Aldatmaca Operasyonu

-
Aa
+
a
a
a

Her yıl başka bir ülkede düzenlenen Crossroads adlı kültür çalışmaları konferansının beşincisi, bu yıl da Amerika’da Illinois Üniversitesi’nde, geçtiğimiz Haziran ayında gerçekleşti. 42 farklı ülkeden 500’ün üzerinde konuşmacının katıldığı konferansta, “Savaş, Medya ve Demokrasi” başlıklı oturumda, aynı üniversitenin İletişim Bölümü’nde öğretim görevlisi olan Stephen Hartnett da “The Whole Operation of Deception: Reconstructing President Bush’s Rhetoric of Weapons of Mass Destruction” (Bütün Aldatmaca Operasyonu: Başkan Bush’un Kitle İmha Silahları Söyleminin Yeniden İnşası) adlı proje hakkında bir konuşma yaptı. Sona Ertekin, konuşmanın ardından Hartnett ve asistanı Laura Stengrim ile Açık Radyo adına küçük bir söyleşi yaptı.
Sona Ertekin: Projenin temel hedefi neydi?

 

Stephen Hartnett: Temel olarak Washington’daki üst düzey istihbarat kaynaklarının ne dediklerini ve dediklerinin nasıl olup da Beyaz Saray tarafından savaş politikalarına tercüme edildiğini anlamaya çalıştık. Başkan Bush ne zaman elinde Irak’ta kitle imha silahları olduğuna dair kanıtlar olduğunu söylese, Başkan’a ya da Amerika’da tam bir felaket olan kitle iletişim araçlarına inanmak yerine, istihbarata dönerek CIA’nin, FBI’ın ve Dışişleri Bakanlığı’nın söylediklerine bakmaya karar verdik. Ve her defasında da Başkan’ın açıklamalarının istihbarat uzmanlarının kendisine verdikleri raporlar doğrultusunda olmadığını gördük. Başkan silahların olmadığına dair bir rapor alıyor ve sihirli bir şekilde silahların varolduğunu söylüyor ve basın da buna inanıyordu. Yani aslında Başkan Amerikalılara yalan söylüyordu ve onların bundan haberi yoktu. Biz de Başkan’ın bizlere yalan söylediğine dair kanıtları bulup vatandaşlarımıza göstermeyi istiyorduk.

 

SE: Çalışmanızda sıkça bahsettiğiniz “Özel Planlar Dairesi” nedir, bize anlatır mısınız? 

 

SH: Irak Savaşı’ndan önceki yıl yaşananlar şöyleydi; Intelligence Community, (istihbarat kuruluşları) rapor yerine notlar gönderiyor. Raporlar Ulusal Güvenlik Konseyi denilen yere gidiyor. Ulusal Güvenlik Konseyi bu raporları eliyor ve en iyi delilleri Başkan’a iletiyor. Ve Başkan da deliller doğrultusunda hareket etmek durumunda. Gördük ki, Başkan Bush deliller ne derse desin Irak’a savaş açmayı zaten kafaya koymuştu. İstihbarat kuruluşları bu raporları Ulusal Güvenlik Konseyi’ne aktarıyor, onlar da kitle imha silahlarının varolmadığını söylüyorlardı. Ama bu durum Başkan’ı memnun etmiyordu, çünkü Başkan savaş açmak istiyordu. Böylece Güvenlik Müsteşarı Douglas Feith’in yönetiminde, Rumsfeld ve Wolfowitz, Özel Planlar Bürosu adlı, Beyaz Saray’a ait gizli bir istihbarat birimi olan büroyu kurdular. Ve yeni istihbarat toplamadılar. Yaptıkları şey eski istihbaratı alıp onu başka bir anlam ifade edecek hale getirmekti. Onlar yalan konusunda profesyoneldiler. Bu Başkan tarafından halka yalan söylemek, kitle imha silahları olmadığı halde olduğunu söylemek için kurulmuş profesyonel bir propaganda dairesiydi.

