Amerika bir dindir

-
Aa
+
a
a
a

The Guardian

29 Temmuz 2003

 

Irak'taki ABD kara kuvvetlerinin komutanı geçen Çarşamba gazetecilere "Uday ve Kusay'ın ölümü kesinlikle direnişin dönüm noktası olacak," dedi. Gerçekten de bir dönüm noktasıydı bu, ama ne yazık ki, komutanın düşündüğü türden değil. Komutanın bu konuşmayı yaptığı gün direnişçiler bir ABD askerini öldürdü ve altı askeri yaraladı. Ertesi gün üç askeri daha öldürdüler; haftasonunda öldürdükleri asker sayısı beş, yaraladıkları asker sayısı yediydi. Dün bir asker daha öldürüldü ve üç asker yaralandı. Bu hafta, Bush'un savaşın bittiğini ilan etmesinden sonra ABD askerleri için en kötü hafta oldu.

 

Saddam ve onun melun ailesinin bu direnişi örgütlediğine, ya da onlar öldüğünde direnişin biteceğine inanan pek az insan var. Görünen o ki, az sayıdaki inanan arasında ABD silahlı kuvvetlerinin sivil ve askeri komuta konseyi de yer alıyor. İstihbarat bilgilerine sahip bu kişilerin yaptığı tahminlerin, istihbarat bilgilerine sahip olmayan kişilerce yapılan tahminlere göre daha isabetsiz olduğu ABD'nin Irak'ı işgalinden bu yana yüz kere kanıtlandı. Ve resmi tahminlerin isabetsizliği, yüzüncü kere "istihbarat yetersizlikleri" ile açıklandı.

 

Açıklamaların inandırıcılığı azalıyor.  Iraklıların Saddam'dan kurtulmayı istedikleri kadar ABD ordusundan da kurtulmayı istediklerini bir tek ABD istihbarat servisi elemanlarının bilmediğine inanmamızı mı bekliyorlar? Beyaz Saray ve Pentagon'da eksikliği hissedilen şey entelijans değil (burada zekâyı kastetmiyoruz), kavrayış. Onların eksikliği bilgi yetersizliği değil, ideoloji yetersizliği.

 

Bu eksikliğin neden süregeldiğini anlayabilmek için, medyada nadiren tartışılan bir gerçeği anlamak şart.  ABD artık sadece bir devlet değil. O şimdi bir din. Askerleri Irak'a sadece Irak halkını diktatörlerinden, petrollerinden ve egemenliklerinden kurtarmak için girmedi; aynı zamanda onları karanlıktan kurtarmak için de girdi. Bush'un zaferi ilan ettiği gün askerlerine söylediği gibi: "Nereye giderseniz gidin, bir ümit mesajı taşıyın oralara, hem kadim, hem de yepyeni bir mesaj. Peygamber Yeşaya’nın mesajını verin. O, tutsaklara 'dışarı çıkın' dedi ve karanlıktakilere 'kurtulun' dedi.”

 

Yani, ABD askerleri sadece yeryüzü savaşçıları değil artık, onlar birer misyoner. Artık sadece düşman öldürmüyorlar; şeytan çıkarıyorlar. Uday ve Kusay'ın yüzlerini plastik cerrahi ile düzeltenler, onların kaşlarının üzerine birer çift boynuzu yeniden oturtmayı unuttular. Ama bu ikisinin başka bir âleme ait olduğu mesajı gene de iletildi. Bütün dışarıya misyoner yollayanlar gibi, ABD'nin yüce rahipleri de kâfirlerin kendi hür iradeleriyle imana gelmeyi reddettiklerine inanmakta güçlük çekiyorlar. Eğer onlar imana gelmiyorsa bu şeytanın işi ve şeytan da şu anda Irak'ın eski diktatörü Saddam'ın kılığında. Clifford Longley'nin geçen yıl yayınlanan etkileyici kitabı Seçilmiş Halk'ta ortaya koyduğu gibi, ABD'nin kurucu babaları zaman zaman aksini itiraf etseler bile ilahi bir amaç uğruna hareket ediyorlardı. Thomas Jefferson, Birleşik Devletler’in Yüce Mührünün (alâmeti fârikasının) “gündüzleri bir bulut, geceleri de bir ateş sütunu tarafından yönlendirilen İsrailoğullarını tasvir etmesi gerektiğini ileri sürmüştü. George Washington ilk başkanlık konuşmasında bağımsızlığa giden yolun her adımında "Allahın hikmetini gösteren bir alâmet" olduğunu öne sürdü. Longley'ye göre Amerikan kimliğinin oluşması, bir "yerini alma" süreci ile oluşmuştur.  Katolik Roma Kilisesi, Allah Yahudileri reddettiği için Allahın sevgili kulları olan seçilmiş halkın kendileri olduğunu iddia etti.  Protestan İngilizler Katolikleri imandan çıkmakla suçlayıp sevgili kulların kendileri olduğunu öne sürdüler. Amerikan devrimcileri, kendi paylarına İngilizlerin ahdi bozduklarına inandılar: Artık dünyada Allah'ın hakimiyetini sağlamak gibi ilâhi ödevi yüklenen seçilmiş halk Amerikalılardı. Altı hafta önce George Bush bu inancın sürdüğünü gösterircesine Woodrow Wilson'ın şu sözlerini tekrarladı: "Amerika'da insanlığın kurtuluşunu sağlamak için başka hiçbir millette olmayan ilahi bir enerji var."

