Amerika'nın Kendisiyle Savaşı

-
Aa
+
a
a
a

21 Aralık 2004

The Guardian

 

Zihnimde Amerikan dış politikası ile ilgili öyle sabit bir imge var ki, uykumda bile peşimi bırakmıyor. Uçsuz bucaksız ordunun öncü kolu tüm dünyayı dolanıp düşmanını arıyor. Uzakta geri çekilen bir grup birlik görüyor. Ateş açıyor. Oysa kendi arka kuvvetlerini vurduğunu farkında değil.

 

Bu çok mu hayal ürünü bir resim? Hem Usame Bin Ladin hem de Saddam Hüseyin Amerika tarafından yetiştirilip silahlandırıldılar. Irak'ın işgaline kadar, El Kaide ve Baasçılar arasında hiçbir bağlantı yoktu. Bush yönetimi, avladığını iddia ettiği canavarı kendi yarattı. Amerikan ordusu, söylendiğine göre, başkası aynı şeyi yaptığında ne olacağını görmek için, yüksek oranda şarbonu silah olarak geliştirdi. Ancak kimse bunu üretmeyi başaramadı: 2001 yılında şarbon saldırılarını başlatan terörist de bunu ordunun bir laboratuarlarından almıştı. Şu an Amerikalı araştırmacılar aynı bahaneye dayanarak genleriyle oynanmış bir cins çiçek hastalığı virüsü oluşturma hazırlığındalar. Bu da muhtemelen aynı sonuçları doğuracak tabii. Pentagon'un uzay bazlı silahlar programı, henüz ortada olmayan, fakat muhtemelen ortaya çıkacak bir tehdide karşı geliştirilmekte. Amerikan hükümeti kendi kendisiyle küresel bir savaşı sürdürüyor. Tıpkı aynadaki yansımasına saldıran bir ardıçkuşu gibi.

 

Bu durum, hiçbir alanda çok yanlı kuruluşlara ve uluslararası antlaşmalara yaptığı saldırılar kadar belirgin değil. Şu sıralar Capitol Hill'den Birleşmiş Milletler aleyhinde çıkan bazı saçmalıkları dinledikten sonra, BM'nin Amerika'ya karşı oluşturulmuş dış kaynaklı bir komplo olduğuna inandığınız için hoş görülebilirsiniz bile. BM, bir Amerikan Başkanı tarafından ortaya atılmış, San Francisco'da başlatılmış ve merkezinin halen bulunduğu New York'ta kurulmuştur tabii ki. Cumhuriyetçiler tarafından, Amerikan özgürlüklerine karşı tehlikeli bir kısıtlama olarak tanımlanan, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin taslağı da Franklin D Roosevelt'in dul eşi tarafından hazırlanmıştı. Amerika, sözü yasa olan BM Güvenlik Konseyi'nin şu anda tek üyesi, sonuç olarak BM, Amerikan gücünün gösterilmesi için dünyanın en etkin araçlarından biri.

 

 

Bu günlerde, Amerikan senatörlerinin Birleşmiş Milletler'e saldırmasına neden olan, Irak'taki gizli anlaşmalar, aslında Amerikan hükümetinin denetimindeydi. Amerikan hükümeti, Saddam'ın Ürdün ve Türkiye'deki müttefiklerine petrol satarak ambargolardan kurtulmasını sağladı. Temsilciler Meclisi'nin Cumhuriyetçi üyeleri Kofi Annan'ı buna izin verdiği gerekçesiyle istifaya çağırıyor, ancak Washington'un Amerikan hedeflerini desteklemek için bunu onayladığından haberleri yok herhalde.

Amerika, kendi yansımasına gagalayıp, kanatlarını çırparak, arayıp durduğu canavarları buluyor.

 

Bu nedenle, Bush hükümetinin geçen hafta Buenos Aires'te düzenlenen iklim görüşmelerindeki çalışmalarını, kendi çıkarlarını mahvetmeye yönelik bir başka aşırı çaba olarak yorumlayabiliriz. Amerikan'ın ekonomik büyümesi dünyanın geri kalanının refahına bağlı. Gelişmekte olan dünyadaki kilit Amerikan piyasalarının çoğunu mahvedebilecek olan iklim değişikliği, küresel refaha karşı en büyük, uzun dönemli tehdit. Amerika'daki sahil kentleri -New York dahil- yükselen deniz seviyesi tehdidiyle karşı karşıya. Daha güçlü kasırgalar Florida'ya daha sık uğrayabilir. Hem çiftlikler hem şehirler kuraklıktan etkilenecekler.

 

Şubat ayında, Pentagon'dan sızan bir rapor, Pentagon'un Amerikan çıkarları açısından küresel ısınmayı terörizme göre daha tehlikeli gördüğünü ortaya çıkardı. Ani iklim değişikliği sonucunda, şunların yaşanacağını öne sürüldü:"Savaşlar yeniden insan hayatını belirleyecek... Dünyanın taşıma kapasitesi azaldıkça eski bir düzen yeniden ortaya çıkacak: yiyecek, su ve enerji kaynakları için yapılacak korkunç savaşlar." Azalan kaynaklar için itişip kakışacaklarından, nükleer güçler de muhtemelen birbirlerinin topraklarını işgal edecek.

