Ateş & Söz - Zapatist Hareketin 20. Yılı

-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra: Konuğumuz İlker Özünlü, konu Chiapas.

 

İlker Özünlü: İstersen önce müzikle başlayayım tanıtmaya, Meksika’nın güneyinde Wahaca diye bir yer vardır, en yoğun yerli bileşiminin görüldüğü, oradan bir müzik bu, festival müziği, “Sones de Charros” adlı festivallerinde kullandıkları, hem de dans eşliğinde bir müzik bu...

 

ÖM: Niye Chiapas, 10 ve 20, iki ayrı kutlama, daha doğrusu 20 ve 10.

 

İÖ: Bu zapatist örgütün, yani EZLN ya da FZLN olarak geçen kuruluşu 1983’e varıyorum, onun 20. yılı; bir de 1984’de ilk kez adlarını dünyaya duyurdukları bir harekat vardı, San Cristobal baskını, onun da 10. yıldönümü, dolayısıyla buna 20 ve 10 demişler, bir de ad takmışlar “El fuego y la palabra” (ateş ve söz).  

ÖM: Yani burada bizim genel olarak bildiğimiz, bütün dünyanın da 1993 hatta 94’te ilk defa ortaya çıktığıydı, oysa bir 10 yıl daha geriye gitmiş olduğunu da böylece öğrenmiş oluyoruz.

 Subcommandante Marcos  (Erin Currier)

İÖ: Buna ilişkin Subcommandante Marcos, bu festivalin açılışında tarihini anlatan uzun bir konuşma yaptı. Buradan daha sonra yer yer alıntılar yapacağız ama söylediğin doğru, 94 diye biliyoruz ama aslında daha önceye gidiyor. 1994’te Chiapas’ın en önemli kenti olan San Cristobal de las Casas’ta ortaya çıkışları 1 Ocak’ta NAFTA’ya, yani ABD, Kanada ve Meksika ticaret anlaşmasına karşı, bu anlamda neoliberalizme karşı ilk kendilerini ortaya koydukları eylem, bununla biliyoruz ama asıl 1996’da, daha doğrusu 1994’ten 96’ya kadar uzanan zaman kesitinde ortaya koydukları, sergiledikleri farklı bir politik görüntü ile dünyada yankı buldular ve dünya da onlara kucak açtı. Tabii bunu söylerken, iki farklı dünya var biliyorsun, öteki dünya, yani “farklı bir dünya mümkün” diyenlerin kucak açması bu tabii ki.

ÖM: Özellikle de bu son derece önemli bir nokta gibi gözüküyor, belki gözlerden kaçan. Eğer böyle tek başlarına oradaki mücadeleyi yürütüp, özellikle de en yoksul kesim olan yerlilerin, Kızılderililerin mücadelesini eğer dışarıdan bu tarz alternatif mücadele destekçilerinin desteğini almasalardı Meksika hükümetinin ezmesi daha da kolay, özellikle ABD’nin büyük gücüyle çok daha kolay olabilirdi.

 

İÖ: Son derece doğru, çünkü eylem yaptıktan sonra büyük çoğunluk Meksika’da, tabii bunların içinde Meksika hükümeti de vardı, şöyle düşündü: “Bunlar klasik, bildiğimiz örgüt, savaşmaktan öte herhalde pek bir vizyonları yok” diyerek operasyon yaptılar ama ortaya çıkan tablo tamamen farklıydı, o köylere gittikleri zaman bu güneydoğu Meksika’da dağlar, la Condor ormanları var, oralara gittiklerinde bu yerli yerleşim bölgelerinde bambaşka bir görüntü ile karşılaştılar. Orada kendilerini silahla, topla bekleyen insanlar yerine okullarda, evlerde, bütün ne kadar kapalı mekan varsa ya da açık mekan, orada toplanıp tartışan, kendi aralarında bazı konuları görüşen birtakım gruplar gördüler.

