Ben Onlardan Biriyim

-
Aa
+
a
a
a

Hari Kunzru

22 Kasım 2003

 

Bu mektubu, Hindistan’ın güneyindeki küçük bir kasabada, Londra edebiyat dünyasının dedikodularından uzakta yazıyorum. Dolayısıyla, Llewellyn Rhys Ödülü’nü geri çevirme kararıma gösterilen tepkilerden de nispeten uzakta sayılırım. Böyle yapmayı –ve bunu kamuoyu önünde yapmayı- tercih ettim, çünkü aksi takdirde kendimi ikiyüzlü gibi hissedecektim. Kimilerinin, ödül törenini siyasi bir platform olarak kullanılmasına kızmalarını anlıyorum. Onlardan ancak özür dileyebilirim ve diyebilirim ki edebi değerle ilgili soruların siyasetten ayrılamadığı bazı anlar vardır. Mail on Sunday gazetesinin bu ödülün sponsoru olması da, bu durumu böyle anlardan biri haline getirmiştir.

 

The John Llewellyn Rhys Ödülü, İngiliz edebi kurumunun saygın ödüllerinden biridir. Eserlerine hayranlık duyduğum Angela Carter, Jonathan Coe gibi, sayısız yazar bu ödüle layık görülmüşlerdir. Bütün genç yazarların duyacağı gibi, ben de yayımlanmış ilk eserimin jüri tarafından ödüle layık bulunmasından onur duydum. Ama, bir kitap ödülünü ciddiye alıyorsak onun işlevi hakkında da sorular sormamız gerekir.

 

Kazanan yazar için bu işlev açıktır. Ödül tanınırlık getirir ve bir camianın mensubu olmaya doğru ilk (ve belki de biraz yalpalayan) adımlardır bunlar. Sponsor için ödül, ürününü, bu edebi etkinliğin gerçek ya da varsayılan kültürel değerine bağlamanın bir yoludur. Ben, ödülü kabul ederek, seneler içinde fazlasıyla zenofobik bir yaklaşım sergilemiş bir yayına meşruiyet kazandırmış olacaktım – Irksal sınıflandırmaların saçmalığı ve imparatorluğun hastalıklı yüzü hakkında kaleme aldığı bir kitap nedeniyle onurlandırılan ve karışık ırksal kökenlerden gelen bir yazar için absürd bir durum bu.

 

Son dönem İngiliz siyaset hayatındaki en çirkin gelişmelerden biri, “iltica isteyenlere” merkez İngiltere’de öcü gözüyle bakılmasıdır. Mültecilere karşı gösterilen olağanüstü düşmanlık nedeniyle kendimi çok depresif hissettiğim seneler oldu; iltica isteyenler ile (en korkuncu geliyor şimdi!) ‘ekonomik göçmenler’in suçları, daha iyi bir yaşam sürmek amacıyla zengin bir ülkeye gizli gizli sızmaktı.

 

Mültecilere özen göstermek vazifemiz

 

Bu bakış açısı, gazetelere hiç şüphesiz tiraj getiriyor. İngiliz kamuoyunda, asalaklık, başkasının sırtından geçinme, suç, hastalık ve kötülük ile ilgili haberleri okumaya can atan bir kesim var. The Mail gazetesi önyargıları nakde çevirmek için her zaman elini çabuk tutmuş ve daima hoşgörünün yerine kayıtsızlığı öne çıkaran tavrı öteden beri kızdırmıştır beni. The Mail gazetesinin, tehlikeli günler geçirdiğimiz, Dover kıyılarının kuğu-yiyen Kosovalılar ya da HIV pozitif Orta Afrikalılar tarafından istila edilmek üzere olduğuna ilişkin kampanyası, tek başına bakıldığında, eğlenceli bile olabilirdi. Ama, göçmenlere yönelik olarak geliştirdiği bu tavrın gerçek sonuçları var. Pencerelere fırlatılan tuğlalar, gırtlaklara dayanan bıçaklar gibi...

 

Şu sıralar mültecilerden yana olmak pek de taraftar toplamayabilir. İngiliz politikası, sinirleri bozulmuş ortasınıf İngilizlerin merkezde salınan oylarına dikmiş durumda gözünü. Bu nedenle, Blair hükumeti ne kadar sert olabileceğini göstermek için elinden geleni arkasına bırakmıyor. Bize, şahsen işletilen hapishane kampları gibi tatsız konulardan bahsedilmesinin sebebi bu. İçişleri Bakanının sık sık yüksek sesle, neden artık Onlar da Bizim gibi olamıyorlar, diye şaşkınlık belirtmesinin de sebebi bu.

 

Benim politikam ise başka bir perspektiften başlıyor. Britanya zengin ve güvenli bir ülkedir. Bizim aynı zamanda, adil bir ülke olarak da şöhretimiz var. Bu şöhret, çelişkili gibi görünse de, eski-usul devlet okullarının değerlerine inanmış emperyal yöneticilerin, kuşaklar boyu gösterdiği büyük gayretlerle edinilmiştir ve bu değerleri Mail gazetesi de destekler gibi yapmaktadır. Dolayısıyla, mültecilere özen göstermek bizim vazifemizdir ve politikacılarımızın bu vazifeden kaytarmak için, seçmenlerini gül çardaklı kır evlerinin Manş’ın öbür tarafından gelecek kara kalabalıklara karşı emniyette olduğuna ikna etmek için ellerinden geleni yaptıklarını görmek hiç de hoş olmuyor.

 

Nedir ‘ekonomik göçmen?’ Muhafazakâr İngiliz politikacı Norman Tebbit’in sözünü dinleyip iş aramak üzere bisikletine atlayarak yollara düşmüş insan, öyle değil mi? (Ne demişti Tebbit? “1930’lu yıllarda babam da işsizdi, ama isyan edeceğine bisikletine atladı ve iş aramaya başladı.”) Küresel sistemimiz sermayenin serbest dolaşımını teşvik ediyor, ama bu sermayeyi izleyen insanların serbest dolaşımını engelliyor; üstelik bu sermaye de son derece sıkı denetlenen sınırların arkasında yoğunlaşıyor, bu arada açlıktan kırılanlar da kapısından sokulmadıkları tüketim toplumlarının görüntülerini televizyondan izleyerek dışardan seyretmeye devam ediyorlar.

 

Ne zaman bir restorana gitseniz ya da bir otelde kalsanız ya da bir kamu binasının temiz koridorlarında yürüseniz, işte o zaman ‘ekonomik göç’ün nimetlerini hissetmeye başlarsınız. Eğer, Onların Buraya gelmelerini istemiyorsanız, bunun yolu onları hapishanelere tıkmak değil; onları gelmek zorunda bırakmayacak şekilde küresel serveti yeniden paylaştırmaktır. İnsanlar ancak çok çaresiz kalmışlarsa, temiz tuvalet bulmak için memleketlerinden binlerce kilometre uzağa giderler.

 

Ben eserimin önyargıların azalmasına yardımcı olmasını istiyorum, kuvvetlenmesine değil. Bu ödülü kabul etmek, ne yazık ki, bu prensibe ihanet etmek olacaktı. Bunun yerine, farklı bir bakışı dile getirme fırsatı verilmiş oldu bana. Bu vesileyle, törende buz gibi bir hava estirdiğini tahmin ettiğim metnimi orada bulunanlara cesaretle aktaran temsilcim Johnny Geller’a teşekkür ederim.

 

Çeviren: Şerif Erol