 

Rahiplerle müzakere edilmez

 

Seçilmiş olma kavramı yavaş yavaş daha tehlikeli bir başka düşünceyle birleşti. Amerikalıların seçilmiş halk olması yetmedi; bizzat Amerika'nın kendisi de ilâhi bir proje olarak algılanıyor şimdi. Ronald Reagan başkanlığa veda konuşmasında, İsa’nın Dağdaki Vaaz'ına atıfta bulunarak, "tepenin üstünde pırıl pırıl parlayan şehir" diye söz etti ülkesinden. Ama İsa'nın sözettiği, fani Kudüs değil, cennetin krallığıydı. Reagan'a göre Tanrı’nın krallığı Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunmakla kalmıyordu yalnızca; cehennem krallığı yani Sovyetler Birliği'nin "şer imparatorluğu" da yeryüzündeydi ve Tanrı’nın kutsal savaşçıları ona karşı cephe almışlardı. 11 Eylül New York saldırılarından beri bu ilâhi Amerika kavramı rafineleşti ve genişledi. 2001 Aralık’ında şehrin belediye başkanı Rudy Giuliani ikiz kulelerin enkazına yakın St Paul kilisesinde başkanlığa veda konuşmasını yaparken "Önemli olan," dedi "Amerika'yı kucaklamanız, onun ne olduğunu, ideallerini anlamanız. Abraham Lincoln'ın dediği gibi Amerikalı olmanızın mihenk taşı…Amerika'ya ne kadar inandığınızdır. Çünkü biz aslında bir din gibiyiz. Laik bir din." Giuliani’nin bu konuşmasını yaptığı kilise sadece Tanrı tarafından değil, bir keresinde George Washington’ın orada dua etmesi olgusuyla da kutsanmıştı. Artık bu kilise "Amerika'nın aslında ne olduğunu kavramış olanlar, bunu yüreklerinde hissedenler için kutsal bir yerdi". Amerika Birleşik Devletleri artık Tanrı’ya müracaat etmek zorunda değil; kendisi Tanrı çünkü ve başka ülkelere ışık götürmeye gidenler de oralara ilahi krallık adına gitmiş oluyorlar. Amerikan bayrağı İncil kadar kutsal hale geldi; Amerikan ulusu da Tanrı’nın adı kadar kutsal oldu. ABD Başkanlığı da şu sıra yüce rahipliğe dönüşüyor.

 

Dolayısıyla, George Bush'un dış politikasını sorgulayanlar artık birer muhaliften ibaret değildir; onlar birer kâfir veya "Amerika-karşıtı"dır. Bu politikayı değiştirmek için çaba harcayan yabancı ülkeler de boşuna zaman harcıyor: Politikacılarla müzakere edilir, ama rahiplerle müzakereye girişilemez. Bush'un Ocak ayında söylediği gibi ABD'nin ilâhi bir misyonu vardır: "Tüm insanlığın ümitlerini savunma" misyonudur bu. Amerikan hayat tarzından başka birşey olmasını bekleyenlerse, heyhat, belâlarını bulacaklardır.

 

Bir ulusun kutsallaştırılmasının getireceği tehlikelerin büyüklüğünü açıklamaya pek gerek yok. Japonya, 1930'larda savaşa girişirken tıpkı George Bush gibi, gökten inme bir misyona sahip olduğu inancındaydı: Asya'yı “kurtarmak” ve kendi kutsal imparatorluğunun topraklarını genişletmek misyonuna inanıyordu. Faşist kuramcı Kita İkkinin öngördüğü gibi "dünyanın bütün karanlığını aydınlatacak"tı o. Cenneti gökyüzünden yeryüzüne indirmek isteyenler orada yalnızca cehennemi yaratmaya yazgılıdırlar.

 

Çeviren: İnci Ötügen