Bunlar aslında komisyonlardı, daha doğrusu o zaman onlara ‘masa’ sözcüğünden türetilen, İspanyolca karşılığı olarak ‘mesa’ dendi. Kadın hakları masasından tutun da yerli hakları, insan hakları masalarına kadar bir dizi “masa,” senin de söylediğin gibi Meksika’nın en geri kalmış bölgelerinde, dağlarda kurulmuş ve insanlar harıl harıl bilgileniyor, tartışıyor. Böyle bir tablo ortaya çıktı. Dolayısıyla aslında bu tablo, örneğin bu yerlerden biri San Andreas köyü idi. Burada 1 No’lu masa yerli hakları ve kültürleri masası, bu masa öyle bir noktaya geldi ki, diğer öteki bölgelerdeki yerlileri de çok ciddi bir şekilde etkiledi ve tetikledi, oralarda da kendiliğinden bu tür masalar, komisyonlar ortaya çıkmaya başladı. Sonra buradan İspanyolca’da forum anlamına gelen ‘forumo’ ortaya çıktı, Ulusal Yerli Forumu. Bu foruma tabii Meksika sivil toplumu kayıtsız kalamazdı ve bütün sivil toplum kurumlarının katıldığı bir komisyon oluştu, inanılmaz geniş bir yelpaze; bunların içinde sendikalar, üniversiteler, üniversite öğretim üyeleri, parlamentoda temsil edilen partilerden temsilciler, tüm bunların içinde yer aldığı devasa bir yelpaze oluştu. ‘KOKOPA’ dendi sözcüklerin baş harflerinden, yani uzlaştırma ve barıştırma komisyonu, başında da Zapatistlerin sözcülüğünü yapan bir rahip vardı, Samuel Luis, bu çok ilerici bir rahip aslında Chiapas eyaletinin de başpiskoposu.

 

ÖM: Katolik rahip Samuel Luis...

 

“Sosyal Forum burada doğdu”

 

İÖ: Bu tabii öyle bir noktaya geldi ki hükümet kayıtsız kalamazdı, gerek yurtdışındaki baskı gerekse yurt içinde, başka olaylar da var tabii onlara giremiyorum şu anda ayrıntı olarak ama sonunda kabul etti görüşmeyi Zapatistalar ile. Ve ünlü 96 Şubat’ında yapılan San Andreas görüşmeleri var. Fakat bu hareket hızını alamadı, daha sonra öyle bir noktaya geldi ki “Meksika devleti reforma tabii tutulmalıdır” diyerek, Meksika devletini reforma davet eden bir başka ulusal forum oluştu, ona da “Devlet Reformu Forumu” dendi.

 

ÖM: Yani mesele sadece Kızılderili haklarının, kültürlerinin korunmasının ötesine geçip bütün Meksika toplumumun yapılanmasını değiştirme yönünde talepleri de içermeye başladı?

 

İÖ: Evet bu çok doğru, belki de Zapatistleri diğer örgütlerden ayıran en önemli özelliklerden biri bu, çünkü kendi davamızı toplumun davası haline getirmezsek bu sorunu çözemeyiz, çünkü bana bakıştaki yanlışlık toplumun bana bakışında var, dolayısıyla toplumun bana bakışını değiştiremezsem ben zaten kendimi değiştiremeyeceğim, dolayısıyla bu sorun benim değil toplumun sorunudur, hatta onun ötesinde bütün dünyanın sorunudur diyerek olayı hakikaten kendi dar alanlarından çıkararak bütün topluma yaydılar. O işte bütün depremi yarattı, art arda gelen bu forumlar hızını alamadı uluslararası bir forum oluştu. İşte 96 yılında ünlü neoliberalizme karşı kıtalararası çağrı yaptı Zapatistler ve 50’nin üzerinde ülkeden temsilci giderek Chiapas’da bir uluslararası forum oluşturdular ki Seattle ve daha sonraki bütün o Brezilya’daki dünya forumundan tutun da bugünlerde yaşanmakta olan Fransa’daki foruma kadar tüm bu forumların nüvesinin atıldığı bir toplantıdır o. Hatta ‘forum’ sözcüğü bile oradan mirastır diyebiliriz.