 

SE: Adeta 1984 gibi. 

 

SH: Kesinlikle 1984 gibi. Hatta daha da korkunç, çünkü bu gerçek.

 

Laura Stengrim:  Bir kaç ay önce Karen Kwiatkowski adlı bir kadın gündeme geldi. Kendisi önceden Pentagon’da çalışıyordu. O dönemde savaş açmak için gösterilen gerekçeleri ispatlayan belli başlıkların açıklandığı bir belge eline geçmişti. Kendisi, sahip oldukları ve olmadıkları delillere, açıklanabilecek ve açıklanamayacak bilgilere bağlı olarak bu belgenin zaman içinde değişmekte olduğunu farketti. Bu konuda yaptığı açıklamalar inanılmazdı. (http://www.commondreams.org/views04/0310-09.htm)

 

SE: Kültür çalışmaları akademisyenlerinin bu konulara yaklaşımını nasıl buluyorsunuz? 

 

SH: Kültür eleştirmenleri yıllar boyunca “güç” dediğimiz şeyden bahsederken, onu yekpare bir yapı gibi gördüler. Sanki gücün iplerini elinde tutan tek bir kuklacı varmış gibi. Biz bunun çok saçma olduğunu düşünüyoruz. Washington’un istihbarat ve bilgi kaynakları içinde yaptığımız araştırmalar sonucunda, onların aslında birbirinden hiç hoşlanmadıklarını gördük. CIA, Dışişleri Bakanlığı’ndan nefret ediyor, Dışişleri Bakanlığı, Beyaz Saray’dan nefret ediyor, Beyaz Saray da Pentagon’dan. Sonunda farkına vardık ki Washington’da siyaseti kimin, hangi gerekçelerle kontrol edeceği üzerine bir tür bilgi savaşı yaşanıyor. Bu bize tekil bir güç kaynağı olmadığını, aksine Washington’un kendi içinde bir yetki mücadelesi yaşandığını gösterdi.

 

SE: Konuşmanızda CIA’nin başkanı afişe etmek için gerçekleştirdiği bir projeden bahsettiniz, bize bu projeyi ve akıbetini anlatır mısınız?

 

Stephen Hartnett: Savaş hikâyesinin en harika bölümlerinden biri bu. Başkan kitle imha silahları ve neden savaş açmamız gerektiği konusunda yalanlar söyleyip dururken, CIA uzmanları buna fena halde bozuluyorlardı. Çünkü biricik meslekleri, casusluk meziyetleri Başkan’ın yalanlarıyla maskeleniyordu. Bunun üzerine Başkan’ın yalan söylediğini ortaya çıkaracak bir plan yaptılar. Plana göre bir seri sahte belge düzenleyeceklerdi; fakat bu belgeler o kadar acemice hazırlanacaktı ki basın bunların sahte olduğunu fark edecek, böylece de başkanın yalan söylediği 
ortaya çıkacaktı. Bunun üzerine iki belge hazırladılar. Bunlardan biri Birleşik Devletler’in Nijer’den uranyum hammaddesi aldığına dair bir belgeydi. Başlığına bilerek on yıl öncesinin tarihini attılar, Başkan’ın adını yazarken harf hatası yaptılar, altına dört yıl önce görevden alınmış bir Dışişleri Bakanı’nın imzasını koydular. Bakan herkesin sahte olduğunu anlayabileceği belgelerdi bunlar. Basın öyle berbattı ki, bunu kimse fark etmedi. Basının, kendilerine yalan söylendiğini fark edebilmesi için bilerek iskandil ettiler, ama yine de kimse anlamadı.

 

SE: Basın nasıl oldu da hiçbir şeyden şüphelenmedi? Basının tek görevi bir şeylerden şüphe etmek değil midir zaten? 

