'Avrupa'da eşcinseller çok mu?'

-
Aa
+
a
a
a

Virgül 2

Ne olmuşsa olmuş yolu Fransa’nın güneyi ile kesişmiş genç bir Anadolu çocuğu ile bir akşam yemeğinde buluşup sohbet etmeye başladığımızda bana, buralarda geçirmekte olduğu zamanın izlenimlerini aktarmaya başladı.

Güney Fransa’da yaşamak her haliyle hoş bir şeydi ama, buradaki erkeklerin de çoğu “homo”ydu nedense... Aslında nedenini biliyordu bu genç adam ve anlatacaktı da anlatmasına ama bir koşulu vardı önce, hani ben yazar olduğum için, bir gün olurda onun bu “önemli” saptamalarını kullanırsam, ondan aldığımı belirtmem gerekiyordu...

Efendim, bu genç Anadolu’lu adama göre, Fransız erkeklerinin çoğunluğunun “homo” olmasının nedeni,

kadınların çok açık seçik ortalıkta dolaşmalarından kaynaklanıyordu, oysa Anadolu’da durum öyle miydi? Haşa!... Anadolu erkeğinin bir kadını doğru dürüst elde edebilmesi için, askerliğini yapmış olması gerekirdi ki ancak evlenebilsin ve cinselliği de tadabilsin. Eee, tabii bütün bu işler hal oluncaya kadar da kadından uzak bir yaşam süren Anadolu erkeği ister istemez “erkek” olarak kalıyor ve bozulmuyordu, onun için de kıymetini tartışmak bile doğru değildi.

Bu genç Anadolu adamına “eşcinsel” tanımından ne anladığını sorduğum zaman “afalladı”, ne olacaktı ki? Değil mi ya, “homo” homodur işte.

Ona, burada, yani Avrupa’da “eşcinsel” diye kime dediklerini anlatmaya koyuldum bu sefer ve Türk erkeklerinin de ilk cinsel tecrübelerinin genellikle hayvanlar ya da erkekler arasında cereyan ettiğini anlatmayı denedim...

Bunları can kulağı ile dinleyen bu genç arkadaşımız, afallamış gözlerle bir süre yüzüme baktıktan sonra: “Yahu, ağabey, o zaman ben de mi..... demek istiyorsun?”

Tabii şimdi, ulu orta bir genç Anadolu çocuğuna “homo” demenin bir anlamı yoktu, hele hele “küfür” niteliği de olan bir sözcükle, hoş bir akşam yemeği sohbetinin tadını kaçırmanın gereği de yoktu, ama bu genç adamın “öğrenme sürecinde” olduğu gerçeğini de unutmamak gerekiyordu..

Ona, insanların cinsel yaşamlarının son derece “öznel” yaşamlar olduğunu ve bunun da kimseyi ilgilendirmediğini anlatmayı denedim.

Berlin'deki son "aşk yürüyüşü"nden (DPA)

Hatta Avrupa Birliği ülkelerinde eşcinsellerin özlük haklarının korunduğunu, birbirleri ile evlenmelerinin yavaş yavaş yasal olmaya başladığını ve insanların cinsel kimliklerinin iş ve sosyal yaşamlarını artık etkilememeye başladığını örnekleri ile anlatmaya koyuldum. Paris’in solcu belediye başkanının eşcinsel kimliğini gizlemediğini, son zamanlarda Paris belediye otobüslerinin üzerinde gökkuşağı renklerinden oluşan “eşcinsellerin” bayrağının bile koyulmaya başlandığını anlattım. Amerika Birleşik Devletleri’nde San Francisco’nun bir “gay” şehri olduğunu, Almanya’nın başkenti Berlin’de hayli yoğun bir eşcinseller topluluğu bulunduğunu, Paris’in birinci bölgesinin de
artık eşcinseller mahallesi olarak tanımlandığını anlattım. Hatta artık İstanbul’da bile eşcinsellerin kendi kulüpleri, eğlence yerleri olmaya başladığını, pek çok sivil tıoplum örgütü oluştuğunu ve bunların da sık sık etkinlikler yapmaya başladıklarını da anlattım.

Avrupa Birliği ile uyum sürecine girecek olan Türkiye’nin pek çok konuda olduğu gibi, eşcinseller konusunda da görüş ve düşüncelerini değiştirmek durumunda kalacağını hatta bu konuda yasal düzenlemelere bile gidileceğini de anlattım...

Ayrıca “eşcinsel” tanımı içinde salt “passif” durumda olanın değil, bu tür ilişkideki tarafların birlikte eşcinsel olarak algılandıklarının altını bir kere daha çizince, benim, bir akşam yemeği süresince Güney Fransa’daki izlenimlerini dinlemeye oturduğum Anadolu’lu genç arkadaşım ne dese beğenirsiniz? “Abi” dedi, “sen yine şimdi böyle bir yazı mazı yazarsın, benden söz etme boş ver, yani, hani demiştim ya ille benim fikrim olduğunu de diye, sen kendi fikrinmiş gibi yaz geç abi...”