 

ÖM: Çok ilginç. Dünya sosyal forumunun ilk ikisi Brezilya’da toplandıktan sonra Avrupa sosyal forumları da geçen sene Floransa’da idi, bu sene Paris’te ve bütün bu forumların kökünü, temelini ve çekirdeğini bu Chiapas’ta Zapatista hareketinde bulmak mümkün diyorsun?

 

İÖ: Kesinlikle. Tabii ki bütün bu hareketlerin çok daha geniş, çok daha eski bir altyapısı var. Tabii tek bir hareket, tek bir eyleme indirgeyemeyiz ama burada yadsınamayacak bir katkıları olduğunu da ben kendi adıma görebiliyorum. Sonuç olarak o kadar küçük başlamış ki, yani 6 kişilik bir çekirdek, istersen bu 1983’teki başlangıcın tarihini anlattığı Marcos’un metnine bakarak da bunu izleyebiliriz, sonra tekrar belki foruma geleceğiz.

 

ÖM: Hakikaten bilinen bir şey değil çünkü, ta 83’üne kadar gittiğini bilmiyorduk.

 

İÖ: 1980’ler gibi tahminler vardı ama şimdi son derece sıcak, mütevazı ve hiç böyle ne bildiğimiz kahraman, yenilmez, hiçbir negatifliği olmayan bir örgüt gibi değil de, hayatın ve halkın içinden bir oluşum gibi anlattığı bir metin bu, içindeki yer yer esprileri ile. “1983’te 10 Kasım’da la Condor ormanlarına geldik, yer arıyoruz, yağmur, çamur, ormanlık bölge, bir haftamızı aldı” diyor, 17’sinde nihayet bir kamp yeri bulmuşlar.

 

ÖM: Bu 6 kişi?

 

İÖ: Evet. Dolayısıyla esas tam olarak kuruluş tarihi 17 Kasım 1983. 6 kişiymişler, 5’i erkek, biri kadın ve 3’ü yerli, 3’ü ‘mestiso’ denen melez, kırma. “Fakat nereden nereye geldik; 2003’te 20. yılını kutladığımız bugün bu oranlar tamamen ters yüz oldu, yerli oranı % 98, kadınların oranı ise % 45” diyor. Bu arada mesela yeni bir şey daha öğreneceğiz: “Subcommandante” komutan yardımcısı lakabı aslında patenti Marcos’a ait değil, daha önce içlerinde birinin lakabı. Pedro isimli bir komutan var. Bu komutanın da şöyle bir hikayesi var: Yer aranırken Pedro “Ben gidip bakıp, araştırayım” diyor, sonra

gidiyor, birkaç saat ortadan kaybolduktan sonra geri geliyor ve diyor ki “Rüya gibi bir yer buldum, muhteşem!” “Hadi o rüya gibi yere gidelim” vs. diyorlar, bir de gidiyorlar ki bir bataklık; “Bu ne rüyası, bu olsa olsa başbelası bir yer” diyorlar ve oraya da ‘başbelası’ adını takıyorlar: ‘la pesadiya.’ İlk kamp kurdukları yerin adını bu şekilde koyup, bunun kahramanı daha sonra yükseliyor, teğmen oluyor, kendi aralarında askeri rütbeleri var, subaylık rütbelerinden subcommandante oluyor ama bu Chiapas baskını sırasında vurulup öldürülüyor Subcommandante Pedro.

 

Margaret Thatcher kampında balık avı

 

ÖM: ‘Commandante’ yok onlarda, değil mi? Böyle bir rütbe yok, üst komutan, hep bir alt komutanlardan oluşuyor: ast komutan, subcommandante’ler.

