Artçı'nın Bakışı IV: Feodaliteye Övgü

-
Aa
+
a
a
a

Gençliğimizin düşünsel düzeyi, “Osmanlı Devleti feodal miydi, yoksa Asya Tipi Üretim Tarzı, ATÜT mü egemendi?” tartışmalarıyla geçmişti. Siyasal’daki hocalarımızdan Sina Akşin bir soru üzerine, “Biz kürsü olarak feodaliteyi benimsiyoruz”  diye kestirip atmıştı. Ben, acaba başka  kürsüler  ne benimsiyor merakıyla, önüme  gelen tarihçi -siyasetbilimci hocalarıma sormaya başladım aynı soruyu. Aklımın en yattığı yanıt yine kendi hocamdan gelmişti:

 

“Vezir Çandarlı’dan sonra, Osmanlı kimsede öyle geçineceğinden fazla altın bırakmadı. Bir Doğu despotluğu diyebiliriz. Nerede feodalite? Ha, belki İkinci Mahmut dönemi öncesi. Ayan egemenliklerini olsa olsa biraz İtalya şehir devletlerine benzetebilirsin, ama malum, İkinci Mahmut da sonuç olarak Sened-i İttifak’ı yırtıp atmayı başardı. Kalıntıları işte senin baba sülalen Kocagözoğulları gibi; o oğulları, bu oğulları. Bak gör, yarın öbür gün, birileri kurcalarsa, senin, dedenin, babanın zannettiğin çiftliğin tapusunda, “Bilmemne Sultan Vakfı” şerhi çıkabilir.”

 

Ve gerçekten, inanılmaz bir biçimde çıktı! Hem de yıllar sonra. Tarihi ve Sultan’ın adını anımsamıyorum ama, Tansu Çiller dönemiydi ve dedelerimizin dedesinin dedesi, Söke Müdiri Hasan Ağa’dan intikal eden bütün araziler üzerindeki şerh tazelenmişti. Varisler sülalecek, olabildiğince, Söke Şehir Kulübü’nde toplandık. Bir heyet Aydın Vakıflar Müdürlüğü’ne gönderildi. Şerhi terkin etmek için istenen para astronomikti. Rüşvet verilerek Söke tapu arşivlerine girildi ve Vakıf bedelinin 1938 yılında ödendiği anlaşılarak eldeki tapulara konan şerh silindi.

 

Bu, yarı-feodalimsi bir durumun sağladığı avantajdı. Oysa gerçek bir feodalitenin kalıntıları olsaydık herhalde çok daha rahat edecektik. Sırf mal-mülk meselesinde değil, paradoksal gibi görünse de, düşünce özgürlüğü babında!...Küçük teorimin çıkış noktası Montesqieu’nün yaşamı olmuştur:

 

“Sarayda gözden düştükten sonra...” diye başlıyordu paragraf. Hangi kitapta mı? İzmir Saint-Joseph Koleji 8. sınıf Literatür kitabında. Ve Cher Frere Olivier: “Eğer çekileceği o arazisi olmasaydı, Kanunların Ruhu’nu yazamazdı” diye açıklamasını sürdürüyordu. Evet, sosyolojik hukuk anlayışının ve çağdaş demokrasinin temeli Kuvvetler Ayrılığı prensibinin temelleri belki daha sonra ister istemez atılacaktı ama, Montesquieu’nün Kral otoritesinden görece ayrıcalıklı küçük feodal kalıntısı işi hızlandırmıştı.

 

Derin tarihsel çözümlemelere girmek istemem ayaküstü. Ama unutmayalım ki taşra, Balzac’ın da ana ilgi alanıdır.

Devamını okumak için tıklayın.

Artçı'nın Bakışı III

Artçı'nın Bakışı II:"Felsefeyi Bırakın"

Artçı'nın Bakışı I: Akçakaya'dan Strasbourg'a