Bay Lübnan Cinayeti

-
Aa
+
a
a
a

15 Şubat 2005

The Independent

 

Cornische'teki (Korniş) patlamanın dumanını gördüm. Evim patlamanın olduğu yerin birkaç yüz metre uzağında. İlk işim, mütemadiyen ses duvarını aşarak Beyrut üzerinde uçan, İsrail'in yüksek irtifa uçaklarını görmek için gökyüzüne bakmak oldu. Camları parçalanmış lokantalardan kan revan içindeki müşteriler çıkıyor ve St. George Oteli önündeki yoldan yoğun, kara bir duman yükseliyordu.

 

Beyrut benim evim sayılır; Bağdat'ın tehlikelerinden uzaktaki evim. Ve şimdi Orta Doğu'nun en güvenli şehirlerinden birinin sokaklarında yaşanan Sevgililer Günü katliamıyla, Lübnan Bağdat'a döndü. Corniche'e doğru koşmaya başladım; benden başka herkes aksi yöne doğru kaçıyordu. Yanmakta olan arabalar ve enkaz yığınına doğru gittim. Savaşta harap olmuş metruk otelin karşısındaki kaldırımda iri, tıknaz bir adam yatıyordu; daha çok bir çuvala benziyordu– kafası uçmuştu. Ve asfaltın üzerinde eldivenli bir kadın eli duruyordu. Yanan arabalarda alevlerin sardığı vücutlar vardı; bir sürücü camından dışarı sarkmış korkunç görünümlü bir el.

 

Hâlâ ortada ne polis, ne ambulans, ne de itfaiye vardı. Arabaların depoları patlamaya, tüm sokağa alevler saçmaya başlamıştı. Sıcak ve duman yüzünden hiç kimse hasarın büyüklüğüyle ilgili yorum yapamıyordu. Birden, Refik Hariri'nin korumalarından birini gördüm; dehşet içinde donakalmıştı. "Koca adam gitti" dedi. Koca Adam? Hariri mi? İlk önce Lübnan'ın eski başbakanı, şehri iç savaşın küllerinden yeniden yaratmak için herkesten çok şey yapmış olan "Bay Lübnan"'ın gittiğini, "uzaklaştığını", kurtulduğunu düşündüm.

 

Ama nasıl olur da bu cehennemden kurtulmuş olabilirdi? Bir grup polis olay yerine ulaştı; bir adam, bir başka koruma, Mercedes marka limuzinlere doğru "Ya-Allah" diye çığlık atarak, Tanrı'yı şahit tutarak, koştu. Patlamanın bu kadar şiddetli olması çok doğal. Zırhlı aracın kapılarını parçalamanın başka yolu yok. Bir sivil polisin ardına takıldım. Hâlâ yanan bir arabanın yanından geçerek –araçta alevler içinde bir ceset daha – çukurun kenarına gittik. En az 4-5 metre derinliğinde bir krater oluşmuştu. Ağır ağır aşağıya indim. Bombalı araçtan geriye sadece 2,5 santim büyüklüğünde metal parçalar kalmıştı. Patlama bir başka aracı –belki de Hariri'nin konvoyundakilerden birini – boş otelin müştemilatının üçüncü katına uçurmuştu. Araba orada yanmaya devam ediyordu.

 

Hariri, Hariri diye sayıklıyordum. Onunla birçok kez birlikte olmuştum; röportajlarda, basın toplantılarında, öğle yemeklerinde, akşam yemeklerinde.  Bir keresinde, Amerika'da bir trafik kazasında ölen oğluyla ilgili son derece duygusal konuşmuştu. Ölümden sonra hayat olduğuna inandığını söylemişti. Düşmanı çoktu. Lübnan'da siyasi düşmanlar, kendilerini Lübnan'dan atmak istediğinden şüphelenen – ki haklılardı – Suriyeliler, emlak sektöründen düşmanlar – çünkü Beyrut'un büyük bölümü onundu ve bir gazete ve televizyonu olduğu için medya dünyasından düşmanlar.

 

Ama, acımasız bir işadamı olmasına rağmen gayet iyi ve nazik olabiliyordu. Bir defasında onu, kanaryayı büyük bir zevkle yedikten sonra, tadının nefis olduğunu söyleyen bir kediye benzetmiştim. Bu lafımı arkadaşlarına göndermişti. Eli, hayatta sıktığım en güçlü ellerden biriydi.

 

Cesedini göremedim. Ama alevler ve dumanlar arasından Beyrut'un yeni şehir merkezine baktım. Bu güzel şehrin, Hariri'nin kendi şirketi tarafından, –Solidere'nin yüzde onuna sahipti-  Dresden'e dönmüş yıkıntılardan yeniden imar edilen yeni şehir merkezine baktım. Eserinden birkaç metre ötede ölmüştü.

 

Bu bombayı yapmak, bu saldırıyı planlamak çok uzun sürmüş olmalı. Boş bir otelin yanına park etmiş bir araba çok az kişinin dikkatini çeker. Patlayıcı yüklü olduğu için akslarının üzerine oturmuş olduğu da.