 

İÖ: Evet, o da sembolik, Komutana saygıdan, yani Emiliano Zapata, komutan o, çünkü Emiliano Zapata bu 1909’da başlayıp 1919’da sona eren Meksika devrimi sırasında Aquas Calientes diye bir yer vardır, Zapatistler bu yerin adını da kullanmışlardır kendi yerleşim yerleri için, sembolik olarak. Burada ilk kez ulusal bir dava olduğunu ilan ediyor kendi hareketinin Emiliano Zapata ve orada katılan kumandanlar da, şefler de ona ‘kumandan’ lakabını veriyorlar: commandante. Dolayısıyla commandante, komutan Emiliano Zapata, diğerleri de ‘sub’ olabiliyor ancak, yardımcı.

 

ÖM: Ast komutan. Peki sonra?

 

İÖ: Sonra hikaye devam ediyor. Bu arada 1984’te geliyor Marcos, yani bir yıl sonra 3 kişi olarak, 2’si yerli, kendisi tek melez olarak geliyor. Geldikten sonra oradaki yaşantıları anlatır aslında, onun yazdığı öyküler var, “Koca Antonio’dan hikayeler” diye ben onu Türkçe’ye çevirmiştim, Anahtar Yayınları’ndan çıkmıştı. Orada orman içindeki o hayatı yansıtan öyküler vardır. Mizahi unsurlar da var yazısında; mesela “mutfakları, yattıkları yerler yerler var, bir de 25 ve 50 var” diyor. 25 ve 50 şuymuş, tuvalet sorunu var tabii, ilk geldiklerinde çok küçük bir gruplar, mesela uzun süre 12 kişilik bir grup olarak kalmışlar, küçük abdest dediğimiz olay için 25 metre seçmişler. Bulundukları yerden 25 metre uzağa gidiyorlar, büyüğü için de 50 metre. Dolayısıyla tuvalet sözcüğü için 25 ve 50 kullanılıyor. Bugün hâlâ onu kullanıyorlarmış: “Artık adam gibi tuvaletlerimiz var, gerçek anlamda tuvaletimiz var ama hâlâ tuvaletleri 25 ve 50 diye adlandırmaya devam ediyoruz” diyor.

 

Bu arada mesela yapıları yapmak için taş gerekiyor, vs. “bunlar için tekerlek yapalım” diyorlar, ilkel kavimlerin çözümleri gibi de arabalar yapacaklar, ağaçtan, tahtadan tekerlek yapmaya kalkıyorlar ama bir türlü yuvarlak yapmayı beceremiyorlar, bir şekilde köşeli oluyor, dolayısıyla da taşları sırtlarında taşımak zorunda kalıyorlar sonunda. Yine böyle pasajlar var, hani bizde vardır ya, kahraman çok yüceltilir bu tür hareketlerde. Burada ise tam tersi oluyor. Mesela diyor ki “bir gün orman içinde yürüyoruz, en önündeki öncülerden biri bağırdı ‘Yaban domuzları!’ diye ve kendisi o kadar hızla ağaca tırmandı ki bir daha kendisini göremedik. Geride kalanlar da kahramanca koştu tabii aksi yönde, sonuçta ortada zavallı küçük bir domuz yavrusu kaldı, onu o kadar sevdik ki, onu evcil hayvan gibi yanımıza alıkoyalım dedik. Hayvancağızın hiçbir itirazı olmadı, seve seve kabul etti, herhalde kokumuzdan dolayı” diyor. Farklı kokmadıklarını ima etmek için söylüyor.