 

LS: Sanırım birden fazla sebep var. Bunlardan daha az kötümser denebilecek olanı bilgi patlaması. Halka açık o kadar çok bilgi var ki her şeyin aynı anda olduğu bir zamanda, bunları eleyip doğru bilgileri doğru zamanda çıkarmak imkânsız gibi bir şey. Medyaya daha olumsuz bir bakış da, sanırım Amerikan basınının, kamusal denetimi kaldırmak ve daha fazla güç elde etmek için çabalayan bir avuç kalburüstü insanın hakimiyetinde olduğunu söylemek olurdu. Gazeteler o kadar değil, ama televizyon tam bir felaket. Pentagon Belgeleri hatta Vietnam gibi diğer siyasi krizlerde olduğu gibi, hepsi aynı hikâyeleri kullanıyor ve hiçbiri bizim yaptığımız araştırmaları yapmıyor.

 

SE: Bu durumda alternatif basın önem kazanıyor, siz ne düşünüyorsunuz? 

 

SH: Bu harika bir soru. Sanırım Amerika’daki basının ne kadar berbat olduğunu anlamak Avrupalılar için biraz zor. Ne zaman Avrupa’ya gitsem sizin haber programlarınızın bizimkilerden ne kadar farklı olduğunu her gördüğümde hayrete düşüyorum. Avrupa’daki programlarda, haberler hakkında 10 dakikalık, 12 dakikalık röportajlar var. Amerika’da bunlar olsa olsa iki dakikalık oluyor, onun da yarısı uyduruk yorumlardan ibaret. Yani Amerika’da haberler berbat, çoğu aslında eğlence içerikli. Bu da ilerleme yanlılarının, akademisyenlerin ve aktivistlerin kendi iletişim ağlarını oluşturmaları gerektiği anlamına geliyor. Amerika’da kitle iletişim araçlarının şu anda izlenemeyecek kadar kötü olduğuna dair bir senaryo var. Fakat alternatif medya muhteşem. Lauren’la yaptığımız şeylerden biri de bunları değerlendirmekti. Şöyle bir baktık ve sanırım 127’den fazla web sitesi, gazeteler, dergiler, aktivist gruplar ve düşünce kuruluşları var. Siyaset konusunda inanılmaz araştırmalar yapan insanlar bunlar. Fakat kendi gazete ya da televizyonlarını kurma imkânları yok. Sonuç olarak Amerika şu anda, haberleri güvenilir kaynaklardan alanlar ve kitle iletişim araçlarının aktardığı propagandayı izleyenler olarak ikiye bölünmüş durumda.

 

SE: Bu durum karşısında kültür çalışmaları ve diğer alanlardaki akademisyenlere düşen sorumluluklar neler? 

 

SH: Bana göre Amerikan üniversiteleri gün geçtikçe şirketler için eğitim sahaları haline geliyor. Üniversiteler insanlara daha iyi vatandaş olmanın öğretildiği yerler olmaktan çıkıp, daha iyi müteşebbis olma, daha iyi kapitalist ve milliyetçiler olma eğitimi veren yerlere dönüşüyorlar. Tek istediğimiz şu; biz akademisyenler, öğrencilerimize daha iyi okumayı, daha iyi yazmayı, daha açık düşünüp daha açık konuşmayı öğretirken; onlara toplum içinde ve ülke çapında aktif olmak gibi zorunlulukları kavrayabilen bir vatandaş olm anın ne anlama geldiğini de öğretmemiz gerekiyor. Asıl istediğimiz şey kültür çalışmalarının basının yalanlarına kanmamak için, propaganda yaptığında Başkan’ı sorgulamak için, daha bilinçli vatandaşlar olmak için, demokrasiyi bir şaka olmaktan çıkarıp işler hale getirmek adına; daha çok insana sorumluluk alacak gücü sağlayan bir platform haline gelmesi.

 

(9 Ağustos 2004 tarihinde Açık Radyo'da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)