi, müzede yer alan örnekler, tarihçe, haberler, kulüpler, bibliyografya yanı sıra oradan ulaşabileceğiniz sanatsal cam atölyeleri vb yer alıyor:

www.marblealan.com

www.marblemuseum.org

Kaynakça:

Barret, Marilyn., Aggies, Immies Shooters and Swirls: The Magical World of Marbles, Bullfinch Press, Boston 1994

Bavin, William., Marbles, The Pocket Book of Marble Collecting, History & Games, Outline Press Ltd., London 1991