 

Devam ediyor; mesela balık tutarken Margaret Thatcher demişler tuttukları balığa, balığı tuttukları yere de oraya da Margaret Thatcher kampı demişler, “çünkü balık neredeyse Margaret Thatcher’ın kopyası gibiydi, ona çok benziyordu” diyor. 1985’te, aradan iki yıl geçmiş “ben ormanın ücra bir köşesinde 3 kişilik, herkes gayet canı sıtkın, ortalık zaten yağmur, kasvet ve tek başımızayız, ‘Bu iş nereye gidecek?’ diye insanlar kara kara düşünüyor. ‘Merak etmeyin, günün birinde binleri, onbinleri bulacağız’ deyince, bana tuhaf tuhaf baktılar. Herhalde bu adam orada kutlama için bir mantar çorbası içmiştik ve mantar zehirli olsa gerek, herhalde kafasına etki etti ya da zekasına, düşünme durumuna, ki böyle saçmalıyor diye baktılar” diyor.

 

ÖM: O sırada anladığım kadarı ile öyle pek genişleme ihtimali de görünmüyor.

 

İÖ: Ama o arada bir hamle yapıyorlar, bütün görüşlerini ve yaşamlarını değiştirecek bir hamle. “Peki o zaman şu yerlileri bir dinleyelim, onlara uzanalım, temas kuralım” diyorlar. Orada çok anlamlı bir ifadesi var Marcos’un “Yerlilerle kontak kurduğumuzda sonumuz geldi. Bizim ilk bozgunumuz. Bozguna uğradık ve o bozgundan sonra da geometrik olarak büyümeye ve öteki olmaya başladık” diyor. Tabii bu bozgun mecazi anlamda, “Biz eski örgüt kalıplarını, o mentalite darmadağın oldu, onlarla buluştuğumuzda, onlara kulak verdiğimizde, ‘bir de dinleyelim’ dediğimizde biz darmadağın olduk ama öteki olmaya başladık. İşte o zaman çoğalmaya ve büyümeye başladık” diyor. Böyle de bir, senin soruna yanıt olarak...

 

Yozlaşmanın başlangıcı = halka mesafe = iktidar

 

ÖM: Evet, paradigma değişikliği orada gerçekleşiyor anlaşılan, çünkü daha önce yol gösterici liderler olarak görüyorlar herhalde kendilerini?

 

İÖ: Öyle, haklısın, tam tersi bir olay oluyor, bunun için de kendisinin bir benzetmesi var: “Bir gün yolda giderken kavanoza benzeyen pişmiş topraktan yapılmış bir şey gördüm, ama içine cam karıştırmışlardı. Bir baktım güneş vurdukça o her cam parçası güneş ışığını yansıtıyor, her biri ayrı ayrı yansıma ama bütününde gökkuşağını andırır genel bir yansıma var. İşte biz böyle olmak istedik. Dünya da böyle olsun istiyoruz. Herkesin kendi hikayesi olsun, herkes kendi hikayesini anlatabilsin ama bütününde ortak bir hikaye olsun, rengarenk olsun, gökkuşağı gibi olsun” diyerek de bu değişimin güzel de bir benzetmesini yapıyor.

 

ÖM: Bu meşhur ‘Zócalo yürüyüşleri’ vardı.

 

İÖ: Sen de çok güzel okumuştun orada, çevirin müthişti.

 

ÖM: Elimize geçmişti, orada atlılarla filan Meksika’nın başkentine, Zócalo meydanında büyük bir yürüyüş yapmışlar, yüzbin kişi vardı.

 

İÖ: Evet, orada müthiş bir konuşma yaptı.

 

ÖM: Oradaki görüşmeler de başarı ile sonuçlanmadı.

 

İÖ: Olmadı çünkü hükümet sadece göstermelik olarak bu jesti yaptığını sonunda kanıtladı ve olmadı, evet.

 

ÖM: Geri döndüler ama orada, özellikle başkent Meksika’da çok büyük bir ilgi gördükleri de şüphesizdi.