 

Bu eylemi yapanlar acımasız, masumları umursamayan insanlardı. Refik Hariri'yi öldürmek istiyorlardı. Onlar için bundan başka hiçbir şeyin önemi yoktu. Çevredeki sokaklarda üstü başı kanlar içinde insanlar belirmeye başladı. Binlerce cam üzerlerine inmişti ve orada, ayakkabılarına, pantolonlarına, eteklerine kan damlayarak dikilirken ilk ambulans göründü ve itfaiyeye hortumları kaldırımdan çekmesini söyledi.

 

Su ve kan yüzünden sokak boydan boya kayganlaşmıştı. Yanmış tam 22 araç saydım. Kral ve prenslerle aynı masada yemek yiyen, -Jacques Chirac'la olan kişisel arkadaşlığı sayesinde, Lübnan'ın 41 milyar dolarlık kamu borcu idare edilmişti- Suudi milyarderin hayatı bu cehennemde sona erdi.

 

Özel sohbetlerde Hizbullah'a duyduğu kini hiç saklamazdı. İsrail 2000 yılında ülkeden çıkmadan önce, Hizbullah'ın İsrail işgal birliklerine yönelik saldırıları, Lübnan'ın ekonomisinin toparlanmasıyla ilgili planlarını erteleyecekti. Ve Suriyelilere göz yumarken askerlerin çekilmesiyle ilgili kendi planları vardı. Beyrut'ta dedikleri gibi, Hariri'nin, gerçekten Suriye'nin ülkedeki varlığına karşı çıkan siyasi muhalefetin lideri olduğu doğru muydu? Veya düşmanları daha da mı kötü kişilerdi?

 

Lübnan, aşırı bağnazlığı itikat olarak kutsayan kurumlar üstüne kuruludur. Bütün Başkanlar Hıristiyan Maruni, Başbakanlar Sünni Müslüman –Hariri gibi- ve Meclis Başkanları da Şii Müslüman olmalıdır. Hariri'yi öldürmeyi planlayan herkes, bunun 1975-1990 iç savaşının bütün yaralarının nasıl tekrar açılmasına sebep olabileceğini bilir.

 

Dün gece binlerce Hariri yandaşı ağlayarak Koreitem'deki sarayının önünde toplandı; liderlerini kimin öldürdüğünü bilmek istiyorlardı. Hariri'nin adamları sokaklarda dolaşarak dükkân sahiplerine kepenk kapatmalarını emretti. İç savaşın hortlakları 15 yıllık uykularından uyandırılacak mı? Yanıtı bilmiyorum. Ama dün öğleden sonra Beyrut'un üstünde bir saatten fazla asılı kalan kara duman, altındaki insanları gölgesinden daha fazla kararttı.

 

Lübnan'ın 30 Yıllık Savaş Ve Barış Tarihi

 

1948 sonrası

Yoğun Filistinli mülteci akını Hıristiyan Marunilerle Müslüman Şiiler arasında gerginliğe sebep oldu. Yasser Arafat Lübnan'da FKÖ'nün kalesini kurdu.

 

 

13 Nisan 1975

İç savaş başladı

 

 

14/15 Mart 1978

İsrail Güney Lübnan'a saldırdı ve işgal etti ama BM onu bölgeden çıkarttı.

 

 

6 Haziran 1982

İsrail'in Britanya büyükelçisi Shlomo Argov'a yapılan suikast girişiminin ardından, İsrail ikinci saldırıyı başlattı.

 

 

14 Eylül 1982

İsrail, başkan seçilen Beşir Cemayel'in suikast sonucu öldürülmesinin ardından Batı Beyrut'u işgal etti. Sabra ve Şatila mülteci kamplarındaki yüzlerce Filistinli mülteci öldürüldü.

 

 

17 Mayıs 1983

İsrail ve Lübnan, Güney Lübnan'da güvenlik için tampon bölge oluşturulması ve İsrail'in çekilmesi konusunda anlaşmaya vardı.

 

 

23 Ekim 1983

Bombalı saldırılar sonucu 241 Amerikalı denizci ve 56 Fransız paraşütçü öldü. Militan Şii gruplar saldırıların sorumluluğunu üstlendi.

 

 

1 Haziran 1987

Başbakan Raşid Karami öldürüldü. Salim Hoss Başbakan oldu.

 

 

22 Eylül 1988

Lübnan'da iki hükümet vardır. Doğu Beyrut General Michel Aoun liderliğinde Hıristiyanlara geçti.

 

 

14 Mart 1989

Aoun Suriye kuvvetlerine karşı savaş ilan etti.

 

 

22 Ekim 1989

Taif Anlaşması imzalandı.

 

 

22 Kasım 1989

Müstakbel Başkan Rene Moawad suikaste kurban gitti.

 

 

13 Ekim 1990

İç savaş sona erdi, Aoun kaçtı.

 

 

31 Ekim 1992

Refik Hariri Başbakan oldu.

 

 

24 Kasım 1998

Genelkurmay Başkanı Emil Lahoud Başkan oldu.

 

 

24 Mayıs 2000

İsrail birlikleri Güney Lübnan'dan çekildi.

 

 

Ekim 2000

Hariri ikinci kez Başbakan oldu.