 

Peki George Bush buna ne cevap veriyor? "Gelsin Bakalım!" Buenos Aires'teki görüşmenin, 2012 yılında Kyoto Protokolü'nün geçerliliğinin sona ermesinden sonra, dünyanın iklim değişikliği için ne yapılması gerektiği konusunda  bir sonuca varması gerekiyordu. Dünya hükümetlerinin pek çoğu protokolün yeni ve daha güçlü bir anlaşmayla değiştirilmesini istiyor. Ancak Bush yönetimi hem asıl anlaşmanın bir kenara konması, hem de yerine yenisinin oluşturulmaması için uğraşıp duruyor.

 

"Kimse, tehlikeli düzeyde ısınmayı neyin oluşturduğunu ve hangi düzeyden kaçınılması gerektiğini kesin olarak söyleyemez" diyor Bush ve şunu öne sürüyor: "Ne kadar kötü olacağını bilmediğimizden, bunu önlemek için pahalı adımlar atmamalıyız." Şimdi bu açıklamayı tekrar okuyun ve "ısınma" yerine "terörizm" sözcüğünü koyun. Olası terörist saldırıları önceden tahmin ederken, Amerikan yönetimi kendini en kötüye hazırlıyor, ya da o öyle yaptığını iddia ediyor. İklim değişikliğinin etkilerini önceden tahmin ederken ise, kendini en iyisine hazırlıyor. "Tedbirlilik ilkesi" ulusal güvenlik meselelerine o kadar büyük bir şevkle uygulanıyor ki, artık Amerika'nın sivil özgürlüklerini tehdit eder durumda. Ama çevreyi tartışırken tamamen bir kenara atılıveriyor.

 

Kyoto Protokolü'nün bazı eksiklikleri var, diyor Bush'un ekibi, çünkü Çin ve Hindistan gibi ülkeler son zamanlarda emisyon kesintilerinden muaf tutuluyorlar. Ama sonunda onları içerecek bir antlaşmanın tasarlanması yerine, Amerika tüm uluslararası işbirliğini batırmak için Buenos Aires'te bir takım oluşturdu. Hatta Suudi Arabistan'ın, karbon kesintilerinden dolayı petrol piyasasında yaşanacak düşüş yüzünden,  petrol üreten ülkelerin uğrayacağı zararının karşılanması talebini bile destekledi.

 

Sonuçta görüşmeler neredeyse dağılıyordu. Cumartesi günü, bitmesi gerekenden tam 36 saat sonra, işçiler delegelerin bulunduğu odaları boşaltırken, diğer ülkeler anlaşmanın ufacık bir parçasını kurtarmayı başardılar. Amerika, bu ülkelere Mayıs'ta, "yeni kararlara yol açan herhangi bir görüşmenin" yasak olduğu, gayrı resmi bir toplantı yapmaları iznini verdi. Amerikan delegasyonunun başkanına göre, 2012'den sonra ne olacağına karar verme zamanı 2012 yılıdır. Bu, iç güvenlik hakkında ne yapılacağına karar verme zamanının, uçağın kuleye çarptığı an olduğunu söylemek gibi bir şey.

 

Bu görüşmeleri mahvetmek, protokolü onaylamayı reddettiği için müzakere hakkı bile olmayan bir ülke için büyük başarı. Ama bu alışıldık bir durum artık. Amerika, 1999 yılında biyo-güvenlik protokolünü batırmayı, 2002 Yeryüzü Zirvesi'ni yıkmaya da uğraşmıştı. Bu, bazılarının sandığı gibi bir tecrit politikası değil. Bu, amacı dünyanın en zorlayıcı sorunlarının çözümünü engellemek olan, tam ve devamlı bir eylem.

 

Ve tabii sonuç, Pentagon'un tanımladığı felaketin gerçekleşmesinin artık daha olası olması. Amerika Buenos Aires'te sadece milyonlarca dolar harcayarak kendi barışını ve refahını zayıflattı.

 

Amerika delegasyonunun, halkın değil, anonim şirketlerinin çıkarlarını temsil ettiğini elbette biliyoruz ve Amerika için kötü olan bir şeyin Exxon için iyi olduğunu da. Ancak, bu durum, kendini kurban eden, süzme aptallığından bir şey kaybettirmiyor.

 

Amerika kendini vurmak için her hakka sahip. Ama ne yazık ki, dünyanın çevresinde kendi kendini kovalarken herkesi ezip geçiyor. Biliyorum, George Bush'un zekâsına başvurmak bizi pek de ileriye götürmez, ama o yönetimde onun Amerika'yı nasıl rezil ettiğini görebilen birileri vardır mutlaka.  

     

Çeviren: Simge Konu