 

İÖ: Evet, yurtdışından da bir sürü insan geldi, orada mesela en sık tekrar ettiği cümle: “Biz burada olmamalıydık, çünkü asıl olması gerekenler o halk ama maalesef o halkın kendini ifade olanakları yok. Keşke biz burada olmasaydık.” İktidara bakışları çok net bir şekilde ortaya çıkıyor, iktidara karşılar. Siz birilerini temsil etmeye kalktığınızda, onların sözcülüğünü yapmaya kalktığınızda aranıza bir mesafe giriyor, o mesafe iktidar aslında. O olduğu sürece de herşey sonunda yozlaşmaya başlıyor. Bunu görüp, buna karşı tedbirler almaya çalışan, aslında bunu ortadan kaldırmaya çalışan da bir hareket Zapatistler.

 

Bu konuştuğumuz tarihi gelişmeleri konu eden de bir kitap çıktı. Bu kitabın basımını da kutluyorlar aynı zamanda. Kitap da ‘“Fuego y la palabra”  (ateş ve söz) adını taşıyor, yazan Gloria Muños Ramirez diye bir kadın gazeteci. Çok ilginç de bir hikayesi var; 1994’te bu baskında çok etkileniyor ve Zapatistleri daha yakından tanımak istiyor. Çeşitli gazetelerde yazılar yazıyor, La Hornada diye son derece ilerici bir gazete vardır, Zapatistlerin sözcülüğünü de yapan bir gazetedir, orada yazıları ağırlıkta. Sonra 97’de bir karar alıyor, kendisi için tarihi bir karar, pılını pırtısını topluyor, bütün ilişkilerini kesiyor ve ormana, la Condor ormanlarına Zapatistlerin yanına gidiyor ve orada, onlarla birlikte yaşamaya karar veriyor. Hâlâ orada yaşıyor. Bu süre içerisinde bu gelişmeleri, oradaki yaşantıyı, geçmişi, duyduklarını yazmış. Aslında değişik insanlarla konuşuyor, değişik insanların görüşlerini yansıtan bir kitap bu, değişik Zapatist gerillalar kendi bakışlarından bu hareketi anlatıyorlar. Marcos yer yer bu kitaba da değiniyor.

 

ÖM: Bu arada, Irak’a canlı kalkan olarak gitmek üzere buradan geçen gazeteci John Ross da Zapatist hareket üzerine etraflı kitapları olan ilginç bir kimlik. Geçenlerde de Filistin’de İsrailli yerleşimciler tarafından ağır şekilde dövülmüş olduğu haberi geldi.

 

İÖ: Öyle mi? Onu bilmiyorum.

 

ÖM: Bu zeytin ağaçlarının sökülmesini önlemekte zorluk çekiyor Filistinliler. Yabancı, diğer destek yardım kuruluşları, elemanları ve onların arasında da John Ross önlemeye çalışıyorlar, Filistinlilerin hayatını kolaylaştırmaya çalışıyorlar... Yerleşimciler fena halde dövmüş, hastaneye kaldırılmış.

 

“Tarihi unutursak kendimizi de unuturuz”

 

İÖ: Yapma! Burada İstanbul’da konuşma yapmıştı giderken, orada da Zapatistlere değinmişti, bu vesileyle onlarla ilgili konuşmuştu. Ben gidip dinlemiştim. Evet, ilginç bir eylemci, birçok yerde Edward Said gibi, sadece düşünmekle kalmıyor, zamanında bunu hayata geçirmek için de uluslararası eylemlere katılıyor. Bu arada uzun uzun 94 baskınını anlatır.

 

ÖM: 94 baskınında bir çok insan öldürülüyor, değil mi?

 

İÖ: Yok hayır, fazla değil, çok azdır. Aslında mesela o gün, 1 Ocak’ta tek kişi vurulmuyor. San Cristobal 24 saat işgal ediliyor. Genellikle bilerek bundan kaçınıyorlar. Yani nerede karşılaşma ihtimali varsa, oradan hep uzaklaşmışlar, savuşturmuşlar. Aslında aynı zamanda silahı olabildiğince sembolik kullanmaya çalışan bir örgüt ama, rakamlara ilişkin birtakım ilginçlikler var, onu da dünya kamuoyu yeni öğreniyor. Mesela o baskında yaklaşık 5 bin kişi yer almış.

 

ÖM: Ordudan?

 

İÖ: Hayır, 5 bin Zapatist. Sadece San Cristobal için 1500 kişi varmış. Marcos bu rakamları da veriyor. Sonra konuşmasında ilginç bir benzetme var, “Biz ne zaman yerlilerle olduk, vizyonumuz değişti ve aslında bu iktidar sorununa farklı bakmaya başladık. Kendimizi iktidarı yok etmek üzere varolan bir oluşum olarak gördük ve bir katalizör olmak, bir köprü görevi görmek gibi yeni bakışlar edindik. O zaman işte köşeli olmayan, gerçek anlamda yuvarlak bir tekerlek oluştu. Bu olması gereken bir biçimdi, çünkü ancak tamamen köşesiz olduğumuz zaman dönmeye başlarız ve hareket ederiz.” Bunu da, daha önce anlattığı, bir türlü beceremedikleri köşeli tekerlek olayına da bağlıyor.

 

ÖM: Tekerleği bulmuşlar yani?

 

İÖ: Tekerleği sonunda bulmuşlar! Aslında bu çok güzel oldu, bu politik anlamda bir tür buluş. Tekerleğin bulunuşu da uygarlık tarihinde önemli, politik uygarlık tarihine de bu anlamda katkıları oluyor. Mizahi bir şekilde son derece farklı bitiriyor konuşmasını: “Biz Zapatistler, en küçük olanlarız, yüzlerini bakılsın diye kapatanlarız, yaşamak için ölenleriz” diyor. Böyle metafor yaparcasına kullandığı sözcükler var. “Daima bir tarih olmalı. Hiç unutulmaması gereken bir tarih vardır, çünkü unutursak o zaman kendimizi de unuturuz, kendimizi unutmamak için o tarihi unutmamak gerekir” diyor. Sonra da diyor ki; “Çok sıkıldıysanız ben size bir müjde vereyim. Yarın bir şenlik var!” diyor ve o şenliğin adresini vererek “Vallahi ben gidiyorum, çünkü tebrik kartları geldi, onları bir dinleyeceğim. Bu arada ben sabaha kadar pasta ve bol miktarda tatlı yiyerek sabahlayacağım herhalde. Hepinize sağlık olsun, herkes biraraya gelsin, hepimiz biraraya gelelim” diye bir bitiriş cümlesi var.

 

Aslında Marcos için ve bu Zapatistler için genel olarak ütopik oldukları söylenir, onunla da ilgili bir küçük alıntı var: “Aradığımız, arzu ettiğimiz ve ihtiyacını duyduğumuz tüm insanların arada hiçbir parti, hiçbir örgüt olmaksızın, neyi isteyip neyi istemediklerinde anlaşmaları ve onu hayata geçirmek için tercihan sivil ve barışçı yollardan örgütlenmeleri; iktidarı almak için değil, onu uygulamak için. Bunun bir ütopya olduğunu söylüyorlar, biliyorum ama Zapatistlerin de zaten tarzı bu” demiş bir konuşmasında.

 

ÖM: 10 Kasım 1983’te ilk kez oluşan ve yine 1983’te 17 Kasım’da da bu oluşumun perçinlendiği belirtilen, tam 20 yıl önce ve bundan tam 10 yıl önce de bambaşka bir kimlikle ortaya çıkan 20. ve bir anlamda 10. kuruluş yıldönümlerini kutlayan Zapatistaları konuşmaya çalıştık.  

 

(12 Kasım 2003 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete’de yayınlanmıştır.)